0

Romantik filmler, hiçbir zaman kendi isteğimle izlemeyi tercih ettiğim bir tür olmadı. İstisnalar hariç. İşte bu istisnalardan biri de tabii ki Peter Dinklage. Bana romantik film izlettirebilecek kadar büyük ve özel bir aktör. Ne yalan söyleyeyim izlediğime de değdi. Tiyatro ile haşır neşir biri olarak tiyatro uyarlamalarına her zaman ilgim olmuştur. Ana sebeplerinden biri onlarca yıldır gerek sahnede gerek perdede tekrar tekrar sahnelenen bu ezberlenmiş oyunlara yeni kattıklarını görebilmek. Bu konuda mesela Joel Coen’in The Tragedy of Macbeth filmi gerçekten de yeni bir şeyler katmayı başarmış bir filmdi. Aynı ay, vizyonda Cyrano gibi bir filmi de izleyebilmiş olmak büyük bir şans. Macbeth, yapısal olarak çok ciddi bir yenilik getirirken Cyrano, karakterlerde ufak bir değişim ile yepyeni ve izlemesi oldukça duygusal bir işe imza atıyor.

Kısaca konusuna değinelim…Cyrona, cesareti boyundan büyük olan kahramanımız, keskin kılıcıyla ona meydan okuyan herkese gününü göstermektedir. Karşısına çıkan kim olursa olsun, gerekirse laf cambazlığında, gerekirse de kılıç dansında yenmektedir. Ama kazanamadığı tek bir savaş vardır: Aşk. Sahneye atlamaktan hiçbir zaman çekinmeyen Cyrano, aşkı için savaşmaya bir kere bile cesaret edememiştir. Daha da kötüsü, yakında, aşkını başkasının kazanması için de koçluk yapacaktır. Onun şiirlerini başkasının ağzı okuyacak, sevdiği kadını bir dostu kazanacak.

Tiyatro ile haşır neşir olanlar Cyrano’yu çok iyi bilirler. Kocaman burnu ile kelimelerin fatihidir. Kitap içerisinde birbirinde özel, duvarlara yazmalık sözler var ki, hayran kalmamak elde değil. Cyrano’yu bilen herkes iyi bilir ki onun “İstemem eksik kalsın” sözü meşhurdur. Lakin, bu Cyrano, bildiğimiz Cyrano değil. Hatta çok sevgili tiyatrocu arkadaşlarımı üzecek kadar da az referans var. Bu Cyrano, koca burunlu değil, gayet iyi bir burna sahip. Onun yerine cüce. Burnunun kocaman olması ne kadar büyük bir eksik olabilir bilmiyorum ama cüce olmak ciddi bir sıkıntı olsa gerek. Film, Peter Dinklage’in bu ufak farklılığını kullanarak drama devşiriyor ama bunu da çok başarılı bir şekilde yapıyor.

Kimi seyirciler, “Bu Cyrano değil” diyerek tepki gösterebilir. Haklısınız. Değil. Şahsen, politik doğruculuk adına yapılan değişikliklere her zaman karşı olmuşumdur. Çoğunluğu, olsun diye var olan değişikliklerdir. Lakin Cyrano’daki bu keskin değişim, hikayeye çok başarılı bir şekilde yedirilmiş. Cyrano’nun fiziksel durumu, aşkına açılamaması için yegane sebebe dönüşüyor. Cüceliğini, acındırmadan, abartmadan kullanmış olmaları da filme aşık olmamdaki temel sebeplerden biri. Gereksiz acıtasyondan uzak durmuşlar. Ama bu dezavantajı, avantaja çeviren de 52 senedir o bedende yaşayan Peter Dinklage. Game of Thrones öncesi de tanıma şansına eriştiğim aktör, uzun yıllardır izlemekten en zevk aldığım isimlerden biri. Mimikleri, ses tonunu kullanışı, hareketleri; en iyisi olmasa da çok iyi bir Cyrano’ya sebep. Evet, hikayenin kendisi de güzel, fakat Dinklage’in oyunculuğu, filmin tüm ihtişamını arttırıyor.

Pek müzikal sevdiğimi de söyleyemem, itiraf edeyim. Lakin Cyrano, bu konuda da çok başarılı. Özellikle savaş öncesi bölümünde göz yaşlarıma hakim olamadığımı söylemem gerek. Cyrano’nun Christian ile son mektup mücadelesi; ardından gelen “Heaven where you fall” şarkısı; savaşa koşan askerler ve Christian’ın tüm hayal kırıklığı ile ölmesi var olan tüm göz yaşlarımın süzülmesine sebep oldu. Sadece o sekans için bile filmi öve öve bitiremem. İhtişamı en derinlerde hissettiğim bir anda diyebiliriz.

Edmond Rostant, yazabilecek en muhteşem eserlerden birine imza atmış. Cyrano’nun Roxanne’e mektubu bakmadan okuduğu sahneyi yazabilmek, muhteşem bir şey olsa gerek. Fakat burada yine oyuncu faktörü devreye giriyor. Peter Dinklage’in canlandırmasıyla, sahnedeki duygu yoğunluğunu iliklerime kadar hissettim. Muhteşem bir esere böylesine muhteşem bir oyuncunun eşlik etmesi, her zaman karşılaşamayacağınız bir göktaşı gibidir. Haley Bennett’i de es geçmek istemiyorum. Kendisinin filmlerini de The Girl on the Train sonrası asla kaçırmam, hepsini izlerim. Ne kadar Peter Dinklage ağırlığında olmasa da filme yakıştığını söylemem gerek. Sadece Christian karakteri filmde biraz sırıtıyor. Onun, zenci olması lakin bu değişikliğin hikayede neredeyse hiçbir şeyi etkilemiyor olması hatta teninin renginin de hikayeye söylemde hiç dahil edilmemiş olması, rahatsız olmamamdaki en büyük sebepti.

Sözün özü… Cyrano, orijinal eserin en ihtişamlı sözlerini bir köşeye bırakıp, ana karakterinin Roxanne’ya olan aşkına odaklandığı bir film. Hala zeki mi zeki, cesur mu cesur ama diğer uyarlamalardan bir farklı yanı var: Fiziksel olarak diğerlerinden ayrılıyor. Peter Dinklage’in cüce olması, Cyrano’nun aşkını açamamasına bir sebebe dönüşüyor. Ama film, ne cüceliği ne de ten rengini filmin hiçbir yanında dramatize etmediği için, sadece aşka ve güzel sözlere odaklandığı için, bunu da kimi yerlerde oldukça ihtişamlı yaptığı için, benden tam puanı kaptı. Paragraflardır Peter Dinklage övdüğümü biliyorum ama bir teşekkürü, hatta belki en büyük teşekkürü Joe Wrigth hakediyor. Bazı filmlerde, yönetmenin sadece anlatıcı olması gerekir. Bu filmde de Joe Wright, Erica Schmidt’in hikayesinin naif bir anlatıcısı. Abartmıyor, süslemiyor; sadece, saf bir şekilde saf bir aşkın kavuşamayışını ve gururlu bir adamın onuruna yenik düşüşünü anlatıyor.

10

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Görülmek İstenmeyen Gerçekler: Klondike

Previous article

Ölüm Sonrası Panayır: Post Mortem

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply