0

“I Stand Alone’u beğenmediniz, Irreversible’den nefret ettiniz, Enter the Void‘dan tiksindiniz, Love’a küfrettiniz, bir de Climax’i deneyin.”

Her filmi izleyicisinde kalıcı hasarlar bırakan Gaspar Noé’nin uzun süredir konuşulan ve reklamını bizzat -kendinden emin bir şekilde- yaptığı; çocukken arkadaşlarını sarhoş etmek için kullandığı içki olan sangrianın filmin yapı taşlarından biri olduğu Climax, Cannes’da aldığı olumlu eleştirilerin ardından herkes tarafından merakla beklenir oldu. Kimileri Gaspar’ın en iyi filmi olduğunu düşünürken kimileri ise en zayıf filmi olarak değerlendiriyor. Ancak şurada emin olduğum bir nokta var ki filmin hipnoz edici boyuttaki çekiciliği ve sara nöbeti geçirebileceğiniz türdeki sinematografisiyle etkisi altından kurtulmak pek kolay olmuyor. Birkaç kez tiye alırmışçasına giren ara yazılar, filmin kurguda bölüm bölüm ayrıldığını gösteriyor gibi. Ancak hiçbir bölüm diğer bölümden bağımsız düşünülemez. Ayrıca küçük bir dipnot: 1996 yılında geçen hikayenin çekimleri 15 gün sürmüş ve film 5 sayfalık bir senaryo ile çekilmiş.

Climax, Fransa bayrakları altında LSD deneyimiyle kendi cehennemlerini yaşayan bir grup dansçının bir gecelik bir kabusunu anlatıyor. Bayrağı temsil eden renklerin kullanımının Fransa’ya politik açıdan bir sataşması olarak değerlendirilebilir. Devleti temsil eden en büyük imgenin önünde toplumsal ahlak kuralları açısından yasak olabilecek her şey yaşanıyor. Öyle ki bir raddeden sonra dans topluluğundan sorumlu hocaya karşı oluşan tavır ve hocanın çocuğuyla yaşadığı durum bir ebeveyn olarak güvenilmezliğini dolaylı yoldan da liderlerin gerçek yüzünü gözler önüne seriyor.

Tüm yaşananlar ömürleri boyunca unutamayacakları derecede hayatlarında kalıcı birer anıya dönüşüyor. Gaspar Noé ise filmi onun hayal ve kabuslarını temsil eden bir deneyim olarak tanımlayıp ilk kısmını bir roller coaster, ikinci kısmını ise hayalet trene benzetiyor. Sinematografisinde aldığı destekle izleyicisinin tansiyonunu yükselttiği filmin ilham kaynaklarından biri de tek plan çekilen 2015 yapımı Victoria. Ayrıcabaşlangıçta yer alan dansçıların deneme çekimlerinde Gaspar’a ilham olan sanatçıların VHS’leri yer alıyor. Listede ise Dario Argento’dan Luis Bunuel’e kadar birçok isim mevcut. Tüm bunların yanı sıra filmin gizliden gizliye Suspiria ile bir bağı olduğunu düşünmüyor değilim. Sofia Boutella’nın canlandırdığı karakter ile Suspiria’daki Jessica Harper’ın canlandırdığı karakterin özellikle yalnız kaldığı anlardaki –Argento’ya zaten sinematografik açıdan yer yer benzese de- hissiyatlar birbirini anımsattı. Ancak bunu temellendirebilmem için bir müddet daha düşünmem gerekecek.

Darren Aronofsky’nin geçtiğimiz yıl tüm izleyicileri ikiye böldüğü mother! filminde yaratılan kaotik atmosferin bir evin içine sığdırılıp tüm insanlığı kucaklayışının benzeri Climax’te de hissediliyor. Müziklerin, kullanılan mekanın içerik ve sinematografi ile özdeşleştirilerek bir potada eritilmesi filmi ayrılamaz bir bütün haline getiriyor. Bir süreden sonra dizem bu sayede arşa çıkıyor ve kimi izleyici olayları kavrayabilmek kimi izleyici ise akışta yüzebilmek için bir saniyeliğine bile olsa odağını yitirmiyor.

“Doğum ve ölüm olağanüstü deneyimler. Hayat geçicidir.”

Başlangıçta dansçıların deneme çekimlerinde nasıl karakterlere sahip olduklarını, ne gibi hayalleri olduğunu, özlemlerini, arzularını ve zaaflarını -detaylı işlenmese de- öğreniyoruz. Ardından muazzam bir dans gösterisi sunuluyor ve karakterlerin sohbetler aracılığıyla birbirleriyle ilişkilerini gözlemliyoruz. Herkes birbiri ile ironik bir biçimde bile olsa bir bağ içerisinde. Bu aşk, aile, cinsellik, uyuşturucu, dostluk gibi birçok kavram üzerinden ilerliyor. Filmde birazdan gerçekleşecek olan her şey burada açığa çıkıyor denilebilir: Dans hocanın çocuğuyla ilişkisi, arkadaşlık bağları, iki kardeşin hikayesi… Sonrasında karakterlerin başlarına gelen her şeyi anlamlandırılabiliyor. Bu raddede önemli bir çelişki ortaya çıkıyor. Tüm bu karmaşanın sebebi aslında sadece bir uyuşturucu mu, yoksa karakterlerin arzuları ve istekleri doğrultusunda şekillenen bir süreç mi? Zaten başta karşılaştığımız manzarada verilen ipuçları, bazı noktalarda ters köşe etmiş olsa da temel dürtüler açısından baktığımızda ensestliğin dahi kökenini gözler önüne seriyor.

Biçimsel açıdan daima yenilik peşinde olan Noé, ana ve ara ögelerini tek potada eriterek Enter the Void’te kullandığı dile yakın bir dil sunuyor. Enter the Void’ta yoğun monologlar sinematografisiyle birleşerek karakterin içsel yolculuğuna izleyiciyi konuk ediyordu. Climax’te ise bu durum aksiyon üzerinden ilerleyerek kendisini eylem yoğunluğuna bırakıyor. Karakterleri bu konuda yine özgür bırakan Noé doğaçlamalardan aldığı güçle özdeşleşmeşleri daha kolay yakalıyor. İzleyicinin konumu ise köşede durup olaylara tanık birinden ziyade onların yanında durup akışta kayıp olunabilecek bir yere sabitleniyor. Ne olursa olsun her durumda izleyici diken üstünde kalıyor. Hayatın içinden dönüşüme uğrayarak cehenneme evrilen ve bitmeyen bir dans gösterisine biletli bir misafir gibi iliklerinize kadar heyecanı, şehveti, korkuyu tadıyorsunuz. Acımasızlıkla kuşatılmış bireylerle bir mekan içerisinde sıkışıp kalıyorsunuz. Bunun verdiği his ise filmi sizin için unutulmaz bir deneyime çeviriyor.

Sadece ilk dans kareografi ile hazırlanmış. Diğer tüm danslar doğaçlama bir şekilde oyuncuların karakterlerine bağlı olarak o ana bırakılmış. Birçok noktada doğaçlamadan alınan yardımın onu daha saf bir yere taşıdığına inanıyorum. Ayrıca küçük bir dipnot daha: başlangıçta birçok kısmının doğaçlama olması, senaryosunun 5 sayfa olması vb. sebeplerden ötürü Sofia Boutella yer almayı reddetmiş.

Özetle, biçimsel açıdan yönetmenin yine aykırı bir dil sunduğu Climax’te karakterler biraz daha detaylı işlenebilse içerik çok daha sağlam temeller üzerine inşa edilebilirmiş. Sunulan hikayenin en temel dürtüler üzerinden bireysel olduğu kadar evrensel de olduğunu düşünüyorum. Love, Enter the Void ve bir önceki filmlerinin etkisini yakalayamamış olmama rağmen aurası sebebiyle onu sinemada deneyimlemenizi tavsiye ederim.

Climax’in muazzam soundtrack listesinden beni en çok etkileyen, başlangıçta verilen ama aslında filmin sonunun gösterildiği anda çalan şarkıyı buraya bırakıyorum. Keyifli dinlemeler.

Anlam Anlamsızdır: Under the Silver Lake

Previous article

Ne Hayatlar Var: 3 Faces

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply