0

Fatih Akın’ın Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu (Diane Kruger) ödülü almasıyla merakları üstüne çeken filmi In The Fade (Paramparça), FilmEkimi kapsamında Türkiye seyircisi ile buluştu.

Uyuşturucu nedeniyle hapis yatan Nuri, Katja ile hapishanedeyken evlenir. Hapisten çıktıktan sonra bu işleri bırakıp Türk sokağında kendine bir ofis açan Nuri ve Katja’nın mutlu bir evlilikleri ve küçük bir oğulları vardır. Her filminde farklı tarzları denemekten çekinmeyen Akın’ın, bu filmiyle klasik anlatıya yaklaştığını söyleyebiliriz. Fakat film Duvara Karşı’daki gibi birkaç bölümden oluşuyor. Duvara Karşı’da filmin makas değiştirdiğini İstanbul Boğazı manzaralı bir çalgı çengi eşliğinde görürken Paramparça, ‘aile’, ‘adalet’ gibi isimlendirilmiş bölümlerle daha net çizgilerle ayrılmış. İlk bölümde Akın’ın çizdiği mutlu aile tablosu Nuri’nin ofisinin bulunduğu sokağa atılan bombalı saldırı sonucu filmin ismiyle müsemma oluyor adeta.

Uyuşturucu ve hapis geçmişi nedeniyle polis, Nuri’in düşmanları olduğunu ve saldırıyı onların gerçekleştirdiğini düşünse de kısa bir süre sonra ‘Hitlere hayran’ bir çiftin bombayı hazırlayıp sokağa yerleştirdikleri ortaya çıkar.  Yas dönemini atlatamadan kendini yıpratıcı bir dava sürecinin içinde bulan Katja ile birlikte filmin diğer bölümüne geçeriz.

Paramparça ile terör, ırkçılık gibi konulara parmak basan Akın, filmin bu kısmında yargının adaletini sorguluyor. Bunu da çok iyi hazırlanmış diyaloglarla başarıyor. Sanıkların avukatının Nuri’nin geçmişini sürekli ortaya atarak gerçekleri çarpıtmaya çalışırken Katja’nın avukatının “Müvekkilimin eşi mahkûm değil kurban!” sözü bana göre filmin en vurucu sözlerinden. Akın, uyuşturucu kullanan, acısını vücuduna dövme yaptırarak bastırmaya çalışan, ölmüş kocasının arkasından konuştuğu için annesini evden kovan Katja ile asi, sözünü sakınmayan bir profil çizerken mahkeme salonunda tam tersini çizerek Katja’nın sabrını zorlar; nedeni ise Katja’yı ayakta tutan tek şeyin adaletin yerine gelmesi isteği. Katja, polise ifade verirken uyuşturucu aldığı ortaya çıktığı için yeterince itibarsızlaşan duruşunun mahkemenin kararını etkilemesini istemez çünkü. Nitekim, davalı avukatı bunu kullanarak üste çıkmaya çalışır. Her şeye rağmen Katja mahkeme salonunda sinirlerine hakim olmaya çalıştıysa da oğlunun nasıl ölmüş olabileceği üzerine bilirkişi raporu okunurken kendini kaybedip sanık kadının üzerine saldırır. Bir tek bu sahne bile filmin duygusunu tek başına sırtlayan Diane Kruger’in neden Cannes’da ödül aldığını kanıtlıyor seyirciye.

Başından beri Katja’nın adalet arayışına şahit olurken mahkemenin katiller lehine sonuçlanmasıyla filmin son bölümünde bu arayış intikam isteğine evriliyor. Katja’nın bombacı kadına saldırması üzerine hakimin, mahkeme salonunda duygulara değil sadece gerçeklere önem verildiğini söylemesi üzerine Katja da kendi kurduğu mahkemesinde kendi kurallarına göre hareket etmeye karar verir. Avukatı, temyize giderlerse adaletin bu sefer yerine geleceğini söylese de gerçeği sadece somut kanıtlarla sınırlayan yargıya inancı kalmamıştır onun. Fakat vereceği kararın ağırlığını kaldıracak dirayeti de yoktur. Bu yüzden karavanın etrafında uçuşan kuşu gördüğünde kendi yaptığı bombayı geri alır oradan. Deniz kenarına, rüzgârların başakları uçuşturduğu tarlaya gider, düşünür. Vazgeçtiği hatta affettiği gibi bir izlenim bırakır seyircide. Katja, hiçbir şey yapmasa ne ailesinin intikamını alabilecek ne de acısını hafifletebilecek; onları öldürse belki intikamını alabilecek fakat insan öldürmenin vicdan azabı eklenecek acısına. Düşüncelerinin ardında bu vardır. İki türlü de ailesinin acısı geçmeyecektir. Yine de o bombayı karavana sokar Katja; üstelik yaşadığı acıdan kurtulacak bir çözümle ve yaptığının sorumluluğunu üstlenerek. Bomba yüklü çantasını sırtlayıp katil çiftin ardından karavana girer. Ekranda görülen patlama salt kendinden ibaret değildir. Film boyunca Katja’nın doruk noktasında olan duyguları açığa çıkmıştır sonunda.

Filmin sonu, tam da bu şekilde olur her şeyini kaybeden bir insanın kendinden vazgeçmesi, dedirtiyor insana. Üstelik bu kaybediş ölüm değil öldürülme eylemi ile olmuş ve adalet de sizin yanınızda değilse! Akın’ın, Almanya’nın 2018 Oscar adayı olan Paramparça’yı, son yıllarda Neonazi eylemleri sırasında katledilen Türklere ithaf ettiğini söyleyebiliriz. Fakat film sadece Alman ve Türklere değil dünyanın her yerinde ve şekil değiştirmiş ırkçılığın sebebiyet verdiği acılara ayna tutuyor. Son filmleri ile politik sinemaya yaklaşan Fatih Akın, filmi günümüz bağlamında, iç savaş olan herhangi bir Ortadoğu ülkesinden tüm ailesini savaşta kaybetmiş olarak gelip kendini, yaptığı silah yardımları ile savaşın müsebbibi olarak gördüğü Avrupa’nın göbeğinde patlatan bir intihar bombacısının onu buraya getiren zihni süreçlerini okumamıza fırsat veriyor. Fakat bu okuma, Katja’nın hazırladığı bombayı çiftin karavanının altına yerleştirdikten sonra onların gelmesini beklerken, karavanın etrafında uçuşan kuşa merhamet edip bombayı oradan almasına kadardır. Çünkü nasıl ince bir çizgi üzerinde durduğunun farkındadır.  O, katliamlarda hayatını kaybeden insanların anısına saygısızlık ve bunu yapanlara sempati duymadan salt bir gerçeği masaya yatırmıştır Paramparça ile.

Filmin mesajının çok açık bir biçimde verilmesi eleştirilere kapı açsa da bazı şeyler yüksek sesle söylenmeli belki de; çünkü ölenin de öldürenin de ırkı nihayetinde insan.

Bir Toplumun Özeti: Loveless

Previous article

Fısıldaşıp Sesli Anlatamadığımız Hikayemiz: Foxtrot

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply