0

Bir korku sineması aşığı olarak uzun süredir korku filmleriyle bazı sorunlar yaşıyorum. Kendini tekrarlayan, seyircisini salak yerine koyan, klişeye bulanmış basit işlerin çoğalmış olması bir yana korkuların iyice drama kaymış olması korku türüne zarar veriyor artık. Yavaş kamera hareketleri üzerine eklenen ürkütücü müziklere sığınan birçok yönetmen, korku yaptığını sana dursun, Post Motem, uzun süredir aradığım korkuda modern yaklaşımı bana sunmayı başardı. Yönetmenliğini Peter Bergendy’nin yaptığı Post Mortem, gösterildiği tüm festivallerde büyük bir ilgi görüp ciddi övgüler almış bir film. Benim de 41. İstanbul Film Festivali’nde izleme şansına eriştiğim Post Mortem için söyleyebileceğim: Söylenen tüm övgüleri hakediyor. Hatta daha fazlasını bile söyleyebiliriz.

Kısaca konusuna değinelim… Post Mortem fotoğrafçısı olan Tomas, panayırda işini yaparken Anna ile karşılaşır. Anna ona, köyünde birçok ölü olduğunu ve kendisine birçok iş çıkabileceğini söyleyince Tomas bu teklifi kaçırmaz ve onunla beraber köyüne geçer. Köyde gerçekten de fotoğrafı çekilecek birçok ölü vardır. Lakin ölülerden başka şeyler de vardır. Tomas gelişiyle beraber köyde alışagelmemiş bir hareketlilik başlar. Köylülerin görmezden geldiği bazı varlıklar, Tomas’ın gelişiyle beraber köylülere çok daha fazla rahatsızlık vermeye başlar. Fotoğraflara dahi karışan bu varlıklar Tomas’ın ilgisini çeker. Küçük Anna’yı da yanına alan Tomas, köyün paranormal dedektifliğine soyunur.

Post Mortem, yanı ölüm sonrası fotoğrafçılığı. Tomas’ın işi bu. Bir yakınınız hayata veda ettiyse bile korkmayın, Tomas’a gelin, hiç ölmemiş gibi bir aile fotoğrafı çeksin. Şaka bir yana oldukça ürkütücü bir işi olan Tomas, işinde uzman biri. Korku filmi olmasına karşın film içerisinde Post Mortem fotoğrafçılığına dair de birçok detay görüyoruz. Ölülerin fotoğraf için pozisyona sokulması, eklemlere yapılması gereken müdahaleler, kafayı dik tutmak için gerekenler, makyaj ve daha fazlası ile film mesleğin inceliklerini bizlere aktarıyor. Benim gibi çoğu şeyden rahatsız olmayan birinin bile tüylerini diken diken edecek bir meslek.

Yönetmen Peter Bergendy ve yapımı ne kadar iddia ederse etsin, Post Mortem ilk Macar korkusu değil. Lakin çok iyi bir korku olduğu kesin. Filmin bu kadar övgü almasındaki en önemli sebep, korku unsurunun gece gündüz ayırt etmeden ortaya çıkması. James Wan’ın Insidious’u hariç, korku unsurunu gündüzleri de gösteren bu denli bir film izlemedim. Sadece saat de değil; korku unsuru kalabalığı da hiç dert etmeden kendini gösterebiliyor. Yani klişeleşmiş olan “birbirimize yakın durursak bir şey olmaz” sözü Post Mortem’de geçerli değil. Her an bir şey sizi kalabalığın içinden çekip çıkarabiliyor. Finale doğru giden süreçte bu korku unsurlarının çılgınlar gibi halka saldırdığı ve halkın da sinir krizi geçirdiği bölüm gerçekten şahaneydi. Böylesine cüretkar bir tavrı James Wan bile henüz sergilemedi. Korku unsurunun, ortam doğru kurulduğunda gündüz vakti bile korkutabileceğini bu film sayesinde görmüş olduk.

Film, korkutma, korku unsurunu gösterme konusunda hiç geri planda kalmıyor. Hatta öyle ki film ilerledikçe şiddetini daha da arttırıyor. Komik bir örnek olacak ama Post Mortem, Fast and Furious’un korku versiyonu gibi. Korku, geçen her dakikada daha da hızlanıyor, fantastik anların dozu her geçen anda daha çok artıyor. Daha ne olacak ki dediğiniz her an daha da beteri oluyor, film bir şekilde üstüne koymayı başarıyor. Evet, fantastik kısmın biraz abartıya kaçtığını söylemem gerek. Lakin yine de izlerken hiç sırıtmıyor. Bu tercih de filmi sevmemdeki sebeplerden biri oldu. Film size nefes alma vakti vermeden yeni aksiyonlar ile geliyor, arayı gereksiz dramatik background hikayeleri ile doldurmuyor.

Görece amatör bir film olduğunu söylemek gerek. Oyunculuklar yer yer çok iyiyken yer yer göz tırmalıyor. Yönetmenin kendisi de öyle. Tercihleri bazen çok etkileyici gözükürken bazen absürt kaçıyor. Ahıra döndükleri ve ölüleri ayakta belirli bir düzende gördükleri sahne, oldukça saçma bir sahne olmasına karşın niyeyse hoşuma da gitti. Filmde bu gibi bir sürü saçma şey olsa da akış gereği film sıkmıyor, sonuna kadar kendini izlettiriyor. Evet, finale güldüm. Evin yere gömülmesine bile kabulüm lakin bir devam filmi gibi davranılmış olması güldürdü. Ve gerçekten de saçmaydı.

Sözün özü… Post Mortem, işi gereği bir kasabaya gelen Tomas karakterinin paranormal dedektifliğe bürünmesini ve dedektiflik süresince artan doğaüstü saldırıları anlatan enteresan bir film. Yaşananların sebeplerini anlatma gereği dahi duymayan film sadece korkuya odaklanıyor. Korku unsuru, gece gündüz ayırt etmeden kalabalıklar içine dalabilecek kadar cüretkar. Bu cüretkarlık da bitmek bilmeyen, her dakikada daha da hızlanan bir aksiyon doğuruyor. Hollywood’un klişeleşmiş korkularının yanında altın gibi duran Post Mortem, tüm övgüleri hakediyor. Uzun süredir izlediğim en iyi korkulardan biri olan Post Mortem, kesinlikle özel bir film.

8

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Cesur Şair, Korkak Aşık: Cyrano

Previous article

Herkes Gelip Geçecek: Vortex

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply