0

Bilimkurgu. Birbirinden çok farklı şekillerde etkilenmeye açık, en sevdiğim türlerden biri. En azından ortaya çıkan ve çıkabilecek yüzlerce fikirle birlikte. Öyle ki bu türde herhangi bir kitap okuduğumuzda veya bir şey izlediğimizde referans ve bağlantıları da açıkça görebilmekteyiz. Büyük bir fikrin altında yatan küçük küçük fikirler, bu küçük fikirlerin üzerinde de kurulabilecek hikayeler vardır (ya da tam tersi);  Westworld’ün (HBO) yaratıcılarından olarak tanıdığımız ve şimdiye kadar sadece tek bir dizi bölümü çekmiş Lisa Joy, ilk uzun metrajı Reminiscence ile bizi tam da bu şekilde karşılıyor işte.

Reminiscence; günümüzden bakıldığında çok da uzak olmayan gelecekte, iklim krizi sebebiyle şehirlerin sularla birlikte yükseldiği alternatif bir cep Cyberpunk atmosferiyle açılıyor. Kirli siyasilerin, polislerin ve yozlaşmaya yüz tutmuş bir toplumun içerisine serpiştirebileceği güzel bir fikre sahip olan Lisa Joy ise elindeki bu materyali, aşk hikayesi anlatarak harcamayı seçiyor.

Nostaljinin hayat tarzına dönüştüğü bu gelecekte, pek de umudunuz kalmayınca geçmişinizdeki anılarınız üzerinden yolculuğa çıkabileceğiniz bir teknoloji geliştirilmiştir. Hugh Jackman’ın canlandırdığı bilim insanı Nick Bannister bunu işi haline dönüştürmüş, sadık müşteriler edinmiştir. Bazı zamanlarda ise uzmanı olduğu bu teknolojiyle soruşturmaların açığa çıkmasında da yardımcı olmaktadır. Anahtarını kaybettiği ve yerini hatırlamak istediği gerekçesiyle bir gece ansızın kapıdan içeri giren Mae’e (Rebecca Ferguson) aşık olup filmin ilerleyen dakikalarında onunla ilişki yaşayacak olan Nick, dünyasının başına yıkılacağı tehlikeli durumlarla karşılaşacağından ise henüz habersizdir.

İlk filmini tam olarak bu temeller üzerine kuran Lisa Joy, Westworld’ten de aşina olduğumuz bir kurgu ile kafa karıştırmaya ve sizi şaşırtmaya çalışıyor ama bu konuda maalesef dizideki kadar başarılı olamıyor. Zaman döngüsünün ilk perdede birbirinin içine girdiği, sonrasında uzatıla uzatıla suyu çıkan film, seyirciyi odağında tutmakta zorluk çekiyor. Elinizde aslında 1 saat olabilecek dizi bölümü, hatta kırpıp biçildiğinde kısa filme bile dönüşebileceği aşikar, anlatılış biçimi vasat, filmin başından itibaren kurulumu iyi yapılamamış, inandırıcılığı az saplantılı bi aşk hikayesi kalıyor.

Kurguda sınıfta kalan bu filmin tabii ki de iyi yanları var. Hatta bunlar salondan çıktığımda bu filmi sevip sevmediğimi henüz anlayamadığım bir ikileme bile düşürdü beni. Hugh Jackman’ın sıradan performansına rağmen karakterine yüklenen dedektiflik portresi, şehirde gerçekleşen bazı kirli yapılanmalar, toplumsal gözlemler, gece atmosferi ve şu an aklıma gelmeyen kullanılmış birkaç küçük detay daha… Temelleri bir aşk hikayesi yerine; bu ve bunun gibi şeyler üzerine kurulan olayların teknolojiyle gün yüzüne çıkabildiği, Mindhunter’ı andıran bir bilimkurgu filmi ortaya çıkabilseymiş eğer bu film hakkında şu an çok daha farklı şeyler de konuşuyor olabilirdim.

Reminiscence’ın; tek başına yaratıcısı, yazarı ve yönetmeni Lisa Joy’un ilk filminin olmasını istediği çok şey var. Inception olmak istiyor, kıyısından dönüyor. Minority Report olmak istiyor, fikrini geliştirip büyütmekte zorlanıyor. Ve verilebilecek bir sürü örnek daha.. Böyle bir fikir üzerine twistlerle doldurmaya çalıştığı aşk hikayesini anlatırken kurmaya çalıştığı bağlantılar, bazı sahnelerin filmin akışına ve  tamamına hizmet etmiyor oluşu da Reminiscence’ın en büyük eksilerinden oluyor.  Ne müzikler akılda kalıcı, ne de sinematografik olarak doyurucu bir iş var karşımızda. Hatta filmin mizah anlayışının olmamasına rağmen kendini çok ciddiye alırken bazı anlarda komik duruma düşmesi de negatife sürüklüyor.

Kısacası; Reminiscence, yüksek bütçeli bilimkurgu filmi açlığı çektiğimiz şu pandemi döneminde Dune gelene kadar bizi idare edebilecek, defolu yanlarına rağmen sinemada izlenilebilecek ortalama bir film. Ayrıca Hugh Jackman ve Rebecca Ferguson’ı birlikte izlemek ne kadar kötü olabilir ki?

Daha iyi filmlerde sinemada görüşmek üzere. Herkese iyi seyirler.

EK: HBO Max, bu filmdeki gelecekte geçen bir dizi falan yapmak isterse, umarım 5. paragrafın sonunda yazdığım gibi bir şeyler yaparlar. Heyecanla bekler, merakla da izlerim açıkçası.

5

Umut Tiryaki
Genel yayın yönetmeni ve yazar.

Durmayı Bilmek Gerek: Druk

Previous article

Sonunda İyi Bir Korku Filmi: Candyman

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply