0

Twilight ve Teen Wolf gibi film ve dizilerden sonra vampirlerin tarihi lekelenmiş olsa da hala sinemanın önemli unsurlarından biridir bu kan emiciler. Lütfen kızmayın, yazı benim yazım. O sebeple kişisel görüşlerimi de aktarmak istiyorum. Twilight, rezalet bir iş. Size vampir denince aklamı gelen isimleri sayıyorum: Blade, Dracula, Interview with the Vampire ve daha fazlası. Bir hatayı düzelterek yazımıza başlayalım: Vampir denince aklımızda oluşan şey, sinemadan bize kalan bir mirastır. Halbu ki vampir dediğimiz “şey” sinemadan binlerce yıl eskidir. Vampir’in bir sinema unsuru olması, tamamen sinemacıların işidir. İnandığımız çoğu şey zaten sinemacıların işidir. Hele hele modern vampir dediğimiz şeyin özellikleri tamamen sinema kurmacasıdır. Vampirler güneşte ölmez! Külliyen yalan. Bu gibi detaylar işte hep yönetmen F.W. Murnau ve yazar Bram Stoker’ın suçudur. Sinemadaki vampirler ile gerçek vampirlerin farkını anlayabilmek için önce vampirlerin tarihini bilmek gerekir. Gelin size biraz bu kan emicilerin tarihlerinden bahsedeyim. Vampirlerin esasında ne kadar eski olduklarını ve “gerçek” olduklarını öğrenip biraz şaşıralım.

Vampir; Babil zamanında bile bahsedilen bir varlıktır. Babil M.Ö. 1894 yılında kurulmuştur. Yani bilinen ilk vampirler takriben 3800 yaşındalar. Kesinlikle sinemadan daha eksiler anlayacağınız. Babil döneminde adları geçen ilk vampirler günümüz vampirlerinden oldukça farklıdırlar. Vampir’in insanlık ile temasının tarihe geçmesi Orta Çağ’a tekabül eder. İngiltere’de yaşayan Galli Walter Map’in kan emen ve ölünce dirilen bir yaratığın bütün köyü öldürdüğünü iddia etmesi tarihteki ilk vampir vakalarındandır. İlk bilim insanları vampirleri şöyle açıklamıştır:

Aşırı güçlüdürler, yüzlerinde çöküklükler vardır, hasta gibi görünürler, çok hızlıdırlar, tenlerinin ısısı hep değişir ve “güneşten etkilenmezler”.

Bu açıklama, ilk vampirlerin hasta insanlar olduğu kanısına varmalarını sağlamıştır. Hatta Kaliforniya Üniversitesi’nden Wayne Tikkanen adlı kimya profesörü, vampirlerin hasta insanlar olduğunu resmen iddia etmiştir. Profesör, bu kişilerin Porfiria hastalığına yakalandığını söyler. Bir çeşit kan hastalığı olan Porfiria ilerlediği zaman kişide kızılötesi ışınlara karşı zayıflık, deride kararma, kıllanma ve acı çekme gibi semptomlar gösteriyor. Zamanla da kişinin delirmesine sebep oluyor. Aynı profesör, kanın yararlı geldiğine inandıkları için de kan emdiklerini iddia etmiştir. Fakat profesörün bu iddiası hemen çürütülür. Porfiria’nın birçok çeşidi vardır ve bunlardan çok ama çok azı deride değişikliğe sebep olur. Olasılığın çok az olduğu bir hastalık için ise tarihte çok fazla vampir hikayesi vardır.

Vampir hikayeleri dünyanın her yerinde vardır. İlk resmi vampir hikayesi Vikram ve Vampir’dir. M.Ö. 700’lerde yazıldığına inanılan sankritçe yazı Kathā-Sarit-Sāgara adlı kitabın 12. cildinde yer alıyor. Avrupa’dan, Hindistan’a hatta Türkiye’ye kadar yolları düşmüştür. Türkiye’de Vampirlerle alakalı var olan en meşhur olaylardan biri şöyledir:

Tırnovada cadılar türedi. Gün battıktan sonra evlere dadanmaya başladı. Zahir’e dair un, yağ, bal gibi şeyleri birbirine katar ve bazen içlerine toprak karıştırır. Yüklüklerde bulduğu yastık, yorgan, şilte ve bohçaları didikler, açar, dağıtır insanların üzerine taş, toprak, çanak ve çömlek atar, hiç kimse bir şey göremez. Birkaç kadın ve erkeğin üzerine saldırmış. Bunlar çağrıldı, soruldu: “Üzerimize sanki manda çökmüş sandık“ dediler. Bu yüzden mahalle halkı evlerini başka yana taşımışlardır. Kasaba halkı bunların cadı denilen habis ruhların eseri olduğunda ittifak etti. İslimye kasabasında cadıcılık ile tanınmış Nikola adındaki adam getirildi ve kendisiyle 800 kuruşa pazarlık edildi. Bu adamın elinde resimli bir tahta vardı. Mezarlığa gider, tahtayı parmağının üzerinde çevirir resim hangi mezara bakarsa cadı o mezardaki habis ruh imiş. Büyük bir kalabalıkla mezarlığa gidildi. Resimli tahtayı parmağında çevirmeye başlayınca resim sağlıklarında yeniçeri ocağının kanlı zorbalarından Tekinoğlu Ali Alemdar ile Apti Alemdar denilen iki şakinin mezarına karşı durdu. Mezarlar açıldı. Cesetler yarım misli büyümüş, kılları ve tırnakları da üçer dörder uzamış bulundu. Gözlerini kan bürümüş, gayet korkunç idi. Mezarlıktaki bütün kalabalık bunu gördü. Bu adamlar sağlıklarında her türlü pis çirkin işi yapmış, ırza, namusa, mala saldırmış, adam öldürmüş Yeniçeri ocakları kaldırıldığı zaman her nasılsa yaşlarına bakılarak cellada verilmemiş ecelleri ile ölmüş kişilerdi. Sağlıklarında yaptıkları yetmezmiş gibi şimdi de halka habis ruh olarak tebelleş olmuşlardı. Cadıcı Nikola’nın tanımına göre , bu gibi habis ruhları defetmek için cesetlerin göbeğine birer ağaç kazık çakılır ve yürekleri kaynar su ile haşlanırmış. Ali Alemdar ile Apti Alemdar’ın cesetleri mezardan çıkarıldı. Göbeklerine birer ağaç kazık çakıldı ve yürekleri bir kazan kaynar su ile haşlandı. Fakat hiç tesir etmedi. Cadıcı “bu cesetleri yakmak gerek” dedi. Bu hususda şer’an da izin verildi ve iki yeniçerinin mezardan çıkarılan cesetleri mezarlıkta yakıldı. Çok şükür kasabamız da cadı şerrinden kurtuldu.

1820’lerde bir eleştirmen “Vampiri olmayan tiyatro yok“ diye isyan eder. O sırada Sheridan Lefanu‘nun 1872’de yazdığı “Carmilla” adlı oyunu sahnelenmektedir. Sahneye erkek vampirler arasına bir de kadın vampir alınır. Kadına “vamp” denir. Bu vamp kelimesi de 1820’den günümüze kadar gelir.

Vlad Tepes

1897 yılında Bram Stoker adlı İrlandalı bir adam “Drakula” adlı bir kitap yazar. Bram Stoker, bu hikayeyi yazabilmek için bütün vampir mitlerini toplar ve hepsini birbirine karıştırarak kendi vampirini oluşturur. Dracula isminin de nereden geldiği bilgisini hemen tazeleyelim: Kazıklı Voyvoda, yani Vlad Tepeş. Bram Stoker’ın yazdığı kitap sonrası vampir dediğimiz varlığın özellikleri üç aşağı beş yukarı oturmuş olur. Bu sebeple Bram Stoker’ı Vampir’in tanımını yapan ilk kişi olarak da kabul edebiliriz. Ama sizin vampir olarka bildiğiniz yaratığın yaratıcısı Alman yönetmen F.W. Murnau’dur. Dışavurumculuk filmlerinin patlak verdiği dönemlerde, 1922 yılında Nosferatu adlı bir film çeker. Bu film, bilinen bütün vampir mitlerini yerle bir eder. Stoker’ın yazdıklarından yola çıkaran kendi vampirini oluşturan Murnau, artık aklımızda kalacak o ilk vampiri oluşturmuş olur. Kazık çakınca ölen, sarımsaktan korkan, güneşe çıkamayan, şatosundaki tabutta yatan bir varlık. Hikayenin sonunda yakılarak öldüren o kan emici. Yalnız Murnau’nun başı film yüzünden belaya girer. Film, Bram Stoker’ın Dracula’sına o kadar benziyordu ki, burada şaşırılacak bir şey yok, yayın hakkı sahipleri Murnau’yu dava eder ve filmin bütün kopyaları maalesef yok edilir. Film, 1994’te yeniden düzenlenene kayıp bir film olarak kalır. Günümüzde izlediğimiz Nosferatu, yeniden düzenlenmiş olan kopyasıdır.

Lakin Nosferatu, ilk vampir filmi değildir. Tarihteki ilk vampir filmi 1896 yılına ait Le Manoir Du Diable adlı bir filmdir ve Fransız bir yönetmen George Melies’e aittir. Fakat filmdeki varlıklar tam olarak Vampir tanımına uymadığı için ve sinema o zamanlar daha yeni keşfedilen bir sanat olduğu için gerekli etkiyi oluşturmamıştır. İçinde “vampir” kelimesinin geçtiği ilk film de 1915 yapımı “Zhenshchina Vampir” filmidir. İlginç bir şekilde film Rus yapımıdır ama maalesef kayıp filmlerden biridir. Sonuçta büyük resme baktığımızda Nosferatu, sinemada vampirler adına milat olarak sayılır.

Nosferatu, Vampirlerin doğasına odaklanan, dönemine göre başarılı bir gerilim filmidir. 1922 yılından sonra birçok vampir filmi denemesi olsa da kayda geçen en değerli çalışma 1931 yapımı Dracula’dır. Murnau sonrası Vampirler ana akımın eline geçer. 1920’den sonra artmaya başlayan korku filmleriyle beraber vampir filmlerinin de seri üretimleri başlar. Universal’ın çektiği klasikleşmiş Dracula filminde baş rolde Bela Lugosi vardır. Bela Lugosi, Dracula ile özdeşleşen ilk oyuncudur. Kendisi Dracula olmayı o kadar benimsemiştir ki vasiyetinde tabuta pelerini ile konmasını istemiştir. Öyle de olmuştur. Saygı ile anıyorum.

Bela Lugosi

1943’e kadar çeşitli vampir filmleri yapılır. 1943’te ise bir diğer Dracula ile özleşen isim Lon Chaney, Jr. ortaya çıkar. Christopher Lee’ye kadar pelerin ona emanet edilir. Christopher Lee’ye kadar bütün Vampir filmleri Bram Stoker’dan lisans aldıkları için Universal’a aittir. Lee sonrası filmler ise Hammer Films tarafından yapılır ve yepyeni bir vampir serisi başlatılır. Fun fact: Vampirler, sinemaya o kadar çok uyarlanır ki, 2005 yılında tarihin en çok uyarlanmış “kurmaca” karakteri olarak tarihe geçerler.

Lee’nin canlandırdığı Dracula filmleri maalesef pazarlamanın kurbanı olur. 7 filmde oynayan Lee, sadece 2 tanesinde ciddi rollere sahiptir. Dracula üzerinden filmler yazan Hammer, Lee’ye çok az rol vermiştir. Lee de zaten 2005’te yaptığı bir röportajda bunu belirtmiş ve şikayet etmiştir. Hammer döneminde Dracula pazarlama ürününe dönüşür. Dracula’nın Kızı, Dracula’nın Damadı, Dracula’nın Gelini ve benzeri bir sürü B-Film’i yapılır. Çoğu hatırlanmayacak türden filmlerdir.

Vampirler sadece Hammer’ın tekelinde kalmaz tabii, ülke ülke gezmeye başlar. Budapeşte’den İstanbul’a her şehre uğramaya başlarlar. Mesela zamanda biraz geri gidelim ve 1953’e gelelim: Türkiye sinemalarında Drakula İstanbul’da adlı amatör bir film vizyona girer. Mehmet Muhtar’ın yönetmenliğini yaptığı bu filmi zamanında Fantasturka sayesinde sinemada izleme şansına eriştim. Amatör bir film olmasına rağmen eldeki şartlara ve imkana rağmen çok başarılı bir iş çıkartılmıştır. Üzücü tarafı, kendi ülkesinde hiç ilgi görmeyen filmin bazı teyitsiz kaynalara göre Amerika’da gösterildiği ve ayakta alkışlandığı söylenir. Drakula İstanbul’da aynı zamanda Türkiye’deki ilk vampir filmidir.

Nosferatu the Vampyre

Sene 1979, Alman yönetmen Werner Herzog, Nosferatu the Vampyre adlı bir film çeker. Film, Vampir klasiklerinden biri olarak literatüre girer. Sene 1976, David Cronenberg, Rabid adlı bir film çeker. Vampirlik bu sefer bir virüs gibi anlatılır. Bu tercihin temeli de 1971 yılında çıkan Richard Mathenson’a ait I Am Legend adlı romandır. Sonra bu roman bildiğiniz üzere baş rolünde Will Smith’in oynadığı bir film olur. The Omega Man ve The Last Man On Earth, aynı şekilde romandan yola çıkarak yapılmış filmlerdir. Sene 1972, porselen gibi beyaz olmasıyla bilinen Dracula ilk defa siyahi olur. Blacula olarak vizyona giren film döneminde oldukça ses getirir, karakterin serisi yapılır. 1980’ler. Vampirler artık komedi unsuru olarak da kullanılır. 1988 yapımı My Best Friend Is a Vampire ve 1995 Mel Brooks yapımı Dracula: Dead and Loving It vampirlik ile dalga geçen filmlerdir.  Sene 1992, Buffy the Vampir Slayer adlı bir komedi filmi çekilir. 1997 senesinde aynı isimde bir TV dizisi başlar ve tam 4 sene sürer.

Vampir filmi furyasına bir de Francis Ford Coppola dahil olmuştur. 1992’de çektiği Bram Stoker’s Dracula adlı filmi diğerlerinden biraz farklıdır. O, Dracula’nın gerçek kimliği Vlad Tepes’i hikayeye katar ve Dracula’yı daha kişisel bir şekilde anlatır; karakterin sadece vahşi tarafına değil aynı zamanda karakteristik özelliklerine de odaklanır. Televizyonda binlerce kez gösterilen bu filmi büyük ihtimal siz de izlemişinizdir. Şahsen çocukluk travmalarımdan biri de bu filmdir.

1990’lara kadar bir sürü filmi yapılan vampirler zamanla popüler kültür ögesine dönüşmeye başlar. Benim gibi 20’lerinde olan gençlere vampir dendiğinde akla gelen filmler bellidir. Yaşı yettiyse Coppola’nın Bram Stoker’s Dracula’sını çocukken izlemiştir. Keza Anne Rice’ın romanından uyarlanan ve içinde Tom Cruise, Brad Pitt, Antonio Banderas gibi isimlerin olduğu Interview with the Vampire: The Vampire Chronicles‘ı izlemiştir. CNBC-E sayesinde Buffy’yi tanıyordur. Wes Craven’ın Brooklynli vampiri Eddy Murphy’yi biliyordur. Steam Punk örneği olan League of Extraordinary Gentlemen, Hugh Jackman’ın oynadığı Van Helsing, Blade serisi ve Underworld serisi vampirleri iyice dövüşçü yapar. Vampirleri korkunçtan çok karizmatik ve kötü baronlara çeviren bu yapımlar arasında çeşitli güzel vampir filmleri yapılmadı değil. 30 Days of Night ve Let Me In gibi filmler vampirlerin vahşiliğini sergileyen son örneklerdendir.

Let Me In

90’larda klasik kalıbını koruyan vampir filmleri maalesef 2000’lerde Hollywood’un kabuk değişimi sebebiyle bambaşka yola sapar. Biz ve bizden sonra gelenler de bu sapmayı izliyor şu anda. Vampirler kan emici yaratık kimliğini zamanla kaybedip dövüşen ve sevişen  seksi varlıklara dönüştürülür. Twilight, Teen Wolf, True Blood, The Vampire Diaries gibi filmler ve diziler maalesef vampirleri ergenlik kalıbına sıkıştırdılar. Ve enteresan bir şekilde çok ciddi ilgi gördüler.

Günümüzde vampirler ile alakalı çok ciddi çalışmalar yapılmıyor maalesef. Ergenlik kalıbı da hala duruyor maalesef. Vahşi, kan emen vampirlerin evrimleşmiş halleri dizilerde ve filmlerde yer alıyor. Onlar da kendi aralarında şekilleniyor, herkes kendi vampirini kurguluyor. Blade filminde yer alan vampir ile Supernatural dizisinde yer alan vampirler aynı değil mesela.  M.Ö. 1800’lerden günümüze kadar gelen vampir hikayeleri aynı insanın değiştiği gibi değişerek geldi. 1900’lerin başında gotik tarzı ile arzı endam eden bu varlıklar, 1900’lerin ortasında şatosundaki kötü adama dönüştü. Şimdilerde ise bizim gibi giyinen, kalabalık içine karışan sıradan vatandaşlara dönüştüler.

What We Do in the Shadows, günümüz vampiri ile dalga geçen harika bir filmdir. Yüzlerce yıldır hayatta olan 4 vampirin hikayesinin anlatıldığı filmde, bu vampirlerin günümüz şartlarına ve teknolojisine alışma çabalarını izliyoruz. Madem bu güne kadar geldiler, onlar da teknolojiden faydalansın, değil mi?

Vampir, tarihini bilmeyenler için her daim bir sinema ögesi olarak kalacaktır. Halbu ki 3800 yıldır varlığına inanılan, yüzlerce hikayeye konuk olmuş ama gerçekliği bir türlü kanıtlanamayan bir varlıktır. Cihangir’e bile uğramışlar. O kadar çoklar, siz düşünün. Bu mitolojik varlıklar birçok kitaba konu olmuşlar ama Bram Stoker çıkıp da bütün hikayeleri derleyip toplayana kadar ciddiyetlerine ulaşamamışlar. Bram Stoker sonrası Murnau’nun filmiyle de bir nevi Vampir’in doğuşu gerçekleşmiş oldu.

Günümüzde izlediğimiz vampirlerin temelini Bram Stoker ve Murnau atmış olsa da modern vampirler bu temellerden oldukça uzaklar. Tarihleri oldukça bulanık. Zaten artık vahşi de değiller. Çapkınlık peşindeler. Nerden nereye? Vampir filmleri artık eskisi gibi yapılmıyor. Hem yaratıcı bir fikir bulunamamasından hem de etinden ve sütünden artık yararlanılmış olmasından ötürü tercih edilmiyor. Zaten seyirci de bu karakteri ezberledi.

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Sapınkılığı Ölüm Bile Durdurmuyor: The Corpse of Anna Fritz

Previous article

Ölsem De Bırakmam: Nina Forever

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply

More in Sinema