0

Fantastic Mr. Fox gibi olağanüstü bir stop-motion’dan sonra 2018’de vizyona giren ve ona nazaran sönük kaldığını düşündüğüm 2. animasyon filmi Isle of Dogs’u saymazsak The Grand Budapest Hotel gibi modern bir başyapıttan bu yana tam olarak 7 yıl geçti. Hazır olmasına rağmen pandemi nedeniyle sürekli ertelenip duran, hatta bir ara Disney’in gelecek 10 yıllık planında bile tarihini belirsize sürüklediği Wes Anderson’ın yeni filmi The French Dispatch’e; Filmekimi’nde, Türkiye’deki ilk gösterimlerinden biriyle birlikte artık kavuşmuş bulunmaktayız.

Sinemasını evrensel bir seviyeye ulaştırıp kendine has bir mizaha, teknik beceriye ve anlatım diline sahip olan Wes Anderson’ın filmleri artık dünyanın dört bir yanında, binlerce insan tarafından merakla beklenir hale geldi. En başından bu yana sürekli üstüne koyarak ilerleyen Wes’in nasıl bir gelişim gösterdiğini, ne zaman usta seviyesinde bir işe imza attığını ve ilk başyapıtını nasıl verdiğini; filmografisini, krolonojik ya da karışık bir şekilde izlediğinizde farkına varabilirsiniz. Bu özellikle bende böyle oldu. 98 doğumlu biri olarak sanki bu filmleri çıktığı günlerde izlemişim gibi size aktarayım;

1996 yılında ilk uzun metrajı Bottle Rocket ile sinemaya giriş yaptığında henüz ”bakın bu bir Wes Anderson filmi” diyebileceğimiz tarzından oldukça uzakken ondan tam 2 yıl sonra Rushmore ile yıllar sonra çekeceği filmlerin neye evrileceği konusunda çok küçük izler barındırıyordu. 2001 yılına gelindiğinde şu an bile bir filmografi sıralaması yaptığımızda en üstlere koyduğumuz The Royal Tenenbaums‘u sinemaya bahşederek rüştünü ispatladı. Öylesine tekinsiz bir aileyi; o kadar iyi, eğlenceli ve yer yer öylesine hüzünlü işliyordu ki filme ve kendisine hayran kalmamak insanlar tarafından kaçınılamaz gibi bir şeydi. Yıl 2004 oldu ve benim izlediğim günden bu yana ustalık eseri olarak gördüğüm The Life Aquatic with Steve Zissou’u seyircisinin beğenisine sunan Wes, şu ana kadar 10 film bulunan filmografisinde 4. uzun metrajına kadar sürekli bir yükseliş gösterirken artık inişli çıkışlı bir kariyer adımı atmaya başladı. Bazen çok eğlenceli bazen ise depresif filmlere imza atan Wes Anderson, Steve Zissou’dan sonra eğlenceli filmlerinin sadece birinde başarılı oldu. ”Depresif Wes Anderson” olarak değerlendirdiğimiz döneminde çektiği filmlere örnek olarak The Royal Tenenbaums, The Life Aquatic with Steve Zissou, The Darjeeling Limited, Fantastic Mr. Fox’ı ise direkt verebiliriz. Ve The Grand Budapest Hotel dışında kalan en iyi 3 filmini bu zamanlarından verdiği konusunda oturup bi anlaşmaya da kesinlikle varabilirim.

Wes Anderson, 10. uzun metrajı The French Dispatch ile muhteşem bir fikir buluyor ve sinemasını bir sonraki seviyeye taşıyarak deneysel bir işe imza atıyor. 100 yıl önceki bir güne ait bir gazeteyi bulmuş da okuyormuşuz gibi bir hissiyat bırakıyor; yarattığı atmosfer ile de birlikte ya okuduğumuz şey gözümüzün önünde canlanıyor gibi oluyor ya da direkt teknik olarak mükemmel bir filmin kollarında buluyoruz kendimizi. Bu film de ne kadar Wes Anderson mizahı içeriyor olsa da bir önceki paragrafta da belirttiğim üzere ”Depresif Wes Anderson” dönemine ait, The Darjeeling Limited ile diğer depresif Wesler’e göre  sönük kalan filmlerinden birine dönüşüyor. Hatta The French Dispatch’i izlemiş, hakkında yazıyorken bütün Wes Anderson filmografisini bitirmiş biri olarak sıralamamı da bu yazıya iliştireyim.

 1)  The Grand Budapest Hotel2014
 2)  The Life Aquatic with Steve Zissou2004
 3)  Fantastic Mr. Fox2009
 4)  The Royal Tenenbaums2001
 5)  The French Dispatch2021
 6)  Isle of Dogs2018
 7)  The Darjeeling Limited2007
 8)  Moonrise Kingdom2012
 9)  Bottle Rocket1996
10)  Rushmore1998

Geçtiğimiz günlerde isminin duyurulduğu Asteroid City’nin çekimleri devam ederken yine The French Dispatch duyurulduğu zaman olduğu gibi neredeyse her gün yeni bir oyuncunun filmin kadrosuna katıldığı haberleri geliyor ve ”bu kadar iyi oyuncunun olduğu film nasıl güzel olabilir?”, ”her biri ne kadar süre kamera önünde kendine yer bulabilir ki?” gibi şüphelere daldığınızı bilen ve The French Dispatch’i  daha yeni görmüş biri olarak size şunun garantisini verebilirim; Wes Anderson dahiyane fikirlere sahip vizyona ve teknik beceriye sahip muhteşem bir yönetmen. Birbirinden iyi onlarca aktör ve aktrisi birbirlerine eşit süre ve karelere dağıtarak bu film özelinde bulduğu fikre adapte ediyor ve oyuncuların kameraya değil, kameranın oyunculara hizmet ettiği The Grand Budapest Hotel’de de yaptığı gibi bizimkine paralel realistik bir dünyanın kapısını yeniden aralıyor.

Fakat tüm bunlara rağmen The French Dispatch özelinde ters giden bir şeyler var. Wes Anderson sanki ona hayran olan insanlara, onu sevmeyip sürekli renkli dünyalarına sığınan bir yönetmen olarak görenlere ve kendisine karşı büyük bir meydan okuyor. Altında ezilmiyor belki ama yer yer kendisine karşı kötü hissettiriyor. ”Renkli dünyalarıma mı sığınıyorum? Alın bakın ben siyah beyaz filmi de iyi çekebiliyorum.” ”Sadece 4:3’te mi başarılıyım buyrun bakın aynı anda bütün formatlarda da film yapabiliyorum.”, ”Siz yönetmenler tek karede tek bir şey mi gösterebiliyorsunuz? Ben 2-3 tane farklı şeyi aynı anda gösterebiliyorum.” gibi dev çaplı bir buhran yaşatıyor.
Bu sıralar Filmekimi’nde ilk gösterimini yapan ve 3 Aralık’ta ülkemizde vizyona girecek olan The French Dispatch, sinemanın doğuşundan bugüne kadar değişen ve gelişen bilgi-birikimin, Wes Anderson sineması ve zekasının ”özellikle” teknik olarak şimdiye kadar çıkabildiği birkaç en üst noktadan biri. Bütün olarak bir filmden ziyade birbirinden farklı birkaç kısa filmden oluştuğu ama tek bir temaya indirgenen, dönemsel olarak bilinçli yapılmış politik mesajlarla bezeli deneysel bir iş ve deneysellik adı altında inceleyip bütün Wes Anderson filmografisine baktığımızda rahatlıkla ilk beşimizde yer alacaktır.

Sinemada görmeniz dileğiyle, hoşça kalın…

7

Wes Anderson, "The French Dispatch" ile çok güzel bir fikir bulmuş, sinemasını bi sonraki seviyeye taşıyarak deneysel çalışmış. 100 yıl önceki bir günün gazetesini bulmuş da okuyormuşuz gibi bir hissiyat bırakıyor. Depresif Wes geri döndü, bu sefer biraz narsist ama..

Umut Tiryaki
Genel yayın yönetmeni ve yazar.

Welcome to BlumHouse: Bingo Hell, Black As Night, Madres, The Manor

Previous article

İyilikten Maraz Doğar: A Hero

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply