0

Eskiden ulus devletlerinin geleneksel orduları savaşırdı. Üniformalı adamlar, mesela naziler falan. Ancak hiç lüzumu yokken bir yeri istila ettiğinizde kendinizi sıradan giyimli, sıradan insanlarla savaşır halde bulursunuz. O insanlara isyancı denir. Silaha sarılmışlardır çünkü ülkeniz istila edilse siz de öyle yapardınız.

Eğer bol çatışmalı, aksiyonun bol olduğu bir savaş filmi arıyorsanız üzgünüm ama yanlış filmdesiniz. War Machine; savaş sahnelerine sadece 5 dakika ayıran, Amerika’nın doğudaki amaçsız politikasını derinlemesine anlatmaya çalışan oldukça trajikomik bir film. Son zamanlarda Amerika’nın savaştığı ülkelerle alakalı politikalarını eleştiren bir sürü film çekiliyor. Hepsi de “neden savaşıyoruz” sorusunu sorup eleştiri oklarını yöneltiyor. Ama bunların hiçbiri bir War Dogs ya da War Machine kadar başarılı-etkileyici değil. Özellikle War Machine, hikayesindeki karakterlerin gerçek olduğunu ve bu karakterlerin gözünden anlattığını hesaba kattığımızda absürdlüğü tavan yapan bir film.

Biliyor musunuz bilmiyorum, açıkçası ben de çok anlamıyorum ama Amerika’nın şu anda savaşta olduğu tam tamına 8 ülke var. Belki de 9. Kaçırmış olabilirim. Her gün birilerine savaş açıyorlar. Fakat gelin görün ki onlar bile tam olarak neden savaş açtıklarını bilmiyor. Politik sebeplerin bir şekilde petrolle alakası olduğundan bence hepimiz hemfikiriz. Çünkü neden? Kaynak, her şeydir.

Bugüne kadar kadar birçok kez Amerika’nın ölüme yolladığı askerler filmi izledik: Platoon, The Thin Red Line, Apocalypse Now ve diğer güzel örnekler. Hepsi takım elbiseli politikacıların bencilce ama özünde amaçsızca kararları yüzünden ölüme gönderilen askerlerin hayatta kalma mücadelesini anlatıyordu. Fakat War Machine, hiç savaş göstermeyerek doğudaki savaşın temelindeki sebeplere odaklanmayı tercih ediyor. Özellikle de Amerika’nın “barış getiriyoruz” temasının üzerinde duran film, savaşın arka planında dönen birçoğumuzun bilmediği, göremediği olayları askerlerin üzerinden anlatıyor.

Baş rolünde Brad Pitt’in olduğu film, hayatını asker olmaya adamış bir asker olan Glenn McMahon’un hikayesini anlatıyor. McMahon, Amerika’nın kullanılabilir oyuncağıdır. Evet, aynen öyle: Oyuncak. Amerika, hayatını asker olmaya adamış, 8 senede karısını sadece 30 gün görebilmiş McMahon gibi tipleri doğudaki sözde savaşı kontrol altında tutmaları için ordunun başına gönderiyor. Bu adamları da sorgulamaya başladıkları zaman düzenli bir şekilde değiştirip közü sıcak tutmaya devam ediyor. Ne zaman ki bu askerler işin içinden çıkamaz ya da sorgulamaya başlarsa, hop, Amerika konudan bi haber olan yeni bir manyak gönderiyor.

Glenn McMahon da bunlardan biri. Afganistan’ı işgal ederek barış getireceğini iddia ediyor. Buna gerçekten inanmış biri; en kötüsü de bu ya. Rutinleri olan, kendine özel kurallar koymuş enteresan bir karakter. Oldukça kaz kafalı. Kültürsüz demek ağır kaçar ama bilgili olmadığı kesin. Aynı şekilde ekibi de öyle. Glenn, işgal ettiği topraklara barış sözü veriyor ki kendisini absürt bir karakter yapan da bu sözü. İşin garip yanı Glenn ve ordusu görevlerine o kadar inanmışlar ki başlarındaki yöneticilerin bile sözünden çıkabilecek kadar ileri gidebiliyorlar. Ki burası filmin ilginç ve aslında üzerinde düşülmesi gereken yanlarından biri. Film, üst düzey yöneticilerin orduyu, bu hayatını askerliğe adamış adamların hırsları üzerinden manipüle etmesini ve istediğini yaptırmasını anlatıyor aslında. Askerler vatani görevlerini yaptığını sanırken, ki buna can-ı gönülden inanıyorlar, yöneticiler bu askerlerin suratına bile bakmak istemiyor. Düşünün ki Glenn, görev süresince kendisine “bizzat” emir veren başkan Obama’yı sadece 1 kez görüyor; bunun dışında bütün emirleri dolaylı yoldan her defasında başka bir takım elbiseli yetkili kurmaydan alıyor.

Ordu, Glenn gibi hırslı adamlar yüzünden rahat manipüle edilebiliyor. Zaten savaş tarihini Gelnn gibi adamlar yazdı bugüne kadar. Hırsları yüzünden mantıkları ve gözleri kapanmış, amaçlarına körlemesine inanmış manyaklar ve tabii ki maalesef onlara “sen hayırdır” diyemeyen kurmayları. Dışarıdan biri olmadığı sürece de bu inanmışlık asla sarsılmıyor. Tilda Swinton’ın canlandırdığı Alman gazeteci, Glenn’in verdiği konferansta kendisine şunu soruyor:

“Hırsınızdan ötürü ileriye gittiğinizin farkında değil misiniz?.“

Filmin en vurucu sorularından biri budur. Amerika hükümeti, alacağını almış olsa gerek ki ordunun 18 ay içerisinde doğudan çekileceğini ilan ediyor. Bu karar ise Glenn ve ekibini kızdırıyor çünkü “görev aşkı” ile yanıp tutuşan ekip, artık yöneticilerin onları, onlara göre başarılı ilerleyen görevlerinde engellemeye çalıştığını düşünüyor. Burada da işte Glenn gibi adamlar yepyeni bir paradoks doğuruyor. Takım elbiseli adamların parasal açlıkları sonlansa da, ki her savaş elbet bir gün biter, bu sefer de savaş, görev aşkı diye yanıp tutuşan kaz kafalı askerler yüzünden uzayıp gidiyor.

Doğuda yaşanan olayların en ironik yanını vurgulayan o vurucu sözlerden biri de genç asker Cole’dan geliyor:

“Bize saldıranlar da sokaktaki insanlar da aynı kıyafeti giyiyor. Kimle savaştığmızı çözemiyorum.“

Özellikle genç askerlerin kafası karışık. Bir yeri işgal ederseniz, onlar da size silah çeker. Size silah çekenlere “isyancı” diyorsunuz. Halkı koruyoruz diyorsunuz. Halk kim? Size silah çekmeyenler mi halktır sadece? Glenn, hırslarına o kadar yenik düşmüş biri ki yaptıklarının ortalığı daha da karıştırdığının farkında değil. İşin daha da ironik yanı kendisi, savaşın neden büyüdüğünü bir formülle anlatmasına karşın daha kendi formulünü anlamaktan aciz bir körlüğe sahip. Diyor ki tahtaya çizerek:

“10 isyancıdan ikisini öldürürseniz kaç isyancı kalır? 8. Yanlış. 20 isyancı. Çünkü birini öldürürseniz diğerlerinin savaşa katılması için sebep olacaktır.“

Şehirde turlar atıp vatandaşlar ile görüşen Glenn, kendilerine “gidin artık, siz savaştıkça olaylar büyüyor” diyenlere karşı “barış getireceğiz” diyor, inat ediyor, babacan tavırlarıyla “siz anlamazsınız ama biz halledeceğiz” temalı bakışlarıyla durumu özetlemeye çalışıyor. Halbu ki vatandaşın isyanı, kendisinin tahtaya yazdığı formülü doğuruyor.

War Machine’i diğer örneklerinden ayıran yegane özellik ise ordunun doğudaki amaçsız günlük işlerini anlatmaya çalışması. Glenn ve ekibi, seçim yaklaşınca ortaya çıkan politikacılar gibi şehri geziyorlar, işgal ettikleri ülkenin vatandaşlarına vaatlerde bulunuyorlar. Bütün eleştirilere karşı kulaklarını kapatıp, akıllarına yatanları yaparak “barış getiriyoruz” diyorlar. Bazen gerçekliğe öylesine gözlerini kapatıyorlar ki, 40 bin askere daha ihtiyacımız var diyerek binlerce çocuğu resmen ölüme çağırıyorlar. Avrupa’da konferanslara katılıp dergilere ve gazetelere röportaj veriyorlar. Savaştayız demelerine karşın her türlü şovdan da geri durmuyorlar. Ama bu at gözlüğü takmış yaklaşımları en sonunda raydan çıkıyor ve bu şova kaçan hareketleri, Glenn’in doğudaki barış hareketının sonu oluyor. Ne alakaysa Rolling Stones dergisine röportaj veren Glenn, yazarın kötü çevrimi yüzünden işinden oluyor.

“Glenn McMahon ne sikime bir Rolling Stone muhabiriyle konuştu ki?”

Dikkatli izlerseniz oldukça etkileyici bir film olan War Machine, Netflix’in son zamanlarda altına imza attığı en güzel filmlerden biri diyebilirim. Hele ki filmdeki anlatıcının bütün sözleri, altında imza atılası. Ordunun başındaki hırslı ama babacan adamların takım elbiseli adamlar tarafından manipüle edilmesi, kullanılmasını anlatan film Amerika’nın istediği her şeyi zorla ama güler yüzle almaya çalışmasını en absürt şekilde anlatmaya çalışıyor. Ben Kingsley’in Başkan Karzai’yi canlandırdığı filmde Karzai’nin kurduğu cümle aslında filmin ve doğudaki saçmalığın bütün bir özetidir. Kara harekatı başlatmak isteyen Glenn, ülkenin başkanından izin almak ister. Başkan telefonlara çıkmayınca evine uğrar ve izin verirseniz saldıracağız der. Karzai de aynen şöyle der:

“Onayı verdim gitti general. İkimiz de biliyoruz ki bu iş bana kalmıyor. Ama bu tiyatroya katılmam için beni de davet ettiğin için teşekkür ederim.”

10

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Gençler Yaşar Da Ya Yaşlılar: Umberto D.

Previous article

Ares’in Peşinden: Wonder Woman

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply