Başrolünü ve yapımcılığını Dakota Johnson‘ın üstlendiği Am I OK? prömiyerini 2022 Sundance film festivalinde yaptı. Yönetmen koltuklarında evli çift Notaro ve Allynne‘i gördüğümüz filmin senaryosu ise Lauren Pomerantz‘a ait.
Film aynı zamanda Notaro-Allyne çiftinin ilk uzun metraj filmi olarak da ön plana çıkıyor. Johnson‘a Sonoya Mizuno, Jermaine Fowler, Kiersey Clemons, Molly Gordon ve yönetmen Notaro oyunculuklarıyla eşlik ediyor.
Bir Kendini Keşfetme Hikayesi
İçinizde adının ne olduğunu bilmediğiniz ama varlığını günden güne daha yoğun hissettiğiniz gerçeklikler vardır. Onları ortaya çıkarabilmenin tek yolu bazen sıkı sıkıya kurduğunuz bağları koparmak ve ev bellediğiniz yerlerden çıkıp savunmasız kalmaktan geçer. Bazen de en yakın arkadaşınıza artık yaslanamayacağınızı bilmekten. Am I Ok? tam da bu gerçekle başlıyor izleyiciye hikayesini anlatmaya.
Lucy (Johnson) ve Jane (Mizuno) birbirinin konfor alanı haline gelmiş çok yakın iki arkadaştır. Rutinleri olan bir akşam yemeğinde Jane’in Londra’ya taşınacağı haberi Lucy’i ve aralarındaki bağı derinden sarsar. Bu sarsılmayla birlikte Lucy, içinde kendisinin de isim koyamadığı için sakladığı bir yönünü Jane’le paylaşır.
Lucy, 32 yaşına kadar erkeklerle yaşadığı deneyimlerindeki başarısızlığının aslında kadınlardan hoşlandığı için olduğunu fark eder. Sosyal becerileri yakın arkadaşı Jane kadar iyi olmayan Lucy, bu kendini keşfetme yolunda Jane’e ihtiyaç duyar ve yardım ister. Fakat aralarındaki bağın da sancılı bir sürece girmesiyle Lucy kendi gerçeklikleriyle baş başa kalır.
Hayatın Zamanlaması Hazindir
Am I Ok? hem kendine hem hayata geç kalmış hisseden bir kadının portresini nazikçe çiziyor. Hem bir kendini keşfetme hem de kendini gerçekleştirme hikayesi. Bunu dramatize etmeden, abartıya düşmeksizin hayatın içinden bir şekilde yapıyor. Lucy’nin çok büyük bir derdi yok ama Lucy’nin çok büyük bir derdi var. Kendi içine ve hislerine ulaşabilmek ve yaşamaya cesaret etmek. Hepimiz gibi ve hepimizinki kadar.
Film dünya üzerindeki her insanın farklı formlarda deneyimlediği bu hissi sakince, olduğu gibi gösteriyor. Süsleme ihtiyacına girmeden, ekstremlik yaratmadan, herhangi bir insanın birkaç gününe şahit oluyormuşuz gibi duru bir yerden.
Herkes kadar tökezliyor Lucy, herkes kadar kaybetmiş, kaybolmuş hissediyor ve hayatın akışına devam ediyor. Filmde belki de en baskın his bu devam edebilmenin, denemenin süreklilik hali. Eğer kendinize ulaşamadığınızı, çoğu zaman sadece savrulur gibi yaşadığınızı hissettiğiniz bir dönemden geçiyorsanız, oradaki yılgın bir şekilde sadece devam eden ve deneyen insanı tanıyorsunuz.
Yeni Bir Frances Ha Masalı?
Konusu itibariyle yer yer Frances Ha‘yı anımsatan film ne yazık ki onun seviyesine erişemiyor. Kimi yerde havada ve yüzeysel kalırken, çerezlik ve alt metni dolu bir iş izlemediğinizi hissediyorsunuz. Fakat bu karakterle bağ kurmanıza, kendinizden parçalar bulmanıza engel olabilecek bir seviyede değil. Küçük nüansları ve samimi gerçekçiliğiyle bu bağı oluşturmayı ve korumayı başarıyor.
Dakota Johnson‘ın naif güzelliği canlandırdığı Lucy karakterinin ruhuyla hoş bir uyum sağlıyor. Sadece Johnson değil, diğer oyuncu seçimlerinin ve kalitelerinin yerinde ve firesiz olduğu bir iş. 87 dakikalık keyifli ve tadında süresiyle de filmin ruhuna uygun bir süreç sunuyor.
Tom Odell‘ın Aurora ile birlikte yaptığı Butterflies şarkısındaki sözleri hatırlatıyor varolma şekliyle Lucy:
“I’m gonna be okay. I’m gonna be okay. Am I gonna be okay?”
Her şeye, tüm bu geç kalmış ve hayatımızın kontrolünü kaybetmiş hissetmemize rağmen, iyi olacak mıyız? Hiçbir şey yolunda gitmiyorken ve en ihtiyacımız olan kişiye yaslanamıyorken dahi iyi olacak mıyız? Film bu soruya kendi içinde tatlı ve kibar bir yerden, yormadan ve akan bir hisle cevap veriyor.
Şevval Sara‘nın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Yorumlar