Edebiyat

Ömer Kavur’un Anayurt Oteli Üzerine

0

Edebiyattan beyaz perdeye uyarlanan eserler için özgünlük sorunu gündeme gelir. Oyuncunun karakterle uyuşmaması, kitaptaki bazı bölümlerin aktarımında kopukluklar yaşanması derken uyarlansa bir türlü uyarlanmasa bir türlü derde sebep oluyor. Ama Ömer Kavur’un yönetmenliğinde beyaz perdeye uyarlanan Anayurt Oteli  –bazı farklılıkları saymazsak- açık kapı bırakmayacak kadar kusursuz filmdir. 1986 yapımı film, o günün Türkiye’si için büyük değişikliktir. 80 darbesinin etkisiyle “siyasal söylemler”e malzeme olmuş eserlerin yanında bireyin varlığını hatırlatan bir film. Bu bakış açım tamamen edebiyata –birazcık da gözleme- dayalı. Keza bu yazıyı yazma derdim de filme hem edebiyat uyarlaması hem de psikanaliz tarafından bakmak, olabildiği kadar da görmek.

Macit Koper, Şahika Tekad ve Serra Yılmaz başrollerini paylaşıyor. Anayurt Oteli’ni işleten Zebercet, ortalıkçı kadın Zeynep ve “gecikmeli Ankara treni ile gelen kadın” üçgeninde- aslında daha çok Zebercet merkezli – gelişen bir hikaye. Psikanalitik okumalara gayet açık film aynı zamanda.

Hikayemizin ağırlık noktasıyla açılıyor perde; bir monolog. Kahramanın kendi hayatını anlattığı bu monolog filmin (hikayenin) anahtarı gibi. Dört kez düşük yapan bir anneni çocuğu olarak taşrada dünyaya geliyor. Taşradaki anne için başarısızlıklarla dolu bir geçmiş. Ve tabii ki kayıpların ardından doğmuş dışlanmaya mahkum Zebercet. Sünnet olduğu yaz annesinin ölmesi de hayatının kayıplarla olacağının işaretidir. Sünnet erkekliğe geçiştir. Freudçu yaklaşıma göre, kastrasyon denilen iğdiş edilme yani penisini kaybetme korkusu sünnette gerçekleşir. Erkek çocuk için ilk sevgili annedir. Bir yandan babayla rekabet içinde olsa da bir yandan ona karşı sevgi besler. Sağlıklı kişilik gelişimi bu evreye bağlıdır. Ancak bizim hikayemizde “sağlıklı bir gelişim” söz konusu değildir. Uğruna babayla rekabet edeceği anne, erkekliğe geçtiği yaz ölüyor. Yani babayla çatışmayı gerektirecek şey ortadan kalkıyor. Yerine koyacağı / ikame edebileceği bir nesneyi (kişiyi) görmüyoruz. Ta ki Gecikmeli Ankara Treni ile gelen kadına kadar.

Zebercet, mücevher anlamında kadın ismi. Erkek Zebercet parlak değildir; aksine sönük ve siliktir. Mecbur kalmadıkça insanlarla konuşmaz ve iletişim kurmaz. Gerek de duymaz. İşine sıkı sıkıya bağladır. Çünkü onun bu dünyada bir kimliği, bir benliği yoktur. Var olduğu tek alan Anayurt Oteli’dir. Filmin başında “Ben Zebercet” diyerek kendine varlığını hatırlatır çünkü ona kimse ismiyle seslenmez. (Burada Edip Cansever’in Çağrılmayan Yakup şiirini hatırlatmak isterim.)

Gecikmeli Ankara Treni ile gizemli bir kadın gelir. İsmini öğrenemeyiz. Ancak Zebercet onu annesine benzetir. Soyutla(n)dığı dünya ile tekrar iletişim kurmak için bir nedeni olur. Kadın otelden ayrılırken yakında döneceğini söyler. Ancak dönmez. Kahramanımız bir bekleyiş içine girer. Artık kendine bir neden bulmuştur. Giyimine özen göstermeye başlar. Tekrar dışarı çıkar, sosyalleşmeye çalışır.

Zebercet’in bir fotoğraf önünde beşik salladığını görürüz. Orijinal metinde bu fotoğraf Semra Yengesi’ne aittir. Ancak filmde buna dair bir şey söylenmez. Dolayısıyla biz izleyiciler anne olarak düşünürüz. Anne olarak düşününce de hikayenin akışında bir bozulma olmaz. Aksine “Anayurt” imgesini güçlendirir. Ayrıca yönetmenin de psikanaliz bildiğini seyircinin gözüne soktuğunu da söyleyebiliriz. Burada Freud’un Odipus kompleksiyle bağlantı kurabiliriz. İlk sevgili; anne, sevgiliyle bir bütün olduğu dönem; çocukluk.

Otel Zebercet için güvenlidir, ana rahmi gibidir. Gecikmeli Ankara Treni ile gelen kadından sonra ana rahminden uzaklaşır. Cinsel dürtüleri gün yüzüne çıkar. Aslında cinsel hayatı yok sayılmaz. Ortalıkçı kadın Zeynep’le geceleri birlikte olur. Zeynep’in uykusu ağırdır. İlişki sırasında uyanmaz. Bu da bir başka dışlanmadır.

Dışarıyla iletişim kurmaya çalışır ama pek başarılı olamaz. Pazar yerinde dua eden insanlar arasında çakılı kalır. Ellerini beceriksizce açar ve etrafa bakar. Dünyanın yabancısıdır.

Bir metni didik didik etmeden incelemenin tadına varılmaz. Zebercet’in bir alışkanlığı vardır. Yatmadan önce ayaklarını yıkar. Filmde bu sahne biraz gözümüze sokulur. Doğal olarak inceleme yaparken üzerine durmamız gereken noktalardan biri burası mı diye düşünürüz. Bu davranışı şüphesiz bilinç dışından gelen bir temizlenme isteği ile açıklayabiliriz. Ayak izini silme, suçluluk duygusundan kurtularak uykuya dalma… Uyku için yarı ölüm derler. Zebercet filmin sonunda iki dirhem bir çekirdek ölüme gidiyorsa, onun kardeşi uykuya neden ayak izlerini yok ederek gitmesin ki?

Anayurt Oteli ile Yusuf Atılgan’ın bir diğer kitabı olan Aylak Adam birbirine çok benzer. Aylak Adam’ı dört mevsimde anlatan yazar Anayurt Oteli’ni dört katlı kurar. Çünkü, Freud’un geliştirdiği kişilik kuramına göre üç olması gereken kişilik dörde bölünmüştür. İd, Zeynep Öğretmen ve ortalıkçı kadın arasında bölünmüştür. Sorgu ve denetim mekanizması olan süper ego da emekli subay tarafından temsil edilmektedir.

Yusuf Atılgan, arkadaşına yazdığı bir mektupta Anayurt Oteli’nin hiç sevgi sözcüğü kullanmadan sevgiyi anlattığını söyler. Doğrudur. Otel annedir, anne rahmidir. Anne de ilk sevgidir. Basit bir önermeyle otelin sevgi simgesi olduğunu görebiliriz. O sıkıcı otelde bir şekilde sevgi vardır.

Ötekileştirenlerin Sesi: A Fantastic Woman

Previous article

Sessiz Ol Bulurlar: A Quiet Place

Next article

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

You may also like

More in Edebiyat