1960 yılında Fransa’da doğan ve sinema kariyerine ”Cahiers du Cinéma” dergisinde eleştirmenlik yaparak başlayan Leos Carax, kendini yönetmen olarak görmeyip ‘ara sıra film çeken biri’ olarak tanımlıyor. Kural tanımayan tavrıyla ön plana çıkan Carax; Fransız Yeni Dalgası’ndan nasıl etkilendiğini şu şekilde anlatıyor:
“Yeni Dalga Filmleri şunu gösterdi bana: Bir adam, bir makine ve bir kadın yeterlidir ve eğer o kamerayı doğru kullanırsanız çektiğiniz kadın üzerinden bütün dünyayı görebilir ya da gösterebilirsiniz.”
Carax’ın sinema estetiğinde Jean Luc Godard ve François Truffaut’nun izleri görülebilir. Yönetmen, Yeni Fransız Dalgası’nın gündelik hayatın ritimlerinden oluşan karekterlerin, doğaçlama hareketleriyle buluşan ve hayalini kurduğu anlatıları gerçekleştirmek için kullandığı bir tür deney alanı, esinlendikleri ile her defasında baştan yarattığı yeni bir dil olarak klasik anlatının yapısını sahiplendiği ekolün izlerini yansıtırcasına doğrudan kameraya oynayan oyuncular gibi gözle görülür benzerliklerle, aynı zamanda lirik bir dil kullanarak Fransız Şiirsel Gerçekliği’nden de besleniyor.
Stilistik anlatım, görsel şölen ve müzikal perdenin aşırılığında, aşkın enginliğini ve sanatsal eksikliğini gerçekleştirmenin sonsuzluğu: ANNETTE !
Los Angeles’ta yaşayan kışkırtıcı, aşağılık ve bencil bir stand-up komedyeni olan Henry ve uluslararası üne sahip opera sanatçısı Ann, medyanın gözünde mükemmel bir çifttir. Şöhretlerinin zirvesindeyken, ‘olağanüstü‘ çocuklarının (Annette) doğumundan sonra hayatlarının değişmesini konu alan film, müzikal bir drama.
Annette; aynı anda hem yıkıcı hem de ego manyağı bir erkek sanatçının yüceltilmesi ve onun reddedilişi, aynı zamanda da bir ahlaksızlık oyunu ve bir ahlak oyunu. Garip şarkı söyleme metaforuyla kişisel kurtuluşun ve sivil arınmanın bir alegorisi. Filmin coşkunluk ve keşif zirvesi, erkeklerin kendini beğenmişliği ve küstahlığının sert hikayesine abartılı ve neşeli bir başlangıç, trajedi duygusunun önlendiği ve ahlakçı bir mesajla birlikte boş, nihilist ahlaksız yıkım hikayesine dönüşen bir çöküşün hikayesi.
Tekrarlayıcılığı ve absürtlüğü, McHenry ailesinin içinden geçtiği deniz ve fırtınanın ta içine sanki filmi devirmekle tehdit ettiğinden, stilizasyon noktasını yitirme noktasına kadar stilize edilmiş bir film ancak Carax sanki burada bir sihirbaz rolü oynuyor; filmi yönetiyor ama asla çok sıkı kontrol etmiyor, sanki saçmalığının anlaşılmasına izin veriyor ama yine de tüm film boyunca serbestçe dolaşmasına izin veriyor.
Adam Driver, Marion Cotillard, Simon Helberg ve daha fazlasının aşırı tutkuyla bel bağladığı, opera benzeri parçaları ve Sparks’ın alışılmamış müzikleri ile varlığı hakkında sürekli şatafatlı ve gürültülü olan Annette; nefes kesici tiyatro, opera ve filmin çılgın bir karışımını kullanan böylesine anormal bir tarza sahip olması, zaman zaman arzulanandan çok daha fazlasını bırakan bir müzikle beni hayal kırıklığına uğratması sebebiyle içimde hafif bir üzüntü bırakıyor. Sparks müziği heyecanlı ve hareketli, hatta bazen gerçekten şaşırtıcı kullanılıyor ancak tüm çalışma süresi boyunca devam etmesi, izleyicileri sadece yorgun değil aynı zamanda her şeyden biraz sıkılmış bırakabiliyor. Her şey yüzeysel, asla detaylandırılmamış ve bu kadar uzun süre kaldığında, aşırılığın hissizleşmeye başladığı bir yere sürükleniyor film.
Bir fantezi dünyasında Henry hayatta kalmaya çalışıyor. Karısının hayaletinin peşini bırakmaması ve kızı Annette hatalarının canlı bir hatırlatıcısı oluyor. Yapabileceği ve nasıl yapılacağını bildiği tek şey, şöhret kalesinde saklanmak. Spot ışığında kendini rahat hissediyor. Henry, halkın ihtiyaç duyduğu şey olabilir. Kahkaha, gözyaşı, huşu, öfke. Annette, ellerinde bir kukla, artık ihtiyaç duyulmadığında bir kenara atılan ve onu yalnızca sevgi – en saf, en ilgisiz haliyle – kurtarabilir düşüncesi hakim olmaya başlıyor.
Filmin cüretkar, gerçeği anlatıcısı bebeği Annette; doğaüstü yeteneği, melodik ama sözsüz şarkı söylemesi, soyut güzelliğin bir biçimi değil, henüz diline sahip olmadığı dehşetleri ifade etmek için umutsuz bir çaba olarak görülüyor ve onun için seyirci, tanıklar yaratmak amacıyla bulunuyor. Film, karakterlerini kendi üzerine çökene kadar genişleyen bir rüyaya yerleştiriyor, geride bıraktığı anılar belirsizleşiyor ve zamanla daha da belirsiz bir hale geliyor ama duygular asla silinip gitmiyor. Karışıklık içerik haline gelirken sonunda sadece kabul ve yerine getirme hali görülüyor.
Annette hakkında söylenecek çok şey var: Hırsı, kısıtlama eksikliğini, Adam Driver’ın kesinlikle olağanüstü olan performansı… ki kendisi şöyle diyor:
“Gerçeküstü gelse bile, gerçeküstü oynayamam.”
Kendi kendini neredeyse yok etme noktasına kadar getiren ve oldukça karmaşıklaşan film; Annette’in toplumdan sıyrılmak için üzerine düşeni yapması ve bu süreçte babasının sömürücü ihtiyaçlarına hizmet eden bir kukladan kanlı canlı bir çocuğa dönüşmesi ile film, güzel diyebileceğimiz bir sona sahip oluyor.
Carax’ın kişisel hayatını mümkün olan en tuhaf, en absürt ve kendine has şekillerde yeniden hayal etmeye çalışan kişisel korku müzikali; “Kendimiz için yarattıklarımızdan bir kaçış ve bir zamanlar ne kadar zarar verici olduğunu ancak geriye dönüp baktığımızda görebiliriz” sözü üzerine düşünmemize sevk ediyor.
Yorumlar