Son filmi The French Dispatch için yine Arakat Mag’de kaleme aldığım yazıda şunları demiştim:
Geçtiğimiz günlerde isminin duyurulduğu Asteroid City’nin çekimleri devam ederken yine The French Dispatch duyurulduğu zaman olduğu gibi neredeyse her gün yeni bir oyuncunun filmin kadrosuna katıldığı haberleri geliyor ve ”bu kadar iyi oyuncunun olduğu film nasıl güzel olabilir?”, ”her biri ne kadar süre kamera önünde kendine yer bulabilir ki?” gibi şüphelere daldığınızı bilen ve The French Dispatch’i daha yeni görmüş biri olarak size şunun garantisini verebilirim; Wes Anderson dahiyane fikirlere sahip vizyona ve teknik beceriye sahip muhteşem bir yönetmen. Birbirinden iyi onlarca aktör ve aktrisi birbirlerine eşit süre ve karelere dağıtarak bu film özelinde bulduğu fikre adapte ediyor ve oyuncuların kameraya değil, kameranın oyunculara hizmet ettiği The Grand Budapest Hotel’de de yaptığı gibi bizimkine paralel realistik bir dünyanın kapısını yeniden aralıyor.
Gelin görün ki gün geldi çattı ve Asteroid City’i izledik ve sonuç büyük bir hüsran.
Amerika’nın Güneybatı bölgesinde haritadaki nokta kadar küçük bir çöl kasabasında, yıl 1955. Kasabanın en ünlü cazibesi ise yakınındaki devasa bir meteor çukuru ve gözlemevi. Tepelerin ötesinde, atom testlerinden kaynaklanan mantar bulutları görülmekte.
Gündem ve Konular
Müziklerini Alexander Desplat’ın bestelediği, castingini Douglas Aibel’in yaptığı, prodüksiyon tasarımını Adam Stochausen’ın hazırladığı, kurguyu ise Barney Pilling’in düzenlediği ve görüntü yönetmenliği Robert Yeoman’a ait olan bu yeni Wes Anderson filmi, çok sevdiğimiz yönetmenin şimdiye kadarki en sıkıcı filmlerinden biri. Wes Anderson, kendisine has tarzıyla sıkmaya başlıyor ve artık daha yeni şeyler denemesi ya da eskiye dönmesi gerektiğinin sinyallerini veriyor.
Günün erken saatlerinde The Flash’ın hemen ardından izlediğimiz Asteroid City, uyumadan izlemesi zor bir deneyim. Wes Anderson, bir önceki filmi The French Dispatch gibi yine deneysel bir işe imza atıyor fakat filmini yüzeysel bırakarak bu sefer maalesef başarısız oluyor. The French Dispatch’de o kadar büyük oyuncuyu kadrajına alarak, onları farklı hikayelere atıyordu. Burada ise tek bir hikayede onlarca ünlü oyuncuyu kullanmak bizi fazla yorucu bir filme maruz bırakıyor.
Asteroid City’nin gündeminde karmaşık aile ilişkilerinin, sırların ve keşiflerin olduğu birçok konu var. Bunların hepsi bir arada ve tek bir hikayede olunca ve film de uç noktasız düz bir şekilde ilerleyince hiçbir anlam ifade etmiyor.
Broadway’in Batı ile Buluştuğu Yer
Film tek bir öyküde ilerlese de iki farklı plan kullanıyor. Tiyatro’da sahne arkasında ve sahne önünde oynanan Asteroid City. Film boyunca bir oyuncunun yine bir oyuncuyu oynadığını görüyoruz. Wes Anderson iki farklı dünya yaratmış ve bizi karakterlerin ve onları yaratanın yaşamlarına dahil ediyor. Film, 1950’ler Amerikan kültürünün batı ve Broadway efsaneleri tarihini işliyor. Fakat Wes Anderson, bunu diğer filmleri kadar etkileyici kılamıyor. Kendi içinde aynılaşıp basitleşiyor.
Savaş sonrası paranoya, sıkı korunan nükleer sırlar ve büyük icatlar arka planında Amerikalılar yıldızlara bakmaya başlıyor. 15 yıl sonra 1969’da Ay’a ilk adımını atan NASA’ya katkıda bulanacak genç bir çocuk da olabilir mantığıyla ilerleniyor. Çünkü 1955’te mühendislik ve bilim dünyasında her şeyin mümkün olduğu bir his vardı.
Yeni dünyalar inşa etme arzusu, sanatta da güçlü bir şekilde hissediliyor. 1930’ların ve 40’ların tiyatrosunda başlayan bir devrim, 1950’lerde Tennessee Williams’ın oyunlarıyla ve James Dean, Marlon Brando gibi yıldızlarda zirveye ulaşıyor. Bu tarz insanlarla tanıştığımız Asteroid City’de, Wes Anderson bize karakterlerin arkasından perdeye göz atabileceğimiz Broadway’in Batı ile buluştuğu bir alan sunuyor.
”Benim için bir film her zaman sadece bir fikir değil,” diye söze başlayan Wes Anderson bize şunları aktarıyor:
En azından birleşen ve bir film olmaya başlayan iki ayrı şey gibi görünüyor. ben ve Roman Coppola tarafından tasarlanan ilk fikir doğu metropolünde doğdu, ancak kısa süre sonra başka bir yöne gitti. “Bir tiyatro filmi yapmak istedim. Onu Paul Newman ve Joanne Woodward gibi düşünüyordum… Ve üzerinde çalıştıkları bir oyunun yapımı hakkında bir fikrimiz vardı… Tamamen bir otomatda geçecek şekilde “Otomat” adını verdiğimiz bir şey yapıyorduk. Ayrıca Sam Shepard tarzında bir şeyler üzerinde de konuşuyorduk… Bu yüzden “Otomat”tan vazgeçip çöle geçtik.”
Sinematografi ve Prodüksiyon Tasarımı
Yönetmenin görece en iyi filmi olan The Grand Budapest Hotel’in de görüntü yönetmenliğini yapmış Barney Pilling 10 yıl aradan sonra yeni bir Wes Anderson filmine de geri döndüğü Asteroid City’de kareler yine şahane ve Anderson’ın stiline uygun. Neredeyse her karenin estetik olup göze hitap ettiği Wes Anderson filmlerinde alışık olduğumuz yere geri dönüyoruz.
Bir tiyatro oyununu film biçiminde ve sahne arkasında dönen olayları direkt olarak izlediğimiz Asteroid City’de bu iki farklı plan sekansların prodüksiyon tasarımı da yine üst düzey. Çünkü bu iş de yönetmenin yine The Grand Budapest Hotel’de birlikte çalıştığı prodüksiyon tasarımcısı Adam Stochausen’a emanet. Keşke Wes Anderson’ın ustalık eseri Büyük Budapeşte Oteli gibi bir harikaya bu üçlüyle yeniden buluşabilsek.
Müzikler ve Oyunculuklar
Alexander Desplat’ın bestelediği parçalarda aklımıza yer edecek bir şey kesinlikle bulunmuyor. Yanlış bir tercih olduğundan ziyade filmin daha vurucu parçalara sahip olması gerekiyordu. Nokta atışlar yapılamamış ve Asteroid City’nin müzik gücü önceki Wes Anderson filmlerinde olduğu gibi nostaljiden beslenerek alınmış.
Uzun bir aradan sonra bir Wes Anderson filminde yeniden başrol olan Jason Schwartzman, her W.A. filminde mutlaka karşılaştığımız melankolik karakterlerin bir yenisiyle yine şahsına munasır bir performans sergilemiş. Partneri Scarlett Johansson ise filme oldukça yakışmış. Edward Norton ve Adrien Brody’nin sahne arkasına bağlanan karakterleri, monologları ve performansları da filmin en güçlü yanlarından.
Steve Carrell, Matt Dillon, Willem Dafoe, Tom Hanks, Rupert Friend, Maya Hawke ve Margot Robbie gibi daha sayamadığım yıldız oyuncuları filmin kadrosuna alarak yeni uzun metrajı Asteroid City’i yorucu ve hoş olmayan bir duruma itelemiş.
Sözün Özü
Asteroid City, Wes Anderson’ın diğer eserleri gibi kendine has stilini ve estetiğini taşıyan bir film. Detaylara ve ölçeklere, insanların varoluşsal meselelerle nasıl başa çıktığına odaklanıyor.
Yıldız oyuncularla bezenmiş, ambalajı iyi bu film anlatmaya çalıştığı konular karmaşasında boğuldukça boğuluyor. Wes Anderson yine çok iyi bir fikir buluyor. Üzerinde uzunca çalışıyor ve seyirciye geçemeyen, diğer depresif filmlerine nazaran genele yayılan bir öykü anlatıyor. Bu kez tökezleyen yönetmenimizin deneysel çalışmalardan uzaklaşıp The Grand Budapest Hotel ve The Life Aquatic of Steve Zissou gibi filmlerle ya da Mr. Fantastic Fox gibi şahane bir animasyonla yeniden karşımıza çıkmasını istiyorum.
Daha iyi filmlerde yeniden görüşmek üzere.
Umut Tiryaki’nin tüm yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Comments