Bir Jordan hayranı olarak Air Jordan markasını hep çok beğenmişimdir. Muhtemelen sporla ilgilenen çoğu kişi de bu seriyi bilir. Onu bu kadar özel yapan sadece şık görünüşü veya kendine ait bir tarzı oluşu değil. Bu marka, günümüzün en büyük spor markalarından olan Nike‘ı belki de batmaktan kurtaran seri.
Yönetmenlik koltuğunda yönetmenliğini beğendiğim Ben Affleck oturmakta. Kendisinin Matt Damon ile olan işlerini çok beğenerek izlediğim için de filme heyecanım arttı. Matt Damon, başarılı iş adamı Sonny Vaccaro‘yu canlandırıyor. Ben Affleck ise o zamanki Nike’ın patronuna hayat veriyor. Kadro gayet başarılı, hikaye ise ilgi çekici. Ben de geç de olsa filmin başına oturdum. Şimdi sizlerle Air Jordan serisinin başlangıcını ele alan Air filmine bir bakalım.
İşimiz Değişimdir
Öncelikle o yılların basketbol ayakkabı pazarından biraz bahsetmek daha doğru olacaktır. Nike, iyi bir marka olsa da Adidas ve Converse kadar pazara hakim bir marka değildi. Öyle ki o dönemin bütün büyük basketbolcularının Nike hariç bir markayı seçmesi de markanın değerini iyice düşürüyordu. Bu durum da Nike’ın bir sporcuyla anlaşmasını zorlaştırıyordu.
Nike’da o zamanlarda basketboldan sorumlu kişilerden birisi de Sonny Vaccaro‘ydu. Kendisi tutkulu bir NBA izleyicisidir. Aynı zamanda Nike için bir çok oyuncuyla anlaşma yapmış birisidir. Fakat hiçbirisi beklenen etkiyi yakalayamamıştır. Nike’ı tekrardan sporda lider yapacak büyük bir isme ihtiyaç vardı. Bunu da 250.000 dolar ile üç oyuncuya bölerek yapmasını istediler Sonny’den. Sonny’nin ise kafasında tek bir oyuncu vardı. Fikrine insanları ikna etme konusunda baya başarılı olsa da o zamanlar için tek bir kişiye 250.000 dolar vermek delilikti. Ayrıca bu anlaşma eğer olursa Nike’ın yaptığı en büyük anlaşma olacaktı. Bu isim de tabi ki; analizlerini yaptığı, çaylak halini hayranlıkla izlediği Majesteleri Michael Jordan…
Mükemmel Sonuçlar Önemlidir, Mükemmel Bir Süreç Değil
Şüphesiz ki bu tarz büyük şirketlerin başarı hikayelerinde her zaman alınan risklerden bahsedilir. Fakat bu risk başarısız olursa kimse alınan riski konuşmaz, başarısızlığı konuşur. Nike’ın durumunu da düşününce böyle bir risk almak gerçekten çok akıl karı bir hareket olarak görülmüyordu. Ayrıca tüm parayı Jordan‘a verme fikrine ısınsalar bile, Jordan Adidas’tan başka markayı düşünmüyordu. Bu noktada filmin bana göre iyi yaptığı şeylerden birisi, yapılan her bir hamleyi yazının içine de yedirdiğim Nike’ın 10 kuralı üzerinden anlatması. Şirketin nerelerden hangi felsefelerle buralara gelindiğini izleyicilere güzel bir şekilde aktardığını düşünüyorum filmin.
Sonny Vaccaro‘nun ikna edici yapısı sayesinde şirket parayı Jordan’a harcamayı kabul eder ve sonrasında filmin en güzel kısımları başlar. Jordan’ı ve ailesini ikna etmek. Jordan‘ın annesi Deloris Jordan‘ı canlandıran Viola Davis bence filmi iyi yapan faktörlerden birisi. Ki Michael Jordan’ın bu filme onay vermesinin ön koşullarından birisi de annesini Viola Davis‘in canlandırmasını istemesiymiş. Sonny ile Deloris‘in diyalogları hem çok güzeldi hem de o pazarlık aşamalarını izlemek eğlenceliydi.
İşiniz Bitene Kadar İş Bitmemiştir
Jordan çok hırslı bir basketbolcuydu. Annesi de bunun bilincinde olacaktır ki filmde oğluna Jordan‘ın kendisinden daha fazla bile inandığını görebiliriz. Belki de sonu belli olan bir hikaye izlediğimiz için annesi öyle anlatılmak istenmiştir bize bunu bilemiyorum. Bu kısımlarda Sonny ile Deloris‘in pazarlıkları ve en sonunda Jordan‘ı bir toplantı yapmaya ikna etme sürecinin zorluğu tamamen Deloris‘in oğluna çok güvenmesinden kaynaklanıyor. Jordan‘ı o masaya oturmaya ikna etmek bile büyük başarı sayılabilir aslında ama asıl istedikleri “iş” henüz tamamlanmamıştı.
Bu toplantı sekansında Jordan‘ı görmeyi ne yalan söyleyeyim bekledim. Ancak kendisinin oynayamayacağından ötürü ve başkasının da yüzünün Jordan olarak kullanılması biraz imajını zedeleyebilirdi bunu da anlıyorum. Ki aslında bu bir Michael Jordan filmi değil, Nike’ın Jordan ile yapılan anlaşmasını konu alan bir film.
Toplantı sonrasında tam ümitler kesilmişken Jordan anlaşmayı kabul ediyor. Fakat annesinin büyük bir isteği daha çıkıyor: Satılan her ayakkabı başına komisyon. 250.000 doları zar zor vermiş şirket için bu kesinlikle kabul edilemez bir anlaşma gibi görünüyordu. Ancak büyük adamlar böyle büyük kararlar ile başarıya ulaşır. Nike’ın CEO’su Phil Knight anlaşmayı onaylıyor ve gerisini zaten tarih yazıyor. O zamana kadar Nike bir sporcudan en fazla 3 milyon dolar kazanmıştı. Air Jordan ile ilk seneden 162 milyon dolar kazandı. Bu öyle büyük bir kazançtı ki Nike o zamanın NBA regülasyonlarından dolayı ayakkabıya ödeyeceği parayı bile dert etmemeye başlamıştı.
Son Sözler ve Genel Değerlendirme
Başlıklarda kullandığım 10 kuraldan sonra Nike’ın ikonikleşen Just Do It sözünden bahsederek son cümlelerimi yazayım. Hikaye aslında bu sözü direkt olarak uygulayan gözü kara insanların başarı hikayesi. Bu sözlerde hem Nike’ın DNA’larını hem de Jordan‘ı Majesteleri yapan şeyleri görebiliriz. Kusur bir adamın yaptığı kusursuz bir anlaşmanın hem basketbolu hem de markaları nasıl değiştirdiğine şahitlik ediyoruz.
Ben Jordan‘ı her ne kadar sevsem de bu önemli anlaşmanın detaylarını hiç araştırmamıştım. Bu film hem o dönemin yaşantısına, hem de basketboluna güzel bir şekilde ışık tutuyor. Basit bir konu gibi görünse de aslında gayet akıcı ve güzel bir seyirlik olmuş Air. Bir The Last Dance mi? Tabi ki hayır. Ancak Jordan ve basketbola ilginiz varsa bence kaçırmamanız gereken bir içerik olmuş.
Poyraz Akyol‘un bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Tanrıyı Oynamak, Bir Modern Franskestein Hikayesi: Birth/Rebirth
Yorumlar