2016 yılında aynı isimli tiyatro oyunundan ilham alınarak yazılan televizyon dizisi Fleabag sayesinde birçoğumuz Phoebe Waller-Bridge‘in muhteşem zekasıyla tanıştık. Dizinin ülkemizde de yavaş yavaş popüler olması ve bu popülerliği korumasıyla birlikte, Fleabag’in tiyatro gösterisi bu yılın Haziran ayında seyircilerle sinema salonlarında buluştu.
İlk defa 2013 Edinburg Festivali’nde seyirciyle buluşan Phoebe Waller-Bridge‘in yazıp canlandırdığı ödüllü tek kişilik tiyatro oyunu Fleabag, 2019 yılında Londra’daki Wyndham’s Theatre’da son kez oynandı ve bu kez National Live Theatre tarafından kayıt altına alındı.
Fleabag’in tek kişilik tiyatro gösterisi, dizinin ilk sezonunda anlatılan olaylara yer verse de kendini zevkle izletmeyi başarıyor. “Dizisini izledim, şimdi neden tiyatrosunu izleyeyim ki?” sorusunun yanıtının cevabıysa tüm karakterleri tek başına canlandıran Phoebe Waller-Bridge‘in sürükleyici oyunculuğu ve yönetmen Vicky Jones’un ustaca sahneyi yönetme becerisi.
Modern Bir Kadın Hikayesi
1949 yılında kültürel antropolog Joseph Campbell tarafından yayınlanan “Kahramanın Yolculuğu” (The Hero’s Journey) adlı yapıtta, dünyanın bütün efsane ve mitlerinde tek bir tip kahraman olduğu ortaya atılmıştır. Kahramanımız birçok zorluktan geçer; maceraya atılma çağrısı, macera sırasında yaşanan zorluklar ve nihayetinde de dönüşmüş bir şekilde eski hayatına dönüş gibi farklı aşamaları deneyimler. Bu deneyimlerle ana karakterimiz artık başlangıçtaki kişi olmaz. Eski hayatına döner, fakat artık başka bir bilinçtedir. Sinemanın yüzyılı aşkın tarihini incelediğimizde de kahramanın yolculuğu diye bahsedilen süreci çoğunlukla erkek ana karakter deneyimler. Kadınlar çoğunlukla bu yolculuğun bir parçası olmaktansa, kahramanın macera ve dönüşüm sonrası aldığı bir ödül olarak yer aldı.
Fleabag bu kalıbı yıkan, belirli bir kahraman yolculuğu olmamasına rağmen ana karakterin motivasyonlarını çok iyi anlayabildiğimiz, hayatın içinden yazılmış bir eser. Hikaye tam anlamıyla bir tren yolculuğu gibi tasarlanmış, öncesi ve sonrasını bildiğimiz durakların arasında bir durakta binip yine bu ikisi arasındaki başka bir durakta iniyoruz. Tek kişilik bir gösteri olan Fleabag, kendisinin de deyimiyle, “çok daha karanlık, garip ve kaba.”
“Fleabag” kelimesi, tam karşılığı olmayan kelimelerden. Tanımını “hoş olmayan kişilik özelliklerine sahip insan” olarak yapmak mümkün. İzlediğimiz karakter yapısı da bu tanımdan dallanıp budaklanıyor. Onu dinlerken karakter ne kadar sempatik gelirse gelsin, kafamızdaki o kusursuz kahraman imajına hiç mi hiç uymuyor. Kendini tanımlarken kullandığı kavramlar, porno bağımlılığı, kendine verdiği değer (ya da değersizlik) ve bunun gibi birçok farklı mükemmel olmayan karakter özellikleri, dizide karşımıza komedi unsuru olarak çıkarken tiyatro oyununda kısa sürede karakterin ruhunu hızlı ve anlaşılır bir biçimde anlamamızı sağlıyor.
Elmanın Diğer Yarısı
Phoebe Weller-Bridge olmasaydı Fleabag olmazdı, bu doğru. Bunu söylerken artık şunu da ekleyececeğim: “ama Vicky Jones olmasaydı da Phoebe Weller-Bridge olmazdı.”
Her sahnedeki ortam ışıklandırması tam olması gerektiği gibi. Benim gibi çok fazla tiyatro izlemeyen ve tiyatrodan uzak insanları bile içine çeken metro sahnesindeki ışıklandırmalar ve sesler ya da Fleabag’in Rodent ile buluştuğu gece yaratılan o ufak pub havası… Ne demek istediğimi anladınız. Ufak bir tiyatro sahnesi ne kadar sinemalaştırılabilirse o kadar sinemalaştırılmış. Sadece bunlar da değil, hiçbir ışık kullanılmayan kısımlar da var. Bu sahnelerin özellikle seçildiği o kadar belli ki, hepsi cuk diye oturuyor sahnenin durgunluğuna.
Phoebe Weller’ın daha anlatacak ve bizim dinleyip hayranlıkla kalacağımız çok hikayesi var gibi görünüyor.
Yorumlar