Hemen hemen tüm serilerini okuduğum Black Panther, Ryan Coogler yönetmenliğinde izleyici karşısına sonunda çıkıyor. Fantastic Four #52’de ilk kez okurun karşısına çıkıp, daha sonra kendi ve ortak maceraları ile çizgi roman tutkunlarını kendine çeken Black Panther, Marvel evreninin en özel işlerinden biri oldu. Birçok insanın büyük beklentiler ile sinema salonlarına koşturacağı filmimizin, beklentileri boşa çıkarmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim.
Wakanda’nın, Vibranium ile şu anki teknolojik seviyeye ulaşması, yıllar yıllar önce bölgeye düşen gök taşı sayesinde olur. Ellerindeki teknolojiyi yabancılara kaptırmamak için bölge dışındaki insanlarla bağlantı kurmayarak, Dünya’nın gidişatına olumlu-olumsuz etki etmeyerek, içlerine kapalı bir hayat yaşarlar. Birden fazla kabileden oluşan ve en başından beri Black Panther’in ülkeyi yönettiği Wakanda’da bir sonraki kral yine aynı soydan gelmeli ve kabile reisleri ile dövüşerek en sonunda o bölgede yetişen bitkiyi içerek fiziksel güçlerine kavuşmalıdır.
Başlangıç hikayesinde ki iki temel düşmandan ilki olan, silah satıcısı ve vibranium avcısı Ulysses Klaue, T’Challa’nın (Black Panther) en büyük düşmanıdır. Zamanında girdikleri bir çatışmada bir kolundan olan Klaue, hikayenin ideolojik gerginliği açısından önemli bir yere sahiptir. İkinci düşman Erik Killmonger ise California’da büyümüş, birçok kez adaletsizliğe uğramış, vibranium teknolojisini ezilenlerin yararına kullanmak, silahları tüm dünyaya yaymak ve babasının intikamını alıp tahtı ele geçirmek için yanıp tutuşan bir Wakandalı.
Öncelikle Ulysses Klaue karakterini kesinlikle ama kesinlikle daha derin bir haliyle daha fazla görmeyi çok isterdim. Andy Serkis’in oyunculuğu ise gayet iyi diyebilirim. Michael B. Jordan’ın canlandırdığı Erik Killmonger karakteri ise ancak bu kadar iyi işlenebilirdi. Karakterin derinlikli işlenişi ve Jordan’ın oyunculuğu filme artı yönde büyük etki yapıyor. Unutmayın süper kahraman filmleri, kötü adamlara kahramandan daha çok bağımlıdır.
Chadwick Boseman (T’Challa – Black Panther), Wakanda’nın kadınlardan oluşan “Dora Milaje” isimli ordusunun generali rolünde Danai Gurira ve T’Challa’nın, Q işlevli kız kardeşi Shuri karakteri ile Letitia Wright oyunculukları ile göz dolduruyorlar. Bu saydığım isimlerin dışında da genel anlamda çok başarılı performanslar izliyoruz. Kısaca karakterler, birçok Marvel filminin aksine bütünlüklü ve ikna edici bir gerçeklikte işlenmişler.
Yönetmen Ryan Coogler, Afrika’nın geleneksel tarzını, kostümlerini, müziklerini, vibranium teknolojisi ile harmanlayarak, politik dilini de orta seviyelerde tutarak iyi bir denge yakalamış. Teknik anlamda yer yer “oo çok iyiydi” dedirtirken, yer yer göze batan cgi biraz can sıkabiliyor. Yönetmenin önceki iki filmi olan Fruitvale Station ve Creed’de birlikte çalıştığı Hannah Beachler (Prodüksiyon Tasarımı) ve Ludwig Göransson (Müzik) ile daha önce Fruitvale Station filminin görüntü yönetmenliğini yapan ve şu an Oscarlar da Mudbound filmi ile sinematografi dalında adaylık alan Rachel Morrison filme olumlu anlamda birçok katkıda bulunuyorlar.
Genel olarak olumlu yönlerinin ağır bastığı Black Panther, senaryosunu biraz daha derinleştirerek, olay örgüsünü bir süre sonra klasik kıvama sokmayarak, teknik anlamda da farkını gösterdiği bölümleri bütüne olmasa da en azından filmin daha çok hareketli sahnesine ilave ederek karşıma gelmiş olsaydı kesinlikle küçük bir başyapıt hakkında konuşuyor olurduk.
Kısacası olumlu yönleri olumsuz yönlerine kesinlikle ağır basan, gerçekçi karakterleri, iyi oyunculukları, kusursuza yakın müzikleri ve dengeyi iyi kurmuş yönetmenliğiyle, Marvel filmleri arasına üst sıralardan giriş yapıyor.
Yorumlar