0

David Leitch, kariyer bakımından basamakları en doğru çıkan isimlerden biri. Dublör olarak başladığı kariyerine “aksiyonun” özel yönetmenlerinden birine evrilerek devam ediyor. Gerçekten de takdir edilesi bir geçiş. Günümüzde aksiyon sinemasını klişesiz, etkili bir şekilde yapmayı başarabilen zaten 3-5 tane yönetmen var. Onların da bayrak taşıyanlarından biri David Leitch. Bu paragrafı ona ayırmak istiyorum çünkü son 10 yıl içerisinde aksiyon sineması dendiğinde aklıma gelen 10 filmin yarısı ona ait. Gelişimi, övgülerin hepsini hakediyor. Umuyorum ki daha birçok film ile karşımıza çıkıp yine bizleri etkilemeyi başarır.

Kısaca konusuna değinelim… Brad Pitt’in canlandırdığı Ladybug kod adlı ajanın çok basit bir görevi vardır: Trene gir ve çantayı çal. Bitti. Bu kadar. Yapılmış en hızlı tren olarak bilinen Japonya’daki Bullet Train’den çalacağı çanta için yolculuğuna başlayan Ladybug, farkında değildir ama aynı anda birçok suikastçi ajan ile aynı tren içerisindedir. Basit bir çanta çalma görevi, diğerlerinin var olan görevleriyle çakışınca, tren içerisinde köşe kapmaca başlar. Herkes kendi görevini yerine getirmek istediği için hepsinin çıkarları birbirinin işlerine engel olur.

Bullet Train

Çok sevdiğim arkadaşımın da özetlediği gibi Bullet Train, Tarantino ile Guy Ritchie’nin sevişmesinden doğan bir çocuk gibi. Aksiyonuyla beraber bir ağız dövüşü de söz konusu. Filmin aksiyonu ne kadar güzel ise karakterlerin birbirleri ile verdiği laf dalaşı da ayrı bir güzel. Filmin tamamı dövüş ve sohbet üzerine kurulu. Birçok aksiyon filmi, mesela Netflix’in en pahalısı The Grey Man, diyalogları kısarak filmi ağzına kadar aksiyon ile doldurmayı tercih ediyor. Lakin bu gibi tercihler çoğunlukla oldukça gürültülü sıkıcı filmler doğuruyor. Bullet Train, diyalog ve aksiyonu terazide o kadar güzel eşitliyor ki filmin neredeyse her saniyesinden zevk alabiliyorsunuz.

Lakin diyaloglar da başarısını tabii ki filmde yer alan muhteşem kadrosuna borçlu. Film tam bir portfolyo işi. İçerisinde yer alan tüm oyuncular gelecek projelerinde bu filmdeki karakterlerini gösterebilir. Neredeyse hepsi, karakterin kendisi olmayı başarmış. Aslında Brad Pitt ve Joey King izlemek için girdiğim filmde hepsinden eşit derecede zevk aldım. Brad Pitt’in yaşı ilerledikçe karakterine oturan Robert Downey J.R.’lık film boyunca her noktada kendini gösteriyor. Joey King için zaten her zaman söylediğimi tekrarlamak istiyorum: Kendisi gelecekte bir megastar olacak. Lakin filmde bence Brad Pitt’ten rol çalan biri var: Aaron Taylor-Johnson. Karakterin kişiliğinden giyimine kadar her şey ekranı ele geçiriyor. 

Bullet Train

David Leitch’in aksiyona yaklaşımını hep Michael Mann’e benzetirim. Aksiyon anında kamerayı da olaya dahil ederek seyirciyi kavganın bir parçası yapıyor. Bullet Train’de yer alan neredeyse her dövüş sahnesi zevkle izlenmelik, bir daha açıp bakmalık. Özellikle kaosa sürüklenen dövüş sekanslarında çok başarılı. John Wick’ten Atomic Blonde’a kadar hepsinde sona doğru aksiyonu doruklara taşımayı başarıyor. Lakin Bullet Train sınırları aştığı ve abartıya kaçtığı ilk filmi diyebilirim. Bugüne kadar filmlerinde hep mantık sınırları içinde kalan yönetmen bu sefer finalde absürdlüğün doruklarını zorluyor. Ve yalan söylemeyeceğim, sonlarda çok fazla eğlendim.

Sözün özü… Bullet Train, David Leitch’in aksiyon sinemasında bir seviye daha atladığı, türünün uzun bir süre öncülerinden biri olarak karşımıza çıkmaya devam edeceğini kanıtlayan renkli, aksiyonu eğlenceli ve sohbeti dolu bir film. Oyuncularının muhteşem uyumu ve gösterimiyle filmin eğlencesi başladığı andan sonuna kadar asla tükenmiyor. Bullet Train için kaliteli bir patlamış mısır filmi diyebiliriz. Birçok film sadece patlamış mısır yiyip izleyip gitmelik bir filmken Bullet Train, yarın birgün yeniden izlemeye değer özel bir iş. 

Valerii Ege Deshevykh’nin bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Beef: Yalnızlığın Senfonisi

Battlestar Galactica: Uzay Dizilerinin Öncüsü

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Haziranda Başka Sinema’da!

Previous article

Beau is Afraid: İnsan, Yaşamı Boyunca

Next article

You may also like

Comments

Comments are closed.