0

Charlie Chaplin, sessiz dönemin en meşhur palyaçosu; odalarımızın, kafelerin, sinema salonlarının duvarlarını posterleri ile süsleyen adam. Güldürürken düşündüren ilk kişilerden. Yaşadığı dönemin belki de en önemli, en güçlü ismi. İnsanlar kendisini çılgınlar gibi seviyordu. Sevenleri setlerini basıyordu. Şapşal surat oyuncakları, reklamları süslüyordu; sokaklar onun gibi  giyinenenler ile doluydu. Ölümünün üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala çok büyük bir kitlesi var, hala insanların odalarında koleksiyon filmlerinde duruyor kendisi. Hala filmlerini izlerken gülüyoruz, eğleniyoruz. Fakat esas soru şu esasında: Charles esasında nasıl biriydi? Tüm dünyayı kahkaya boğan Şarlo gülüyor muydu hiç?

Charles yani Charlie Chaplin, şaşalı döneminin tam zıttı bir çocukluk geçirdi. 1889 doğumlu Charles’ın annesi de babası da pek tanınmamış müzikhol sanatçılarıydı. Baba alkolden dolayı genç yaşta ölünce Charles hem çalışmak hem de üvey kardeşi Sydney’e bakmak zorunda kaldı. İnanması güç ama Charles daha 10 yaşında parasızlık, açlık, delilik ve sarhoşluğu yaşadı. Londra sokaklarının soğukluğunu ve kimsesizler yurdunun acısını çok iyi biliyordu. Ama güçlü bir çocuktu…

10 yaşında bir tahta kundura dansı gösterisinde, daha sonra da kimi komik rollerde yer buldu. 1908 yılı, hayatının dönüm noktalarından biri oldu. Onu gösterilerinden keşfeden Fred Karno, Chaplin’i Dilsiz Komedyenler ekibine aldı. Burada hem sahne sanatları hakkında deneyim kazandı hem de kendine bir yuva buldu. Aynı Fred Karno, Stan Laurel‘i de yetiştiren kişidir. Velhasılkelam, Charles, Karno’nun yanında kendini çok iyi yetiştirdi. Elindeki imkanları iyi kullandı. Sadece güçlü değil aynı zamanda zeki de biriydi. Fırsatları kovalıyordu. Kovalamasının da karşılığını kısa bir süre içerisinde aldı. Hayatının 2. dönüm noktası Karno ile Amerika’ya gittikleri turnede gerçekleşti. Mack Sennett, Amerika’nın Karno’su, yeni kurduğu Keystone film şirketine, adını Chaffin zannettiği Chaplin’in transfer etmek istedi. Karno ve Sennett arasında anlaşma sağlandı ve Charles’ın yeni durağı ve uzun bir süre evi artık Amerika idi.

Tabii biz Charlie Chaplin’i şarlo karakteri ile tanıyoruz. Halbu ki Şarlo karakteri 1914’e kadar ortaya çıkmadı. Çıkışı da planlı olmadı. Tamamen Charles’ın doğaçlama seçtiği kıyafetler ve uydurduğu bir tiplemedir Şarlo. Kimilerine göre Şarlo, çocukluğunun dışa vurumudur. Chaplin, 1914 yılında, Kid Auto Races at Venice adlı filmde ilk defa Şarlo olarak kamera karşısına geçti. Keystone’da tam tamına 35 kısa filmde yer alan Charles ve onun Şarlo karakterinin ünü git gide artmaktaydı ve arzusu artık Mack Sennett’in onu zaptedebileceğinin üstündeydi. Büyümekte olduğunun farkında olan Charles daha iyi kazanmak için Keystone’u bıraktı ve Essenay ile anlaştı. Lakin Essenay’deyken daha özgür olacağını düşünen Charles dayatma senaryoların olduğu bir şirkete geldiğini ancak iş işten geçince fark etti. Her günü keyifli geçmeyen Essenay döneminde 14 filmde rol aldı; hakeza yönetmenlikler de yaptı.

Esseney döneminin en önemli özelliği ise, Chaplin’in ününün tüm dünyaya yayılmış olmasıdır. Setlerini sevenleri basıyor, önemli gazetelerde dönemin en meşhur kişisi olarak ilan ediliyordu. Şöhreti arttıkça, kazancı da artıyordu. Essenay’deki sözleşmesi bittikten sonra Chaplin, Mutual ile o dönem görülmemiş bir sözleşme imzalar. Bizler Charlie Chaplin’i en meşhur filmleri olan The Kid veya Modern Times ile tanırız lakin kendisi, en yaratıcı ve en mutlu dönemini Mutual’da film yaptığı dönem olarak tanımlar.

Gel gelelim en bilinmeyen bölümlere. Mutual’da mutlu olmasına rağmen First National kendisine çok daha iyi bir sözleşme önerir. Tabii aynı dönemlerde de Chaplin, dönemin en önemli isimleri olan Marry Pickford, Douglas Fairbanks ve D.W. Griffith ile United Artist‘i kurar; sonrasında yapacağı tüm Amerikan yapımı uzun metrajlı filmlerini bu film şirketinin adı altında vizyona sokar. Chaplin’in kazancıyla beraber filmlerindeki konu değeri de artmaya başlar. Artık sadece komedi yapmayan, aynı zamanda sorgulayan bir isimdir. Zamanla da başıa bela açacak olan muhalif kimliğine bürünür.

Charles mükemmelliyetçi bir insandı. İstediğini alana kadar sahneleri tekrar tekrar çektirirdi. O sevimli Şarlo’ya bakmayın hiç, sinirli bir kişiliği vardı ve sinirini oyuncularından çıkarırdı. Sette yaşadığı sorunların yanında ilham ve yaratıcığında da azalma yaşıyordu. İlk uzun metrajlı filmi olan The Kid‘in sıkıntılı bir çekim süreci vardı. Charles durumun farkında olup sözleşmesini fesih etmek istedi lakin First National başkası ile çalışacağına bizle kalsın diyerek teklifi red etti. The Gold Rush filmi ile iyi bir ivme yakalayan Chaplin yaşadığı sıkıntıları filmlerinde belli ediyordu. Karısı ile ayrılmasından kalan burukluğu çektiği The Circus filminde rahatlıkla görebilirsiniz.

Sesin sinemaya gelmesi ile birçok oyuncu, yönetmen sinemadan çekildi. Kimisi denese de başaramadı, kayboldu gitti. Kaybolanların arasında önemli kişiler de vardı. Charles ise sesin sinema ile birleşeceğini biliyordu. Lakin kendi çekim yöntemlerinden vazgeçmeyince, 1928’de çekimine başladığı sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri olan City Lights, ancak 1931‘de bitti. Biz ne kadar filmini bir klasik olarak görsek ve sevsek de City Lights, dönemindeki diğer –sesli- filmlere nazaran biraz tarihi geçmiş gözükmüştü. Çağa uyum sağlamayı red edişi birçok kişi tarafından takdir edilse de Chaplin akıllılık etti, yavaş yavaş sese geçiş yaptı. Modern Times filminde sessiz film mantığını korumaya çalışan Chaplin, bu inadından The Great Dictator filminde vazgeçti. Ardından da Monsieur Verdoux ve Buster Keaton’ın da rol aldığı Limelight filmini çekti.

Charlie Chaplin diğer sinemacılardan farklıydı. İnatçı biriydi; bildiğini okurdu. Filmlerinde eleştiriyi kullanmayı çok seviyordu ve bunu da çok iyi bir şekilde yapıyordu. Hem güldürüyor hem de eleştiriyordu. Güldürürken düşündürmek şimdilerde bir Cem Yılmaz klişesi olsa da o zamanlar Chaplin’i diğerlerinden farklı kılan yegane şeydi. Dönemin diğer önemli isimler Buster Keaton ve Harold Lloyd sadece güldürmeye odaklanıyordu. Chaplin ise fikirlerini dile getirmekten çekinmiyordu. Modern Times harika bir dönem eleştirisiydi. Günümüzde birçok okulda ders olarak gösterilmeye devam ediyor.  The Great Dictator savaşa ve savaşın acılarına farklı bir bakış açısı sunuyordu. Öyle ki Chaplin, Hitler ile alay edenb belki de ilk isimdi ve bu o dönemlerde alınacak çok büyük bir riskti. Almanya, bu sebeple Chaplin’in filmlerinin Almanya’da yayınlanmasını yasaklamıştı. Gel gelelim Limelight, en sevdiğim filmlerdendir, kendi vodvil hayatını ve yaşadığı sıkıntıları anlatıyordu. The Gold Rush, Klondyke‘lı altın arayıcılarının yoksulluğuna odaklanıyordu. Fakat onun anlatmak istedikleri, halkın yanında olmaya çalışması maalesef ileride başına iş açtı ve Amerika’dan sürülmesine sebep oldu.

Chaplin’in eleştirel bakışı, açıkça belli ettiği liberal yanı ve solcu kişiliği yüzünden FBI kendisi hakkında soruşturma başlattı. Chaplin’i, sonradan yalan olduğu ortaya çıkan Joan Barry‘nin babalık davası ve bir dizi suçlama ile lekelemeye, şanını bitirmeye çalıştılar. Chaplin’i komünizm sempatizanlığı ile suçladılar ki dönemin en meşhur çamuru, birini komünizm ile suçlamak idi. Israr sonucu getirdi… Chaplin, Limelight’ın Londra prömiyerine gittiğinde FBI kendisinin Amerika’ya giriş iznini iptal ettirdi. Böylece Chaplin hayatının geri kalanını Avrupa’da geçirmek zorunda kaldı.  1972’de bir özür mahiyetinde olan onur Oscar’ını alana kadar da Amerika’ya giriş yapamadı. Dile kolay, 20 sene. 1953‘te İsviçre‘ye yerleşen Chaplin, karısı Oona O’Neill ve sekiz çocuğu ile orada yaşadı. Avrupa’da kimi çalışmalar yapsa da o eski ününe asla geri dönemedi. 1975 yılında şövalye ödülünü aldı ve 1977 Noel’inde de, sör Charles Chaplin olarak cennetteki yerini aldı.

Charles zor bir adamdı. Hayat kendisini daha küçük yaştan yıpratmasına rağmen pes etmedi, gelecekte bile asla unutmayacağımız bir isme dönüştü. Şapşal bir komedyen olarak yaptığı filmlerini ileriki yıllarda eleştirel bir tarza çevirdi. Şarlo’su kötülük dolu dünyada düzensizliğe karşı savaştı. Halkın adamı haline geldi ve devletin eli ile tekrar hiçliğe itildi. Yaptıkları, sinemaya kattıkları, her büyük sanatçıda olduğu gibi ancak sonradan anlaşıldı. Günümüzde hala popülaritesini koruyor, simge olmaya devam ediyorsa bunun sebebi pişman olmayı öğrenmiş olmamızdır. Hayat değişiyor, ders alıp pişman oluyoruz. Zamanında değerini bilmediğimiz Chaplin gibi insanları onlar öldükten sonra daha çok seviyoruz. Ne kadar değerini sonradan anlasak da Chaplin birçoklarına nazaran döneminde de aşırı ünlüydü. Hatta dediğim gibi, film yaptığı zamanlarda yaşayan en ünlü insan olarak anılırdı. Onun en iyi döneminde sinemada bulunmuş olan büyükleriniz eğer hala hayatta ise gidin sorun; namını onlar anlatsınlar size.

Dipnot geçmeden bitirmeyeyim yazımı. Game of Thrones’da, Rob Stark’ın karısı Talisa Maegyr’i canlandıran Oona Chaplin, Charlie Chaplin’in torunudur.

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Ünlü Olmanın Bedeli: Starry Eyes

Previous article

Kameranın Etiği Yoktur: Nightcrawler

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply

More in Sinema