Konu, uyuşturucu ile kafayı bulmuş ve vahşetin sınırlarını zorlayan bir ayı olunca tabii ki ilgimi çekti. Burnu bembeyaz bir ayının parçaladığı insanları izlemek bir korku sever olarak zevklerimden biri. Evet, manyağım. Elizabeth Banks de güvendiğim bir isim. Yönetmen ile konunu çekiciliği birleşince perde karşısına büyük bir merakla geçtim. Fakat merakımdan çok daha büyük bir hüsrana uğradım. 80’lerde geçen her şeye de ekstra heyecanla yaklaşan biri olarak yine de, izlediğim filmden zevk alamadım. Üstüne sıkıldım. Çünkü film, isminin ve fragmanının oluşturduğu beklentiyi hikayesi ile dolduramıyor. Sebeplerini anlatayım.
Kısaca konusuna değinelim… Bir uçaktan Georgia’da bir ormana düşen 200 kilo uyuşturucuyu sahibinden ve polisten önce biri bulur: Bir Boz Ayı. Gökyüzünden kendi evinin üstüne düşen torbaların ne olduğunu merak eden sevimli ayı, daha önce hiç tatmadığı bir heyecan ile karşılaşır. Ve ormanın geri kalanında bu beyaz heyecanı aramaya başlar. Ama bunu ararken, davetsiz misafirler ile karşılaşır: Zararsız bir orman yürüyüşünde yanlışlıkla uyuşturucuya denk gelenler ve gökten yağan uyuşturucunun gerçek sahipleri.
Burnu kokain beyazı ile boyanmış bir ayının kıpkırmızı kanla ıslanmış dişleri fikri gerçekten eğlenceli bir fikir. Kaçışan insanlar, onları kovalayan bir ayının görüntüsü aklımda oluşan ilk imgeydi. Teknik olarak da film bundan ibaret. Lakin görüyoruz ki güzel fikir ve kafada oluşan imgeyi teknik anlamda görmek yeterli olmuyormuş. Filmde çok ciddi eksiklikler var ve bu eksikler dibine kadar eğlenceli olması gereken filmin boğucu derecede sıkıcı olmasına sebep oluyor.
Filmin gerçek bir hikayeden uyarlandığını biliyoruz. Sorun şu ki, filmin gerçek hikayedeki ayı karakteri dışında vaat ettiği hiçbir şey yok. Ayının saldırganlık hikayesinin çevresindeki hikaye oldukça sıkıcı. Ayı kısımlarının dışına çıktığımızda heyecan veren, filmi merakla izlettirecek bir unsur yok. Gökten yağan uyuşturucuların sahibinin ve onun için çalışan yaverlerinin orman içerisindeki polislerle kovalamacası enteresan bir şekilde sıkıcı. Buna artı olarak filmdeki neredeyse tüm oyunculuklarda bir temposuzluk var.
Hikayenin çok daha çılgın, daha deli dolu olmasını bekliyordum lakin o beklediğim çılgınlığı da bulamadım. Ayımız beni etkileyecek kadar yaratıcı değil. Filmin birçok noktada istop etmesi de bir yana, filmin finali ayrı bir sıkıcı. Nedenini çözemediğim bir şekilde final, inanması güçlük içerecek olaylara dolu olması gereken filmi bile inandırıcılıktan uzak kılmayı başarmış. Tabii gazetedeki hikayeleri ve olayın esas örgüsünü hiç kontrol etmedim. Hikayenin ne kadar değiştiğini bilmiyorum. Eminim ki oldukça değiştirilmiştir. Değiştirmelere her zaman açığım. Fakat zaten ilgi çekici olan bir hikayeyi daha ilgi çekici yapacak ise.
Sözün özü… Cocaine Bear, adıyla ve fragmanıyla oluşturduğu heyecanı maalesef karşılayamıyor. Filmde ayının dışında herhangi bir heyecan yok. İşin kötüsü, ayı da yeteri kadar heyecanlı değil. Daha da kötüsü, Elizabeth Banks, beklediğimden daha zayıf bir yönetmenlik sergilemiş. Karakterlerin temposuzluğu, yan hikayenin sıkıcılığı, ayının yeteri kadar kokain çekmemiş olması maalesef merakla beklediğim filmden zevk alamamama sebep oldu. Salondan büyük bir keyifle ayrılacağıma inanıyordum lakin hüsran ile ayrıldığımı belirtmem gerek.
Yorumlar