0

Vampirler, vampirler, vampirler… Sanılanın aksine vampirler, sinemanın kurmaca bir ürünü değildir. Dünya tarihinde birçok resmi kaynakta vampirler ile alakalı bilgiler yer almaktadır. Hatta Türkiye’de de vampirlerle karşılaşıldığına dair belgeler mevcuttur. Türkiye’deki vampirler ve tarihte-sinemada vampirler üzerine daha detaylı bir bilgi için Sinemada Vampirler Tarihi adlı yazıma bakabilirsiniz.

Milattan öncesine kadar dayanan kaynaklara göre vampirlerin gerçek olduğu iddia edilir. Kurgu olan şey, vampirin tanımıdır. Bizim bildiğimiz vampir; güneşe çıkamayan, kan emerek hayatta kalan ve sarımsak görünce nalları diken bir yaratık. Tarihte var olduğu iddia edilen vampirler ise gayet de güneşte gezebilmektedir. Blade gibi. Vampirler hakkında bilinen ya da yarım yamalak bilinen neredeyse her şey, Bram Stoker’ın kitabı ile değişmiş, Murnau’nun Nosferatu’su ile şekillenmiştir. Stoker, 1897 yılında yazdığı kitapta var olan tüm vampir bilgilerini kendince derleyip birleştirmiş, Murnau’ya günümüze kadar ulaşan modern vampiri oluşturacak bütün doneleri vermiştir.

Osmanlı döneminde toprakları ziyaret eden vampirler Cihangir Vampiri gibi enteresan efsanelere konu olmuşlardır. Kimi kaynaklarda kendilerinden bahsedilen bu yaratıklar, 1890’lardan beri Hollywood sinemasının bir parçası olsalar da Türkiye’ki ilk vampirler ancak 1953 yılında sinema perdesinde kendilerine yer bulurlar. Mehmet Muhtar’ın yönetmenliğini yaptığı 1953 yapımı Drakula İstanbul’da, ülke sineması adına çok önemli bir yere sahip olmasının yanında vampirler tarihine bazı yenilikler katmasıyla da adından epey söz ettirmiştir. Türkiye’de korku sinemasına dair neredeyse hiçbir şeyin olmadığı dönemde Mehmet Muhtar, önemli bir işe kalkışmıştır. Kalkışmayı bırakın, koskoca Dracula hikayesini Türkleştirerek de vampir tarihine reform getirmiştir.

Fantasturka Film Festivali vasıtasıyla izleme şansına eriştiğim Drakula İstanbul’da, 1953’te çok ama çok düşük bütçelere çekilmiş olmasına karşın -dönemine göre- hakkı verilmesi gereken bir yapım. Gelin görün ki çekildiği dönemde film kimseye korkunç gelmemiş, insanların ilgisini çekmemiştir. Gişede de bu sebeple maalesef başarısız olmuştur. Filmin değerini ise, resmi bir kaynak bulamasam da Amerika’lı seyircilerin bildiği söylenir. Gösterildiği salonda ayakta alkışlandığına dair rivayetler mevcuttur. Tahminimce seyirci, klasikleşmiş vampir hikayesinin reforme versiyonunu izleyince, yepyeni bir iş ile karşılaştığı için filme bayılmış olsa gerek.

Mehmet Muhtar’ın Dracula’sını farklı kılan bir çok detay vardır. Birincisi, Mehmet Muhtar esas Dracula hikayesini sinemaya taşımamıştır. Onun sinemaya taşıdığı kitabın adı Kazıklı Voyvoda’dır. Ali Rıza Seyfi’nin Bram Stoker’ın kitabından uyarladığı 1923 basımlı bir kitap. Kazıklı Voyvoda, acımasız Vlad Tepes’i anlatır. Zaten Bram Stoker’ın Dracula’sı Türkiye’ye ancak 100. yılında yani 1998’de gelir. Bir detay daha: Kazıklı Voyvoda, 1997 yılında Giovanni Scognamillo tarafından Drakula İstanbul’da isimli bir kitap olarak yeniden yayınlanmıştır.

Yönetmen filmi, uyarlama bir kitaptan uyarlar. Bu sebeple de filmde konu ve karakterler biraz değişmiştir. Mesela filmde hiçbir zaman vampir kelimesi geçmez. Vampire “hortlak” denir. Klasik Dracula filmleri hristiyanlığın yaygın olduğu topraklarda çekildiği için film içerisinde çareyi hep Hristiyanlıkta ve İncil’de bulurlar. Tüm motifler de Hristiyanlık üzerine kuruludur. Mehmet Muhtar ise döneme ve içinde yaşadığı topraklara uygun olmak için tüm Hristiyanlık detaylarını filmden çıkarıp filmi İslam dini ile sentezlemiştir. Tam olarak bu sebeple de vampir filmlerinin olmazsa olmazı olan haç filmde hiçbir şekilde gösterilmez. Hatta yine tam bu sebeple Jonathan Harker karakteri de evlidir. Kutsal kitap ve haç kullanamayan yönetmen çareyi ise sarımsakta bulur. Koca Dracula, pazardaki sarımsak ile korkutulur. Mehmet Muhtar’ı burada tebrik etmek gerek; filmi hem dönemin şartlarına göre uyarlamış hem de orijinal hikayede kalmaya çalışmış. Bildiğiniz Türk işi “Drakula” olmuş.

49 günde çekilen filmin çekimleri ne kadar amatör olsa da hakkını vermek istiyorum. Parasız pulsuz hatta kimi yerlerinde sesler kaymış olsa bile başarılı bir sanat yönetmenliği, mekan seçimi ve ışıklandırma yapılmış. Filmde Alman Dışavurumculuk akımının gölgelendirmelerini de bol bol görebilirsiniz. Keza filmde kesmeler, efektler de dönemine göre çok başarılıdır. Hele ki ilk defa denendiğini düşünürsek ayakta alkışlanmayı bence hakediyor. Yönetmen parasızlıktan kimi zaman filmin içine reklam sokmak zorunda kalıyor. Oyuncular, replikleri ile bazen markalardan bahsediyorlar. Bu kadar parasızlığa rağmen Mehmet Muhtar zeki bir adammış. Mezar sahnesinde kullanılacak olan sis makinesi bozulunca bütün ekip yere yatar ve hepsi aynı anda sigara içmeye başlar. İzlediğinizde ise sis makinesi ile sigara dumanı arasındaki farkı anlayamazsınız.

Drakula İstanbul’da, hikayeyi Türkleştirmekle beraber Dracula’ya kimsenin yapmadığı bir yenilik de katar. Uzun dişler, ilk defa Türk Dracula’sında kullanılır. Daha önce hiçbir Dracula’nın böylesine uzun dişleri yoktur. Dracula’ya hayat veren Atıf Kaptan, ki kendisi Türk sineması adına önemli bir isimdir; Bela Lugosi kadar karizmatik olmasa da Dracula ihtişamını başarıyla vermiştir. Bunu diğer oyuncular için söyleyebilir miyiz? Tabii ki hayır. Alışa gelmemiş bir filmde alışa gelmemiş bir rol oynadıkları için onlara da hak vermek gerek. Gereksiz ama komik bir detay: Filmin baş rollerinden biri olan güzel kızımız Annie Ball Türkçe bilmiyordu; tüm repliklerine dublaj yapmak zorunda kalmışlardı.

Peki; Drakula İstanbul’da bu kadar uzun yazılmayı hakediyor mu? Bence hakediyor. Drakula İstanbul’da internette tabii ki de birçok kaçak sitelerde mevcut. İmkanınız olduğu zaman izlemenizi öneririm. İzleyip de geldiyseniz ne mutlu size. Yılmaz Atadeniz ve onun filmlerine saygı duyan biri olarak absürt, farklı bütün Türk filmlerine saygım sonsuzdur. Hele ki 1953’ten bahsediyoruz. Türk sinemasının ilk gerçek filmi Vurun Kahpeye çekileli sadece 4 sene olmuş. Türkiye’de sinema, henüz kendini keşfetme aşamasındayken Mehmet Muhtar’ın böylesine bir işe kalkışmış olması büyük bir cesaret; gerçekten tebrik edilesi.

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Unknown Girl – Film Analizi

Previous article

Ölüler Ölü Değildir: The Autopsy of Jane Doe

Next article

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

You may also like