Baş rolünde hepinizin Danimarkalı platonik aşkı Mads Mikkelsen’ın olduğu Druk, buruk bir Vinterberg filmi. Danimarkalı gençlerin alkole olan ilgileri üzerine kızının ortaya attığı fikirle filizlenen senaryo karalamaları aslında bir tiyatro fikri olarak ilerleyip sonradan beyaz perdeye dönüyor. Özellikle kızının isteği ile projeye başlayan Vinterberg, maalesef filmin çekimlerinin 4. gününde kimsenin yaşamasını istemeyeceğim bir acı yaşıyor. Kızı Ida, bir araba kazası gerçiyior sonucunda hayatını kaybediyor. Vinterberg de, projeyi tamamen kızına adayarak inat ediyor ve projeyi bitiriyor. Zack Snyder da çekimler esnasında kızını kaybetmiş ama projeye devam edecek gücü kendinde bulamamıştı. Kız çocuklarına düşkün biri olarak şu paragrafı yazarken bile oldukça zorlandım; Vinterberg ve Snyder’ın yaşadıklarını hayal dahi etmek istemiyorum.
Kısaca filmin konusuna değinelim… Martin, yaşlılığın ve Danimarka’daki tek düze hayatın verdiği sıkıcılığı iliklerine kadar temsil eden bir öğretmendir. Öğrencileri artık onun derslerinden zevk almamaktadır; tam tersine çok da sıkılmaktadır. Kendisinin baba olarak da keyifli bir adam olduğunu söyleyemeyiz. Bir çıkış yolu arayan Martin, arkadaşlarının da gazlamasıyla alkol teorisine yönelir. Araştırmalara göre günde bir kuple alkol, kişinin kendini daha canlı, daha özgüvenli hissetmesini sağlıyormuş. Gün içerisinde alınacak 0.05%-0.08% promil arası alkol ile bambaşka biri olabiliyorsunuz. Bunu denemek isteyen Martin ve arkadaşları, teorinin gerçekten de doğru olduğunu keşfetse de bir şeyi unuturlar: İnsan denen varlık maalesef nerede duracağını bilmiyor.
Film içerisinde ilgimi çeken bir sürü detay var. İlk olarak konumuz olan alkole odaklanalım. Araştırmalar, alkolün gerçekten de kişiyi daha özgüvenli yaptığını söylüyor. Alkolü direkt olarak bir kerede tüketmek yerine gün içerisinde düzenli kullanmak, kişiye anti-depresan etkisi yapıyor. Bir tanıdığım var, gün içerisinde süreki redbull-votka içerek kendisini çakırkeyf tutmaya çalışıyor. Ve ne yalan söyleyim, kendisi sürekli keyifli bir insandır. Martin’in değişimini o sebeple hiç yadsımadım, şaşırmadım da. Çünkü biliyorum ki, beynin işleyiş şekli kimyasallarla alakalı. Beyne biraz destek ile kişiler değişebilir, daha güçlü veya özgüvenli olabilir. Fakat işte insan olmanın getirdiği bazı defolar var. Biz insanlar, düzenli kalmayı başaramıyoruz. İlla ki sapıtıyoruz. Martin ve arkadaşları eğer ki 0.05%-0.08% promil arası alkol oranında kalmaya devam etselerdi, hiçbir sorun yaşamayacaklardı. Ama işte insan, her zaman daha fazlasını istiyor, yenisini deniyor. Film ilerledikçe, aslında doğruluğunu kanıtladıkları bir gerçeği ters yüz ederek yanlış bir pozisyona getiriyorlar. Sonra da geri dönemiyorlar. Halbuki dediğim gibi yanlıştan dönüp gerekli seviyede kalmaı deneseler, hiç almama seçeneğinden çok daha iyi bir tercih yapmış olacaklardı.
Gel gelelim ikinci konumuza: Danimarka, ilginç bir ülke. En son mecliste kendilerinin de güldüğü problemleri tartışıyorlardı. Ülkede problem yok. Arada ülkede çöp eksik çıkıyor başka ülkeden tedarik edip devam ediyorlar. Ülkede düzen o kadar iyi kurulmuş ki, düzenin kendisi artık sıkıcılığın baş sebebi. Ama işte burada ironik bir detay var. Martin, eğer düzenini hiç bozmasaydı, büyük ihtimal sorun yaşamayacak ve keyifli bir öğretmen olarak hayatına devam edecekti. Ama düzenini bozdu ve sonucunda da yaşanan sorunlardan ötürü arkadaşını kaybetti. Danimarka da insanların sıkıcı olarak adlandırdığı bir düzen içerisinde. Ama farkında değiller ki bu sıkıcılık sayesinde tehlikeden ve sorundan uzaklar. İnsanların çoğu, tecrübe etmeden bazı şeyleri anlayamıyor. Danimarka’nın sıkıcı olarak adlandırdığı hayat, Türkiye’deki insanlar için bir ütopya mesela. Halbuki hepimiz aynı dünyada yaşıyoruz. Fakat birbirimizi anlayamayacak kadar farklı hayatların içindeyiz. En anlayamayanlar da maalesef gençler. Şimdi de onlardan bahsedeceğim.
Üçüncü konumda Danimarkalı gençlerin hayata bakış açısı ve alkole olan meraklarını konuşacağım. Danimarka, gençlerde alkol kullanımında Avrupa birincisi diyebiliriz. 15 yaşında geçlerin alkol tüketimi, avrupadaki diğer ülkelerin neredeyse iki katı durumunda. Alkol satın almanın sınırı 16 olan ülkede bu sınırın 18’e çekilmesi isteniyor. Fakat aileler, kendi gençlik dönemlerindeki sarhoşlukları keyifle hatırladığı için bu karara karşılar. Gel gelelim filmdeki liderler sekansına. Bu sekans, Z kuşağı olarak sınırlamak istemiyorum, gençlerin hayata bakışı üzerine çok güzel detaylar veriyor. Öğrenciler, kimi seçtiklerini bilmeden verilen şıklardaki en oturaklı karakteri seçiyorlar ama seçtikleri kişinin avrupaya kan kusturan Hitler olduğunu bilmiyorlar. Martin burada mesajı güzel veriyor: Hayat, asla beklediğiniz gibi değil. Hani Cem Yılmaz diyor ya, okuduklarımı unutmak için bir o kadar sene daha geçmesi gerekiyor. Tam olarak öyle. Martin, aslında bu sekansla kendini de aklıyor. Öğrencilerin kötü ve sıkıcı olarak görüdüğü şeyler her insanın başına gelebilecek türden sorunlar. Hayat, maalesef lafla ve görünüşle yürümüyor. Empati yeteneğiniz yoksa yaşamadan öğrenemiyorsunuz. Martin’e sıkıcı damgasını yapıştırmak en kolay yöntem olsa da onun neler yaşadığını bilmeden yargılamak yanlış olacaktır.
Druk, teorisi ve içerisindeki ufak detayları ile oldukça başarılı bir film. İzlediğim, en doğru filmlerden hatta. Teorilerin ne kadar doğru olduğunu ama bunu uygulyacak gücün herkeste olmadığını yer yer keyifli ama sonunda hüzünlü bir şekilde görebiliyoruz. Danimarka, ülke olarak belirli kuralları doğru ve düzenli bir şekilde uygulayarak sıkıcı ama güvenli bir hayat kurmayı başarsa da Martin ve arkadaşları doğru başladıkları bir projeyi düzenli olarak devam ettiremeyerek sonucu ölümle biten bir kazaya sebep oldular. Danimarka dediğimiz ülke de insanlardan oluşuyor, insanlar tarafından yönetiliyor. Ama karalarını bir topluluk olarak vermeyi başarmışlar. Martin ve arkadaşları da özünde küçük bir topluluk olmasına rağmen yanlış organizasyon ve kararlar sonucu elde ettikleri başarıyı yokuş aşağı ittiler.
Filmin sonundaki dans sahnesi kimseyi kandırmasın, film aslında oldukça güçlü bir mesaja sahip. Alkol, düşmanınız değil. Dünyadaki zararlı olduğunu bildiğimiz hiçbir şey düşmanımız değil. Her şey, düzenli ve yeteri kadar tüketildiği zaman yararlı hale gelebilir. Ama işte bu iradeye sahip miyiz sorusunu Druk güzel bir şekilde cevaplıyor. Filmden sonra kendinize sormanız gereken şey ben, beni tehlikeye atabilecek şeyleri idare edebilecek iradeye sahip miyim? Devletler, bizim yerimize iradelerimizi kontrol ederek güvende kalmamızı sağlıyor. Danimarka bunu çok iyi yapmış. Kimilerine göre sıkıcı olan bu düzen ironik olarak güvenlik sağlıyor. Bu sıkıcı düzenden çıkmaya çalışanlar olabiliyor. İşte bu düzenden çıktığınızda kendinizi kontrol edebilecek gücünüz var mı bunu bilmeniz gerek. Çünkü eğer sınırda durabilecek iradeniz yoksa hatırlatayım, bu bir film. Siz öyle hurra diye dans edecek enerjiyi kendinizde bulamayabilirsiniz.
Yorumlar