Yarattığı Gerçekçilik Hissi
İlginç fikirler ve yeni yeteneklere sağladığı mütevazı bütçelerle, alabildiğine tekdüzeleşen Hollywood filmlerine taze alternatifler sunan A24 bu sefer Z kuşağı için yapılmış bir korku filmiyle karşımızda. Avustralyalı ikizler Danny ve Michael Philippou’nun ilk uzun metraj filmi olan Talk to Me, türde çığır açacak bir keşif yapmıyorsa da hedef kitlesine odaklı yarattığı gerçekçilik hissiyle çarpıcı bir film olmayı başarıyor. Teknik anlamdaki mükemmelliğini genç oyuncu kadrosunun etkileyici performanslarıyla taçlandıran film, kolaylıkla yakalanabileceği tüm tuzaklardan kaçarak izleyiciye seyir zevki yüksek bir gerilim sunuyor.
Filmi benzerlerinden daha çarpıcı yapan yegane etmen, karakterlerin inandırıcılığı. Yönetmenler de bunun farkında olacak ki, daha olay örgüsünü açacak seramik eli ve tüyler ürpertici kullanımı koşullarını bile göstermeden uzun bir süreyi karakterlerini tanıtmaya ayırıyorlar. Ne var ki tanışmaya ayrılacak bu uzun dakikaların açılışta izleyiciyi çekmeyeceğini tahmin ettiklerinden, filmin başlığını ekranda göstermeden önce tek plan halinde çekilmiş uzun bir sekansla arka plan hikayesini inşa etmeye başlıyorlar.
Dikkatimiz Üzerinde Kurulan Mutlak Hakimiyet
Talk to Me’nin bu kadar iyi bir film olmasının en büyük nedenlerinden biri, izleyicinin dikkati üzerinde kurduğu mutlak hakimiyet. Özellikle yeni yönetmenlerin en çok zorlandığı alanlardan bir tanesinin işleyen bir tempo tutturmak olduğu düşünülürse, yönetmenlerin ilk filminde bunu yakalamış olması sizi şaşırtabilir. Fakat yıllarını tamamen izleyiciyi elde tutma üzerine odaklı bir platform olan YouTube’da içerik üretmeye harcamış ikili (bkz. RackaRacka), bu zorluğun üstesinden gelmeyi başarıyor. Ana karakterler diyebileceğimiz Mia ve Riley’nin gelecekteki aksiyonlarına dair motivasyonlarına tanıklık ettiğimiz açılış sekansı, filmin sırtını dayadığı duygusal temeli oluşturuyor. Derken tokalaşıldığında ölü insanların ruhlarını görebilmenizi sağlayan ve davet vermeniz halinde onları vücudunuza taşıyan seramik el sahneye giriyor, ve olaylar çığırından çıkmaya başlıyor.
Filmin kilit objesi olan seramik elin izleyiciye ilk kez nasıl gösterildiği, hedef izleyici kitlesi ve bu kitleye odaklı yaratılan gerçeklik hissine dair büyük bir önem taşıyor. İlk kez telefon ekranlarından gördüğümüz el, hem annesinin kaybıyla başa çıkmayı henüz öğrenememiş Mia hem de akranlarının gözünde değerini artırmaya çalışan Riley için cezbedici bir fırsat sunuyor. Kariyerlerini YouTube ile başlatmış yönetmen ikilisi, sosyal medyanın yeni nesiller üzerindeki etkisini izleyicinin bağ kurabileceği bir araç olarak kullanmayı başarmış. Bunu genç karakterlerine gençlik sorunları ve düşüncesizliği ekleyerek pekiştiren Philippou kardeşler, Z kuşağı için imza sayılabilecek bir korku filmi ortaya koymuş.
Kederden Yalnızlığa, Suçluluktan Şefkate
Filmin yazımı, hem karakterlerine mantıklı yolculuklar sunacak hem de olaylarını derli toplu bir sona bağlayacak yetkinlikte. Fakat bu yazım, Sophie Wilde’ın mükemmel oyunculuğu olmadan bu kadar etkileyici yansıtılamayabilirmiş. Kariyerinin ilk uzun metraj filminde, kederden yalnızlığa, suçluluktan şefkate geniş bir duygu yelpazesini izleyiciye sergilemeyi başarıyor Wilde. Doğru rolleri seçmeye devam ederse, kariyerinin ilerleyen yıllarında hızla parlayacak bir yıldız olacağını öngörmek pek de zor değil. Fakat dikkatleri en çok üstüne çeken Wilde olsa da, yardımcı oyuncuların da hakkını teslim etmek gerek. Özellikle masum kurban Riley ve despot anne Sue rollerini oynayan Joe Bird ve Mirando Otto ikilisi, kısıtlı ekran sürelerine rağmen etkileyici performanslar sergilemeyi başarıyorlar. Bunlara ek olarak çoğu ilk kez bir uzun metraj filmde yer alan genç oyuncu kadrosu, başta ele geçirilme sahneleri olmak üzere ekranda bulundukları her anın hakkını veriyor.
Teknik anlamda da beklenmedik kalitede bir iş ortaya koyuyor film. Özellikle Aaron McLisky’nin görüntü yönetmenliği, hem odağınızı karenin neresine yerleştireceğinizi dikte ediyor hem de yeri geldikçe akıllardan çıkmayacak planlar yaratıyor. Kamera kullanımının ne kadar özenli olduğunu daha ilk sahneden anlıyor ve film boyunca takdir etmeye devam ediyorsunuz. Görselliği destekleyen bir diğer unsur da ses tasarımı. İlk sahnenin trajik sonuna dair verdiği ipucundan Mia’nın çevresinden koptuğu kriz anına, filmin atmosferini destekleyebileceği her anda parlıyor ses tasarımı.
Yeni Bir Korku Serisi
Filmin çoğu stüdyonun pazarlama bütçesine bile yaklaşamayan 4.5 milyon dolarlık bütçesiyle nasıl gerçekleştirildiğini anlayamadığımız bir diğer kısım da makyajlar ve pratik efektler. Ne ele geçirilme sahnelerinde ne de hayaletlerle karşılaştığımız anlarda izleyiciye detaylı bir bakış sunmaktan geri durmuyor film. Sırtını basit ani korku anlarına dayamayan, fikriyle korkutmayı deneyen filmin görsel anlamda en rahatsız edici anları da oyunculuklarla makyajın mükemmel bir birleşimiyle hayat buluyor.
Kurgu masasında da takdire şayan bir iş çıkarılmış. Daha uzun olsa sıkabilecek daha kısa olsa aceleye gelmiş hissettirebilecek film, göstermesi gereken her şeyi büyük bir verimlilikle gösteriyor. Neyi ekranda ne kadar tutacağını çok iyi bilen, bunu da yine izleyicinin dikkatini yönetmekte bir araç olarak kullanan bir kurgu var karşımızda. Özellikle Mia’nın halüsinasyonlarının ve arkadaş grubunun el ile etkileşimlerinin yansıtıldığı sekanslarda kurgunun etkisi çok net hissediliyor.
Genele bakıldığında Talk to Me, A24 ortalamasının bile üstünde bir film. Bunu söylerken (yazıda asla bahsetmemiş olsam da) kusurları olmadığını kast etmiyorum. Özellikle olay örgüsüne aşırı takılan insanlardansanız, filmin size hitap etmemesi gayet olası. Yine de pek çok izleyici için, kusurlarını ustalıkla gizlemeyi başaran ve bütçesinin hakkını fazlasıyla veren bir film Talk to Me. Şimdiden dünya çapında 47 milyon dolarlık bir gişe yakalayarak devam filmine de yeşil ışık yaktırdığı düşünülürse, ikinci bir gişe başarısı durumunda yeni bir korku serisine dönüşmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Tuncer Haydarlar’ın bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Yorumlar