Purge, nam-ı diğer Arınma Gecesi serisinin dördüncü ve (umarız ki) son filmi The First Purge, 20 Temmuz haftasında Türkiye’de vizyona girmeyi bekleyen filmler arasında bulunuyor.
Senaryosunu ve yapımcılığını, serinin önceki eserlerinde de olduğu gibi James DeMonaco’nun üstlendiği, yönetmenlik koltuğunda ise Gerard McMurray’in bulunduğu film, 21. yüzyılda kendisini ekonomik ve sosyal açıdan tam bir hengamede bulan ABD’nin Staten Adası’nda planlanan psikolojik bir deneyi konu ediniyor.
Hem demokratik hem de cumhuriyetçi partilerin yerini almak amacıyla kurulan Amerika’nın Yeni Kurucu Babaları Partisi (The New Founding Fathers of America) yazının geri kalanında NFFA olarak bahsedeceğim. Staten Adası’nda gerçekleştirmeyi amaçladığı deneyde 12 saat boyunca bütün kanunları hükümsüz kılıp, evlerinde bulunan vatandaşlara 5.000 $ ödeme vaadinde bulunmuştur. Bu sayı, deneye katılım gösterip “arınanlar” için ise daha fazla olacaktır.
Başrollerinde Dimitri karakterine hayat veren Y’lan Noel ve onun hırçın protestocu ex-aşkı Nya ile karşımıza çıkan Lex Scott Davis var. Bu oyunculara ek olarak Isaiah adında kafası karışık, ergen bir kardeşimize hayat veren Joivan Wade ile Spider-Man: Homecoming filminin güzel May Hala’sı, Marisa Tomei bulunmakta.
Filmin ilk açılış sahnesinde, Skeletor lakabıyla tanınan, karanlık arzularından ve iç güdülerinden bahseden ve insanlığa karşı sahip olduğu nefreti “arınarak” kusmak isteyen bir uyuşturucu bağımlısını görüyoruz. Daha ilk sahneden de anladığımız üzere kendisi bir nevi serinin isim babası. Fikrimce, filmin genel anlamda odaklandığı tek olgu “ayrım”. Bu olguyu gerek ırklar arasında gerek demografik açıdan gerekse ekonomik ve sosyal açıdan her koldan işleyen film, benzersiz ve özel bir konuyu işleme şansını allak bullak edip ortaya vasat bir proje çıkarıyor.
Kültürümüz gereği önce iyi haberleri vermemiz daha uygun karşılandığından dolayı ben de bu gerekçe vasıtası ile öncelikle filmde beğendiğim fakat yeterli olmayan konulardan bahsedeceğim. Bunlardan birincisi, serinin önceki üç filminde bir nevi imza rolü oynayan katillerimizin taktığı maskelerin neden takılma amacına değiniyor. Yapılan testler sonucu arınma gecesi deneyine erişim sağlayan katılımcıların maske takma sebepleri arasında yaptıkları eylemden utanmak veya bu eylemlerin getirilerinden gizlenmek ve bunun yanı sıra bu geceyi kutlama amacıyla kimliklerini gizledikleri ifade ediliyor. Beğendiğim ikinci ve ne yazık ki sonuncu konu ise filmin şarkı seçimleri. Bir sürü ünlü sanatçı ile çalışan proje yöneticileri, bu konuda filmin hakkını bir hayli veriyor. Film soundtracklerini merak edenleri tam listesi için şöyle alalım.
Gelelim kötü haberlere. Biraz uzun tutacağım bu kısımda şimdiden serinin aşıklarını karşımıza çağıralım. Öncelikle değinmek istediğim noktalardan ilki, film inanılmaz derecede klişeler içeriyor. İlk başlarda rastladığımızda çok göze batmasa da, film tamamen bir döngüye girdiğinde bu artık can sıkıcı hal almaya başlıyor. Artık hayatımızın her kısmında gözümüze sokulan ırkçılık konuları, Amerika Birleşik Devletleri’nin silahlanma lobisi, Amerikan Hükümeti’nin her işte olduğu gibi çizdiği iki yüzlü imaj, çeteler ve paralı askerlerin kurguları ve son olarak ABD’de gerçekleşen mass shooting olaylarının bu denli kolay malzeme olması bu klişelerden sadece birkaçı. Bir diğer can sıkıcı olgu ise görsel efektler. Ne kadar yapımcı koltuğunda bulunan isimlerden birisinin Michael Bay olup, en azından patlama sahnelerinin bolluğu ve doyuruculuğu konusunda umutlanmış olsak da, bu umudumuz da yıkılan hayallerimiz gibi yerle bir oldu. Film bazı sahnelerde o kadar yapay ve dandik görsel efektler barındırıyor ki yani sırıtmadan izlemek elde değil şahsen.
Uzun lafın kısası, Arınma Gecesi serisini seviyor ve bu geleneğin nasıl oluştuğu hakkında merak tohumları içeren fikirlere sahipseniz, filme gidin ve eğlenin. Herhangi bir beklentiyle girmemeniz keyif almanız açısından oldukça yararlı olacaktır.
Yazımı ise İncil’de bulunan ayetlerden biriyle sonlandırıyorum.
“Pray, Not Purge”
Yorumlar