Televizyonculuğa sonradan giren büyük firmalar maalesef özellikle dizileri ile benim hedef tahtamda. Ellerindeki yüksek imkanları bazen politik doğrucu yaklaşımları yüzünden berbat bir şekilde kullanıyorlar. Amazon‘un The Rings of Power ve The Wheel of Time en iyi örnekler. Apple‘ın bi diğer sci-fi dizisi Invasion da bu listeye eklenebilir. Fakat iki firmanın da bir taraftan harika dizilere sahip olduğunu da biliyoruz.
The Boys, Invincible, Dead Ringers, Silo, Severance, For All Mankind ve daha sayılabilecek birçok güzel proje kataloglarında mevcut. Şöyle uzaktan, geniş bir açıdan baktığımızda ellerindeki imkanları doğru kullanamadıklarını söylemek mümkün. Özellikle de dizilerinin ilk sezonlarında hikayeyi seyirciye aktarma, beklenen gerilimi oluşturma konusunda sorunlar yaşıyorlar. The Peripheral mesela; fikir olarak büyük bir potansiyele sahip olsa da ilk sezonundan iptal oldu. Çünkü yine, ilk sezonda hikayeyi doğru kuramadılar; fikir havada kaldı. Tam tersine benim iptal olacağını düşündüğüm, The Peripheral’dan belki de 3 kat daha büyük bütçeye sahip Carnival Row ise iptal olmadı ve ikinci sezonu ile güçlü bir dönüş yaptı. Fakat, ilk sezonunda tatmin olmamış beni tatmin etmeyi başardı. Foundation da ilk sezonunda aynı sorunla yüzleşiyordu.
Isaac Asmimov’un meşhur roman serisinden yola çıkan dizi ilk sezonunda gereken gerilimi oluşturmayı başaramadı. Çok net bir sorunu vardı: Devasa bir imparatorluğun yok olacağını iddia ederek oluşturduğu yüksek beklentinin karşılığını verememesi. Daha da kötüsü, devasa bir evrende, koca bir imparatorluk hikayesinde küçük anekdotlar ile uğraşması. Asimov, kendi döneminin politik sorunlarından yola çıkarak uçsuz bucaksız bir hikaye çıkarmış olsa da dizinin ilk sezonu hikayeyi dar bir perspektifle işliyordu. HBO’nun House of the Dragon serisini izlememiş olsam “ama hikaye zaten bu” savunmasını yapabilirdim. Roman dahi olmayan, ağızdan dolma hikayeleri incelikle işleyip, gereli doldurmaları yapıp tansiyonu yüksek bir sezona çevirmeyi başaran HBO, teknik doğru kullanıldığında her projenin, ne kadar sıkıcı olsa da yüksek gerilimle işlenebileceğini kanıtladı bize.
Carnival Row’da olduğu gibi Foundation da ikinci sezonunda –sonunda- beklenen seviyeye ulaşmayı başardı. İlk bölümlerde yine aynı sıkıcı diziyle karşı karşıyaymış gibi hissetsem de ortalarına doğru dizi aradığım tempoya ve devasalığa ulaşmayı başardı. Özellikle son 4 bölüm bir sci-fi dizisinden beklediğim her şeye sahip. Asimov’un temelde çıkış noktasını da iyi yakalayan dizi bence bu senenin en iyileri arasında.
Kısaca konusuna değinelim… Gaal Dornick (Lou Llobell), Salvor Hardin’i (Leah Harvey) bulmayı başardıktan sonra Hari Seldon’u (Jared Harris) da geri getirmeye çalışır. Gaal ve Salvor, Hari’nin mükemmel gelecek formülünün doğruluğunu teyit etmeye çalışırken Trantor’da Brother Day (Lee Pace), günden güne daha önce hiç hareket etmediği gibi hareket etmeye başlar. İmparator olmanın ona verdiği gücün zalim tarafına yatırım yaparken bir taraftan da Sareth ile evlilik planları yapmaktadır. Gaal ve Salvor galaksinin bir köşesinde hayatta kalmaya çalışırken, başkent de evlilik hazırlıklarının arkasında dönen taht oyunları ile zaman harcarken galaksinin öbür ucunda Borther Constant (Isabella Laughland) ve Poly Verisof (Kulvinder Ghir), evrenin geleceğini değiştirecek olan Hober Mallow’u (Dimitri Leonidas) aramaktadır.
Birinci dünya savaşının ardına doğan Asimov, ikinci dünya savaşının tüm acılarına şahit olmuş, kramplar ile gelişmekte ve değişmekte olan yeni dünyanın tüm yıllarında yaşamış biri. Hikayesi de zaten politik bir kurmaca hikayesi. İkinci sezon, Asimov’un kitapta ortaya koymak istediği temeli doğru işleyen ve onun robotlara olan merakını da –artık- hikaye içine yerleştiren bir sezon. Dizi, özellikle Asimov’un yoluna girip Demerzel’i (Laura Birn) çatışmanın tam ortasına koyunca, beklenen gerilim ve gizem zaten kendiliğinden oluştu. Demerzel gibi soru işaretleri ile dolu, sinsi bşr karakteri ilk sezonda harcayan dizi, ikinci sezonda onu hikayenin tam ortasına koydu. Dizinin özellikle son bölümlerinde başrol Cleon değil Demerzel. Olası bir üçüncü sezonda da artık bizi neyin beklediğini ve kimden korkmamız gerektiğin biliyoruz. İlk sezon biterken, kitaplara hakim olmayan birinin ikinci sezonda neler olabileceğini tahmin etmesi zordu.
İkinci sezon, küçük kalma sorununu da –ufak sorunlara rağmen- çözüyor. Maalesef Gaal, Salvor ve Hari’nin maceraları hala küçük sorunlardan ibaret. Hatta Gaal ve Salvor ikinci sezondan çıkarılsa, hikayenin akışına zarar gelmez. Fakat Day ve onun çevresinde bulunan herkesin hikayesi aradığım devasalığa ulaşmayı başarıyor. Hober Mallow’un saray baskını, Cleon’un Hari Seldon ile yüzleşmesi, Cleon’un bir gezegeni (Terminus) yok edecek kadar delirmesi ve finaldeki dövüş tam olarak beklediğim şeylerdi. Tüm evreni yöneten ve ordularının büyüklüğü ile övünen bir imparatoru tanıttıktan sonra günlerinin tamamını sarayda geçirtmek büyük bir hayal kırıklığıydı. İkinci sezon, hem aradığım aksiyonu hem de beklediğim Cleon’u bana vermeyi başardı.
Sözün özü… Foundation ikinci sezon, ilk sezonun hatalarını yapmayarak vaat ettiği devasalığı ekrana yanıstabilen başarılı bir sezon. Asimov’un robot aşkını da Demerzel ile hikayeye doğru yerleştiren sezon, gelecek sezona dair de büyük bir ümüt veriyor. İlk sezon, uçsuz bucaksız bir evrende devasa bir konuyu çok küçük işleyerek sıkıcı bir seyirlik sunuyordu. İkinci sezon, Cleon ve Hobar Mallow’un aşırılıkları üzerinden bol bol kargaşa, kavga ve savaş oluşturuyor. Temeldeki politik mesajını pekiştiren yeni sezon artık gidişatını netleştirmiş durumda. Olası bir üçüncü sezonda kimlere odaklanmamız gerektiğini ve olası kargaşaları tahmin edebiliyoruz. İkinci sezonu maalesef merakla beklememiştim ama üçüncü sezon için oldukça ümitliyim.
Valerii Ege Deshevykh‘nin tüm yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Yorumlar