“Ben zaten filmler ile yaşam arasında fark gözetmiyorum. Hatta diyebilirim ki, filmler yaşamayı sürdürmeme yardımcı oluyor; benim içinde bulunduğum durumda olan, yaptığı filmleri ilaç, iksir olarak yapan çok az sinemacı olduğunu düşünüyorum. Ne var ki insanlar o ilaçları rastgele kullanıyor; öte yandan, acılarına iyi gelecek ilaçlar yerine, onları artıracak ilaçlar sunma eğilimi ağır basıyor, çünkü insanların hakkını teslim edecek bir sistem yok. Belki bunu bir ölçüde sinema yapabilir.”
Jean-Luc Godard
İsrail’i Oscar’da temsil eden; savaş ve tabiri caizse savaşın saçma oluşunun anlatıldığı Foxtrot senenin -özellikle bilinmeyen filmler arasında- en iyi yapımlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Savaş üzerinden işlenen büyük bir söylem de mevcut: Halkın devlet karşısındaki konumu.
Filmin başında yer alan yanlış ölüm haberinin esin kaynağı Samuel Maoz’un yıllar önce başına gelen bir olaya dayanıyor. Samuel Maoz’un kızı, bir gün babasına taksi ile okula gitmek istediğini söyler. Ancak babası yaşıtlarının yaptığı gibi okula otobüs ile gitmesinin daha doğru olacağını düşünür. Kızı gittikten bir süre sonra otobüs durağında büyük bir patlama yaşanır ve ona saatlerce ulaşamaz. Ulaşamadığı için de öldüğünü düşünerek büyük bir paniğe kapılır. Aslında kızı otobüse geç bindiği için patlayan otobüsü kaçırmıştır ve böylelikle hayatta kalmıştır. Sonucunda da filmin esin kaynağı ortaya çıkar.
Filmin yönetmeni Samuel Maoz, Foxtrot’u felsefi bir bulmaca olarak değerlendiriyor. Biçemin ve içeriğin aynı düzeyde önem verilmesi de yönetmenin söylediğini kanıtlar nitelikte. İzleyiciyi dinamik tutmak isteyen filmin alışılmadık sinematografisi biçemini desteklerken bulmaca denilebilecek kısmının da korunmasına yardımcı oluyor. Bazı yerlerde izleyiciyi şaşırtarak -ki savaşın saçmalık kısmı bu şekilde daha kolay ifade ediliyor- ve onu gizemli bir atmosfere sürükleyerek alışılmadık olan üslubunu sinematik açıdan doyurucu bir yere konumlandırıyor.
Filmi gerçekleşen olayların kişiler üzerindeki etkisi bakımından birkaç kısma ayırarak incelemek mümkün. Bir yanda oğulları savaşta olduğu için bir nevi savaşa maruz kalan bir aile, diğer yanda savaşın bizzat içerisinde yer alan kişiler ve son olarak ise durumla hiçbir alakası olmayan dış dünyadaki insanlar. Bu bağlamda belli bir politik bakış açısı üzerinden sunulan film devlet tarafından kandırılan insanlar, ne yaptığını dahi bilmeyen amaçsız askerler, belki de gündemden bihaber olan halk temsili ile kuşatılıyor. Aslında amaçsız askerler demek de doğru bir yaklaşım olmayabilir ancak dayatılan şeyi sorgulamadan kabul ederek itaat eden bu gençlerin bilinçsizliğinin sonucunda halk zarara uğruyor. Arabadan düşen bira kutusunu el bombası zannedip dört kişiyi aynı anda öldüren askerin davranışı buna örnek olarak gösterilebilir. Onu ve arkadaşlarını öldüren asker ile kadının birbirlerinden etkilendikleri için bakışmaları askerin asıl sahip olması gerektiği hayatın bir örneği niteliğinde. Sadece bu açıdan bile baksak bunun üzerine saatlerce konuşabiliriz. Özellikle Türkiye gibi bir yerde yaşayan bizler için film, gizli kalmış birçok hikayemizi temsil ediyor. İnsanların fısıldaşıp sesli söylemediği birçok şey sinemanın tüm yönlerinden başarılı bir şekilde yararlanan Foxtrot ile bizlere ulaşıyor.
Kimi filmlerde senaryoya daha fazla önem verilir ve sinematografi, anlatım dili kısacası biçem ikinci plana atılır. Ancak hepsinin ince bir şekilde işlendiği pek az film bulunmaktadır. Ve bence sinemayı gerçekten çekici ve büyülü kılan kısım burada gizleniyor. Yakın zamanda izlediğimiz Paterson, Neruda, Mother! gibi filmlerde yakaladığım büyülü hissi Foxtrot için de hissettim. Gerçeğe tamamıyla bağlı görünen yapısının altındaki absürdlük hepimizin temelinde bilincinde olduğu fakat dikkat edemediğimiz ya da uyutulduğumuz için kavrayamadığımız hayat tanımımıza fazlasıyla yakın.
Askerlerin aileye oğullarının ölüm haberini verdiği sırada aileye müdahale etmeye çalışmalarını görüyoruz. Babaya her saat başı su içmesi öğütleniyor, anneye sakinleştirici bir ilaç veriliyor. Ölüm haberinin yanlış olduğunu söyledikleri anda ise babanın haklı olarak gösterdiği tepkiyi bir kriz olarak değerlendirmeleri, annenin ilaç aldığı için bu duruma karşı sakinliği korkulacak boyutta bir resmi işaret ediyor. Bireylerin psikolojisine dahi müdahale etmeye çalışan devlet, askerleri bunun bir temsili olarak sunuyor. Ve ortada yapılan büyük bir hata olmasına karşın buna devam etmeleri koşullar ne olursa olsun daima haklı olduklarına inandıklarını gösteriyor.
Tekil şahıs psikolojisi ve toplumsal psikoloji -sosyoloji de denilebilir- üzerinden iki farklı yaklaşım sunuluyor. Gerçekleşen olaylar sonrasında ailenin birbirlerini ve benliklerini sorgulamaları toplumun en küçük topluluğu olan aile ile her şeyin temel alınmaya başlandığı nokta olarak çuvaldızı kendisine de batırmaktan çekinmiyor.
“Foxtrot dansı” temel alınan hikayenin dans ile olan ilişkisi Samuel Maoz’a göre tilki bir adamın kaderi ile olan dansıdır. Bir sürü varyasyonun olduğu dans türüdür, ancak hepsi de aynı başlangıç noktasına gelmektedir. Gösterilen tüm çaba, kurban edilen onlarca insan ve hiçbir şeyden haberi dahi olmadan zarar gören tüm bu çağın geldiği nokta bir paradokstan farklı değil.
Yorumlar