Furiosa: A Mad Max Saga, George Miller‘ın ıssız çöllerinin derinliğine tekrar yolculuk edeceğimiz sinematik bir destan olarak beyaz perdede bizlerle buluşuyor.
Mad Max: Fury Road; yenilikçi aksiyonu, teknik başarısı ve kültürel etkisiyle popcorn aksiyon filmi olmanın ötesine geçen, popüler kültürde adından saygıyla bahsettiren bir filmdi. Onca başarısına rağmen George Miller‘ın Furiosa’yı başka bir filmin yan hikayesinden ibaret görmemizi istemediği de çok belli. Bunların öncesinde geçen Furiosa: A Mad Max Saga ise merceğine Furiosa’yı alıyor.
Furiosa: A Mad Max Saga her ne kadar önceki filmin ateşine sahip olsa da farklı bir çizgide ilerliyor. Film, Furiosa figürünü vurgulayan beş bölümlük senfonik bir intikam destanı şeklinde anlatılıyor. Furiosa: A Mad Max Saga, karakter hikayesi de olsa bir Mad Max destanı olduğunu katiyen unutmuyor. Ekofeminist bir direniş hikayesinin yanında hayran kaldığımız devasa araçların birbirine çarpan çeliklerinin cızırtıları ve çorak arazilerdeki gürültülü patlamalar eşlikçimiz olmaya devam ediyor.
Doğanın ve Kadının Direnişi
Furiosa, Fury Road‘da nispeten ufak bir arka plan hikayesiyle işlenen bir karakterdi. Immortan Joe’nun tutsaklarını kurtarmaya çalışan, onları bir meta olarak gören dünyaya karşı duran; çorak ve kirlilikle dolu çölden kaçarken, doğanın yeniden canlandığı, yaşamın sürdürülebilir olduğu bir ütopyanın arayışındaydı. Furiosa’nın ne kadar önemli bir karakter olduğu anlaşılmış olmalı ki bu iki buçuk saatlik destanın tamamı onun karakter gelişimine adanmış.
Furiosa’nın çocukluğunu anlatan geçmiş sekansıyla başlayan filmde nihayet bu ütopik toprakları görüyoruz. Anaerkil yapıda komün halinde yaşanan, doğayla iç içe, sürdürülebilir bir yaşam alanı olan bu diyar, kıtlığın yaşandığı bu evrende adeta bir cennet. Filmin baş kötüsü, Chris Hemsworth‘ün hayat verdiği Dementus karakteri tarafından Furiosa’nın cennetinin ve çocukluğunun çalınması uzun sürmüyor. Anya Taylor-Joy‘un canlandırdığı Furiosa, sayısız dehşet verici olaya tanık oluyor. Kendisini Dementus ile Immortan Joe arasında uzun süredir devam eden bir savaşın arasında buluyor. Gözlerini iktidar ve güç hırsı bulayan iki erkeğin arasında özgürlük mücadelesi veren bir kadına dönüşüyor.
Furiosa’nın yakalanmasının detaylarını izlediğimiz ilk kısımlarda doğa ile uyumlu bir yaşam ve kadınların bu uyumun merkezi olduğunu görüyoruz. Öte yandan yeşil yerin dışarısındaki çorak arazilere baktığımızda mekanlar arasındaki zıtlık çarpıcı şekilde hissediliyor. Dışarıda kıtlık yaşanan bir dünya var ve bu dünyanın yaratıcıları totaliter patriyarkal rejimler ve liderleri. Küçük Furiosa bu yüzden çektiği işkencelere rağmen geldiği yerin konumunu paylaşmamak konusunda bu kadar inatçı. Çünkü Fury Road‘da da gördüğümüz üzere doğa ve kadınlar, bu sistemlerin militarist ve regresif politikaları tarafından sömürülüyor.
Görsel Estetik ve Aksiyon Anlayışı
Dune estetiğini hissettiren ama kendi kimliğine de sahip olan bir çöl tasviri bizi karşılıyor. Renk paletinin özellikle turuncu ve mavi tonlarının çarpıcı kontrastı, filmi görsel bir ziyafete dönüştürüyor. Kum fırtınalarının tozlu girdabına, terk edilmiş şehirlerin kalıntılarına ve çılgın araçların öfkeli kükremelerine sürükleniyoruz. Aksiyon tarafında da neredeyse hiç diyalog yok. Furiosa: A Mad Max Saga, diyalogları yerine sert akrobatik gösteriler ve kristal netliğinde görsel hikaye anlatımı ile öne çıkıyor.
Furiosa: A Mad Max Saga, her sekansında nefes kesen aksiyon sahneleri içeriyor. Ama bu sahneler Fury Road‘daki gibi tüm diğer malzemeleri domine etmiyor. Senaryosu Fury Road yazarları tarafından yazılmış bu evrenin politik tarafı birkaç adım daha öne çıkıyor. Feminist merkezli bir hikaye anlatımının yanı sıra toplumumuzdaki sınıf mücadeleleri ve siyasi iç çekişmelere dayalı alegorik tasvirler mevcut. Aynı şekilde Furiosa’nın kestiği saçlarından yeşeren bitkiler gibi küçük nüanslar, doğal kaynakların sömürülmesi gibi çevresel yıkım konularına ekofeminist bir bakış açısı sunuyor.
Politik mesajlarının filmin aksiyonunu gölgelediğini kesinlikle düşünmeyin. Fury Road‘ın çıkışından bu yana geçen yıllarda aynı epikliğiyle devam eden şey George Miller‘in vizyonu. Miller, cesur yönetiminden ödün vermeyerek Mad Max serisine yakışır şekilde ve yoğunlukta aksiyon sahneleri sunmaya devam ediyor. Miller‘in kurguyu dikkatli ve mantıklı bir şekilde kurabildiği yönetmenlik deneyimi, dinamik aksiyon anlayışıyla harika harmanlanıyor. Böylelikle Furiosa: A Mad Max Saga, şaşırtmayı başaran büyüleyici bir aksiyon destanı haline geliyor.
Birtakım Eleştiriler
Birinci bölümün sonundan itibaren, Furiosa ve Dementus arasında intikam, keder ve eve dönme arzusunu içeren yıllar süren bir çatışmayı izliyoruz. Burada Dementus karakteri üzerinde durmak istiyorum. Chris Hemsworth‘un oldukça başarılı bir oyunculuk sergilediği bu kompleks karakter nereye konumlandırılması gerektiği konusunda sınıfta kalıyor. Zekası, hırsı ve duygusuzluğuyla başarılı bir ana kötü portresi çizen Dementus, yer yer Furiosa’nın havalı intikam hikayesini devam ettirmesi için yazılmış doldurma bir karakter gibi hissettiriyor. Dementus hiçbir zaman Furiosa veya Immortan Joe’ya karşı koymaya değecek bir tehdide dönüşemiyor.
Yine de Dementus’un gereksiz bir karakter olduğunu asla düşünmüyorum. Furiosa: A Mad Max Saga‘ya kattığı mizahi bir yön var. Ve filmin ahlaki çatışmaları genellikle onun çevresinde şekilleniyor. Özellikle filmin finalinden sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki Furiosa, bunu destansı hale getirecek güce sahip.
Son Olarak
Bir hikayenin öncesini anlatan filmlere karşı her daim bir ön yargı vardır. Çoğunlukla sonunu bildiğimiz hikayeleri izlemeyi tercih etmeyiz. Ayrıca anlatılacak materyal önemli olsaydı, orijinal hikayede kendine yer bulurdu diye düşünürüz. Furiosa: A Mad Max Saga, tüm bu ön yargılarımızı kırmak için iki buçuk saatlik ekran süresi boyunca çaba gösteriyor. Oldukça da başarılı oluyor.
Furiosa: A Mad Max Saga mı yoksa Mad Max: Fury Road mı daha iyi bir film tartışabiliriz. Fakat kesin olarak söyleyebiliriz ki Furiosa, Mad Max evrenine bir yapboz parçası gibi oturan hikaye örgüsüyle Fury Road‘ı çok daha güzel ve anlamlı bir hale getiriyor ve George Miller, size zamanın nasıl geçtiğini unutturacak bir aksiyon destanıyla beyaz perdeye geri dönüyor.
Ece Ekşi‘nin diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar