Altın Yumurtlayan Kazdan Tavuk Esirgenmezmiş
Son yıllarda içinde süper kahramanlar ya da aksiyon yıldızları kullanılmayan yetişkinlere yönelik yapılan filmlerde epey azalma görüldü. Hollywood genel olarak gençlere yönelik projeler yapmaya başladı. Bu nedenle bu dönemde Agatha Christie romanlarını uyarlamak uzaktan intihar gibi görünüyordu. Ancak Christie’nin sadık okuyucuları ve dedektiflik hikayelerini seven bir kitlenin ilk uyarlama filmi başarıya ulaştırmasıyla bu önyargılar yok oldu.
Kenneth Branagh bu sefer kadrodaki yıldız isim sayısını azaltarak, diğer filmlerden farklı şeyler deneyerek karşımıza şahsına münasır bir Christie filmi sunmaya çalışmış gözüküyor. Uyarlanan ilk iki kitaba göre daha az popüler olan A Haunting in Venice diğer filmlerin sevimli hallerini törpüleyerek karşımıza korku unsurlarıyla bezeli bir gerilim – polisiye çıkartıyor. İlk iki filmin çocuk filmlerine benzeyen karikatür karakterlerine nazaran, bu sefer tekinsiz ve eski bir binanın içinde fırtına yüzünden sıkışan bir grup insanın entrika yumağına şahitlik ediyoruz. Yer yer fantastik öğeler kullanmaktan kaçınmayan yapım, adeta Cadılar Bayramı gecesinde anlatılan korku hikayelerine benzeyen bir uslüpta, seyircisine yeni bir deneyim sunuyor.
Daha Karanlık, Daha Kasvetli…
Branagh bu filmde balıkgözü mercekler, klostrofobiyi tetikleyecek dar planlar ve kasvetli mekanın etkisiyle beklenmedik kadraj numaraları yaparak, seyircinin merakını ayakta tutmayı başarıyor. Diğer filmlere göre daha az yıldızı olmasına rağmen filmdeki her karakter üzerine düşen rolü hakkıyla üstesinden gelmeyi başarıyor. Bilhassa filmin daha ritmik olması için kurgudaki hantal sahnelerin filme dahil edilmemesi sayesinde, süresi daha kısa ama dikkati daha fazla ayakta tutan bir film ortaya konuyor. Hatırlarsanız önceki filmlerde gereksiz dikkati farklı yöne yöneltmek için yapılan tonla ucuz numaralara başvuruluyordu. Bu sefer gizem unsurundan çok, filmin atmosferine yatırım yapılarak daha dozunda bir serbest Christie uyarlaması ortaya çıkarılmış.
Branagh kendine hayran bir şekilde daha önceki filmlerde olduğu gibi Hercule Poirot karakterini canlandırıyor. Diğer filmlerin öykülerindeki gibi teatrallikle süslü performansının bir benzerini ortaya koyarken; filmin mizah unsuru olarak bir çocuğu ve Tina Fey’in canlandırdığı yazar karakterini bu konuda görevlendiriyor. Poirot’un ateist bakış açısını bu filmde öne çıkartmak isteyen yönetmen, doğaüstü olayların ortasına karakterini konumlandırırken; hikayenin çözüm noktasında kendince adalet anlayışını Christie’nin pek kullanmadığı şekilde metafizik öğelerle renklendirmeyi tercih ediyor.
Tekinsiz Atmosfer, Hikayenin Önüne Geçiyor
Filmin takdir edilesi atmosferi ve Venedik’in tekinsiz gizemli görüntüsü eşliğinde eğlenceli bir gotik korku örneği sunsa da; hikayenin biraz düşünüldüğünde kolay çözülebilecek bir olay olması yüzünden derinleşemeden kaybolan senaryosu, filmin en zayıf yönü olarak akılda kalıyor. Yeni bir işi alamayacak kadar nevrotik hale gelmiş ana karakterinin sancılarını filmin başında sunması ise seriye farklı bir bakış açısı getiren öğe olarak dikkat çekiyor. Tabii bu seçimin böyle yapılmasının nedeninin filmin içindeki bir gizemi aydınlatması hedefiyle planlanması, içten pazarlıklı bir görüntü oluşmasına sebebiyet veriyor. Poirot’un kendinden şüphe eden hali tüm olumsuzluklara rağmen görülmeyi hak ediyor. Bu vesileyle seyircinin gelgitlerle ilerleyen başrolünün bu işin altından nasıl kalkabileceği şüphesi filmi izlememizi sağlıyor.
Oscar ödülünü yeni kazanan Michelle Yeoh, Bayan Reynolds olarak sınırlı ekran süresinde saygı duyulası ile şarlatan olmak arasındaki geçişleri, oyuncunun aurasının yardımıyla eğlenceli bir performansa dönüşüyor. Jamie Dornan muhtemelen kadrodaki oyuncular arasında genç nesil için en büyük yıldız olarak öne çıkıyor. Ona verilen sorunlu psikolojideki karakteri biraz abartılı olarak aktarsa da; yüzünden karakterinin kendi içindeki yıkımını görebiliyoruz.
Mekan Kullanımı Öne Çıkıyor
A Haunting in Venice ise diğer filmlerin aksine şüphelilere sırtını dayamayı tercih etmeyerek; mekânı ve mekanın geçmişini kullanarak binada olmanın yarattığı öznel dehşetini vurgulamak için çabalıyor. Görüntü yönetmeni Haris Zambarloukos‘a güvenip sırtını yaslayarak görsel olarak bu etkiyi seyirciye sunuyor. Filmin hemen başındaki çocukların cadılar bayramındaki ritüeli ve kullanılan korku hikayesi filmin aslında yapmak istediği deneyin özeti gibi düşünülebilir.
Sonuçta Christie romanlarını sevenlerinin farklı tercihleri olabilir. İster tipik korku seyircisi olun, ister biraz daha gösterişli bir entrika ve karmaşıklık düzeyini tercih ediyor olun, A Haunting in Venice yeterince ürkütücü olmayı başararak blockbuster filmler arasında muhteşem olmasa da, denenebilir film seçenekleri arasında kendine yer buluyor. Anlık zevkler peşindeki seyirciyi geçici bir süre tatmin edecektir. Çok büyük beklentilere girilmeden kafanızı dağıtabilirsiniz.
Haktan Kaan İçel‘in, Arakat Mag‘deki bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Comments