Vincent Must Die (2023): Hiçbir Yer Güvenli Değil

Yönetmen koltuğunda Stéphan Castang‘ın oturduğu Fransız yapımı Vincent Must Die fantastik, dram ve komedi türlerinde yer alıyor. Ancak içeriği ve sunumu ile gerilim, gizem ve yer yer de korku türlerine dahil oluyor. Cannes Film Festivali‘nde gösterimi yapılan film Sitges, Fantasia ve Neuchatel gibi köklü ve prestijli fantastik film festivallerinden ödüllerle dönüyor. İKSV Filmekimi 2023 programı ile Türkiye’de izleyicilerle buluşan film programdaki ikinci Fransız yapımı fantastik film oluyor.

Vincent, ajansta çalışan bir video editörüdür. Sıradan bir günde ofise yeni gelen stajyer Vincent’a ağır bir şekilde durduk yere saldırır. Bu olaya kimse anlam veremez ve olay sinir krizi olarak geçiştirilir. Ancak ertesi gün başka bir ofis çalışanı da durduk yere Vincent’ın eline art arda kalem saplayınca işler karışmaya başlar. Vincent’ın göz göze geldiği pek çok insan vahşice Vincent’a saldırmaya başlar. Hayatı pahasına kaçmaya başlayan Vincent olanların görünenden çok daha büyük ve korkutucu olduğunu keşfedecektir.

Klişelerin Dengeli Harmanı

Vincent Must Die, gizemli ve sürükleyici hikayesi ile aslında yeni bir şey sunmuyor. Fakat var olan veya daha önce kullanılmış korku-gizem elementlerini zekice kullanıyor ve harmanlıyor. Herhangi bir insanın durduk yere saldırıya geçişi, Vincent’ın her yerde tehlikede oluşu hemen 2014 yapımı modern korku klasiği It Follows‘u (Yön. David Robert Mitchell) akıllara getiriyor. Ancak hikaye kısa bir sürede bundan ibaret olmadığını göstererek başka yönlere evriliyor. Saldırılar herhangi bir şeytanın veya lanetin varlığı olmadan gerçekleşiyor. Vincent bir süre sonra başkalarının da benzer şeyleri yaşadığını öğreniyor ve olay giderek küresel bir boyut kazanıyor.

Göz teması ile saldırının tetikleniyor oluşu ve bir süre sonra göz bağlama olayına geçilmesi ise direkt Bird Box (2018) filmini hatırlatıyor. Anlamsız saldırıların ve sinir krizlerinin küresel boyuta taşınması ise Shayamalan‘ın The Happening‘i (2008) ile Peele‘nin Us‘ını (2019) anımsatıyor. Film, Vincent’a olanların nedenini merak ettirerek sürüklüyor ancak açıklama yapmak yerine olayları büyütüyor. Ki herhangi bir açıklama yapılmadan gerilim ve gizem ile sürüklüyor oluşu tatmin ediyor. İlk yarıda kara komedi tarzında sahneler içeren film ilerledikçe komedi dozunu düşürüyor, olayların ciddiyeti fark ediliyor. Komedi, dram ve fantastik olarak geçen filmde görünmeyen ve beklenmeyen tehlike haline gelen sıradan insanlarla yüksek bir gerilim yaratılıyor.

Gerçekçi ve Doğal Atmosfer

Film, teknik yönlerden ortalamanın üstünde bir performans sergiliyor. Sinematografisi ve mizanseni, pek çok sahne ile (insanların arabalarını terk ettikleri otoyollar, alışveriş merkezinden çıkıp Vincent’ı kovalayan insan sürüsü vb.) zombi filmlerine ve post-apokaliptik filmlere gönderme yapıyor. Müziklerinde ise eskimeyen ve sevilen 80’ler korku filmlerinin vazgeçilmezi synthwave tarzı tercih ediliyor, ki filme de uyum sağlıyor. VFX efektlerin neredeyse yer almadığı filmde yalnızca yaralar için pratik efektlerden, plastik makyajlardan yararlanılıyor. Bu sayede film doğal ve gerçekçi bir atmosfer sunuyor. Vincent’ı canlandıran Karim Leklou etkileyici bir oyuncu performansı ile filme büyük bir katkıda bulunuyor ve Sitges Film Festivali‘nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi oluyor.

Vincent Must Die, sunduğu yeni bir şey olmasa da başarılı korku filmlerinin elementlerini zekice harmanlayıp sonuna kadar sürükleyici ve gizemli olmayı başaran bir film olarak karşımıza çıkıyor. İnandırıcı ve gerçekçi atmosferi, Leklou‘nun performansı ve melez senaryosu filmi sinemada görülmeye değer kılıyor. Filmekimi programının sürpriz filmlerinden oluyor.