Ghost in the Shell, 1989 yılında mangaka Masamune Shirow tarafından çizilmiş bir mangadır. 1995 yılında Mamoru Oshii tarafından yönetilen animasyon filmi ile Japonya’da küçük çapta başarı elde etti. Animasyon filminde yazar koltuğunda mangakanın kendisi ve Kazunori Itõ bulunuyor. Çıkış yılında Japonya, Birleşik Krallık ve ABD’de aynı anda yayınlanan ilk anime filmi olmasıyla da önem taşıyor. Proje global çapta başarı elde etmesi beklenirken, gişe sayılarıyla bunu elde edemedi. Bunun yerine DVD satışlarıyla sonradan değer kazanan bir eser olarak adını tarihe yazdı.
Ghost in the Shell, aralıklarla izleyip üzerine düşündüğüm bir film. Küçük yaşta sadece Shōnen Jump animeleri izleyen ben, Ghost in the Shell karşısında akıl tutulması yaşamıştım. Bunun yanı sıra, bir de bilim kurgu ile beni tanıştıran eserdi. Bu anime sonrasında onun ilham verdiği The Matrix serisi ile tanışacak, ilham aldığı Blade Runner‘a hayran kalacak ve böylece Ghost in the Shell benim estetik zevkimden, film zevkime kadar her şeyi etkileyecekti. Sadece henüz haberim yoktu!
Kayıp Bir Ruh
Animasyon, sibernetik bir organizma olan Ajan Motoko Kusanagi‘nin hayatını konu alıyor. 2029’da geçen bu hikayede Motoko, uluslararası aranan bir hacker’ın peşine düşer olaylar gelişir. Bu yolculukta varoluş sorgulamaları ve kimlik mücadeleleriyle mücadele eder, beden-ruh ilişkisiyle ilgili seyircilere fikir verir. Eser, felsefeye benden daha vakıf kişilerin okumasına oldukça açık ve amacı da bu yönde. Hatta eserin ismi bile bu amaca hizmet ediyor diyebilirim. Ghost in the Shell ismi Macar yazar Arthur Koestler‘ın 1967 yılında yayımladığı Ghost in the Machine adlı esere bir gönderme.
Burada bir parantez açıp Motoko’nun dahil olduğu birim Public Security Section 9’dan bahsetmek lazım. Motoko’nun liderlik ettiği bu birim, bir kamu güvenliği ve istihbarat organizasyonu. Ekibin iki elemanı Batou ve Togusa, ana karakterimizden farklı olmaları nedeniyle hoş bir tezatlık oluşturuyor. Bunun nedeni Motoko’nun, yapay bir vücut içine yerleştirilmiş dijital bir bilinç olmasıdır. Beyni insan fonksiyonlarını korumasına rağmen insan hormonlarına, salgılarına, ihtiyaçlarına sahip değil. Bu tutarsızlık onda bir bunalıma yol açmış durumda ve eserin ismi buna ithafen konulmuş çünkü Motoko metal bir kabuğun içindeki bir ruh aslında.
Karakterin bundan rahatsız olma durumunu, ekip içerisindeki yan karakterler üzerinden anlatılması çok şiirsel. Motoko kusursuz bir bedene sahipken bu durum Batou ve Togusa için biraz daha farklı. Batou kendi bedenini çeşitli modifikasyonlar ile geliştirmiş bir siber insanken, Togusa neredeyse tamamen doğal bir insan bedenine sahip. Bunların yanında Motoko her türlü beceriyle sahip bir süper askerken, bu kusursuzluk durumundan nasıl rahatsız olduğunu şu sözlerle çok iyi açıklıyor:
Çarpışmalarda ne kadar güçlü olursak olalım, tüm parçaların aynı şekilde hareket ettiği bir sistem ciddi bir kusuru olan bir sistemdir. Bireyler de organizasyonlar da. Aşırı uzmanlaşma ölüm demektir.
Kaderlerin Buluştuğu Noktada
Bu hezeyenlar ve sorgulamaların yanında ana hikaye de devam ediyor. Bu noktada Kukla Ustası adında bir karakter ortaya çıkıyor. Karakter yapay bir bilinç olduğunu iddia ediyor ve yaşama hakkı talep ediyor.
Ghost in the Shell evreninde beyin de dahil olmak her şey dijitalize olmuş durumdadır. Bu nedenle bu evrende insanların anılarıyla oynamak da kolaydır. Hele ki Kukla Ustası gibi tamamen dijitalde varlığını sürdüren bir yapay zeka için, daha da kolay. Motoko’nun rahatsızlıkları anılarıyla oynanmış bir çöpçüyle tanıştığında daha da artar. Bunun nedeni ona insanlığından geriye kalmış tek şeyin beyni ve anıları olmasıdır. Eğer beynine ve anılarına da güvenemeyecekse, bir insandan ona geriye ne kalmıştır?
Motoko film boyunca bu düşünceler ile başa çıkmaya çalışsa da bunu yapamıyor. Ghost in the Shell‘in en iç burkan kısımları olduğunu düşündüğüm sahneler geliyor bu noktada. Motoko, yaşadığı varoluşsal kriz nedeniyle kendisini bir oyuncak bebek gibi görüyor. Şehirde dolaşırken vitrinlerde gördüğü plastik mankenlerdeki yansımalarını izleyip, empati kuruyor. Su altı dalışı yapması tehlikeli olmasına rağmen bunu yapmaya devam ediyor. Çünkü bu noktada Motoko için, ölmüş veya yaşıyor pek farklı şeyler değil.
Ruhumun derinliklerinden duyduğum bir fısıltı.
Melankolik Bir Atmosfer
Filmin dönemi için aksiyon sahnelerinin akışkanlığı çok iyi ama bunları övmek eserin “ghost’una” yakışmaz. Bunun yerine benim övmek istediğim şey filmin atmosferi. Ghost in the Shell‘in, 1995 yapımının çok iyi yaptığı lakin 2017 yapımında anlaşılmamış çok şey var. Mis gibi şehir manzaraları, buram buram Blade Runner kokuyor ve eserin ömrünü arttırıyor.
Atmosferi güçlü kılan bir diğer unsur, anlatımda beşeri unsurların yoğun olması ve atmosferin de buna uygun olması. Vitrindeki mankenler ya da devasa binalar gibi, karakterler de insan yapımı nesneler. Sokaktaki insanlar, yaşamını sürdürmeye çalışan her şey gibi. Kukla Ustası, buna ithafen:
Bu iddiaya bakarsak, sizin taşıdığınız DNA’nın da kendini koruyan bir programdan başka bir şey olmadığını söyleyebilirim.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, yaşamın ne olduğuna dair hala kesin bir cevabımız yok. Ghost in the Shell‘in de buna bir cevabı yok aslında. Buna rağmen bir fikir oluşturabilmemizi sağlıyor ve bittiğinde insanı tatmin ediyor. Bütün bunları sadece 1 saat 20 dakikada yapabilen, muadili bir eser yok. Ghost in the Shell bugünlerde kaçırılmaması gereken bir eser, korkunç bir gelecek vizyonu.
Ghost in the Shell’i şimdi Prime Video‘da izleyebilirsiniz.
Uğurcan Çağlayan’ın diğer yazılarına bakmak için buraya tıklayınız.
Yorumlar