17-28 Nisan arası düzenlenecek 43. İstanbul Film Festivali programı 26 Mart Salı günü yapılan basın lansmanıyla birlikte açıklandı. Biz de yeni filmler ve farklı dünyalar ile buluşacağımız bu festivalde mutlaka görmeniz gerektiğini düşündüğümüz 20 filmi sizler için derledik. İstanbul Film Festivali’nde görüşmek üzere!
1. Hit Man
Genç ve Heyecanlı / Dazed and Confused ve … Önce üçlemesiyle tanıyıp sevdiğimiz Richard Linklater’ın gizemli bir kiralık katili konu aldığı son derece sempatik, sıcak ve komik filmi dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yarışma dışı yaptı. Aksiyon komedi türündeki filmin başkarakteri Gary Johnson, New Orleans’ın en gözde kiralık katilidir. Müşterileri onu sanki bir film karakteri gibi hayal eder, oysa Gary bu gizemin ardında saklanan bir sivil polistir. Çaresiz bir kadını korumak amacıyla yönergeleri hiçe sayınca Gary, sahte kimliğini benimsediğini ve aslında kadınlara âşık oluveren bir suç makinesine dönüştüğünü fark eder. Gary’yi canlandıran Glen Powell, filmin senaryosunu gazetede gördüğü gerçek bir haberden yola çıkan Richard Linklater ile birlikte yazdı. “Film birçok şeye heves ediyor; komedi, kara film, gerilim, psikolojik inceleme gibi” diyor Linklater. Hit Man, 43. İstanbul Film Festivali kapsamında seyirciyle buluşacak.
2. Late Night in the Devil
Avustralyalı yönetmen kardeşler Cameron ve Colin Cairnes’in bu yeni filmi, buluntu film korku türüne taze ve şeytani bir soluk getiriyor. 1970’lerin talk show programı Gece Kuşları’nın karizmatik sunucusu Jack Delroy, düşen reytingleri yükseltmek için bir Cadılar Bayramı özel programı çekmektedir. Karanlık bilimleri konu alan bu özel bölümün konukları, bir parapsikolog ve yazdığı son kitabının konu aldığı, şeytana tapan bir tarikatın toplu intiharından tek hayatta kalan, genç bir kızdır. Delroy’un bu iki konukla röportajı televizyonda canlı yayımlanmaktadır. Stüdyoda kendini belli eden şeytani varlık yüzünden tabii ki işler kısa sürede korkunç bir şekilde ters gitmeye başlar. Hızlı tempolu, korkutucu ve gayet ürpertici olan Şeytanla Bir Gece, dünya prömiyerini SXSW Film Festivali’nde yaptı; korku kralı Stephen King attığı twitte filmi “resmen şahane, gözümü ayıramadım” sözleriyle övdü.
3. The Mother of All Lies
Her ailenin sırları vardır. Ancak Faslı genç yönetmen Asmae El Moudir, ailesinin gizemlerinin devasa olduğunu fark eder. Örneğin neden çocukluğundan sadece tek bir fotoğraf olduğunu, o fotoğraftaki kızın da neden kendisi olmadığını bilmek ister. Bu yüzden Kazablanka’da büyüdüğü mahallenin el yapımı bir maketini yaparak geçmişi çözmeye karar verir. Bu mahallede annesinin, babasının ve büyükannesinin evleri ve memleketleri hakkında anlattığı hikâyeleri sorgulamaya başlar. Ancak ortaya çıkan gerçekle yüzleşmek hayal ettiğinden çok daha zordur. Fas’ın Oscar adayı olarak kısa listeye kalan Yalanların Anası, kuşaktan kuşağa aktarılan sömürgeci bir geçmişin travmalarının üstesinden gelmek adına sessizliği bozuyor.
4. Firebrand
Jude Law’un Henry VIII ve Alicia Vikander’ın Katherine Parr rolünü üstlendikleri Kraliçenin Oyunu, görkemli bir psikolojik gerilim, intikama doğru sessizce yükselen bir dönem filmi. Kana bulanmış Tudor dönemi İngiltere’sinde, Kral Henry VIII’in altıncı ve son karısı Katherine Parr, kral denizaşırı seferdeyken taht naibi olarak atanır ve yeni bir gelecek için kendince elinden geleni yapar. Hastalığı artan ve gitgide paranoyaklaşan kral ülkeye döndüğünde, öfkesini radikallere ve Katherine’e yöneltir. Katherine kendini bir anda hayatta kalma mücadelesinin içinde bulur. 2013 tarihli Queen’s Gambit romanından uyarlanan Kraliçenin Oyunu, prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yaptı. Brezilyalı sinemacı Karim Aïnouz, 2022’de Dağların Denizcisi ile İstanbul Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı.
5. After Hours
Martin Scorsese’nin Geç Saatler filminde, eve dönüş yolunda sapılan her yol felakete, keşmekeşe yol açar ve her an, curcunalı bir yolculuğun habercisidir. Bu karanlık olduğunca komik kült klasik, sıradan bir ofis çalışanı olan Paul Hackett’ın SoHo’da aksi bir barmenle didişme, bir intihar ve tehditkâr bir gangster gibi karşılaşmalar ve absürt olaylarla dolu bir gece boyunca yaşadığı tuhaflıkları anlatıyor. Scorsese’nin kara mizah ile psikolojik gerilimi ustaca harmanladığı film, kent paranoyasının ve kaderin cilvelerinin sürükleyici bir tasvirini sunuyor. Geç Saatler, prömiyerini Şubat ayında Berlin Film Festivali’nde yapan ve Martin Scorsese’nin şahsen sakladığı 35 mm’lik baskıdan restore edilen dijital kopyadan gösterilecek. After Hours, 43. İstanbul Film Festivali kapsamında seyirciyle buluşacak.
6. 13 Assassins
Tüm zamanların en iyi samuray filmlerinden biri olan, klasikliği tartışma götürmez aksiyon filmi 13 Suikastçı, eleştirmenlere göre harika görüntüler ve seslerle bezeli, baş döndürecek kadar gösterişli, müthiş eğlenceli, heyecanlı, beklenmedik derecede dokunaklı bir aşk ve kan dökme hikâyesi anlatıyor. 19. yüzyıl Japonyası’nda geçen gerçek olaylara dayanan filmde savaş yorgunu Shimada rolünü Kôji Yakusho üstleniyor. Deneyimli samuray, kendi halkına zulmeden acımasız Lord Matsudaira’yı öldürmek için bir araya getirilmiş on bir samuraydan oluşan bir ekibe liderlik etmektedir. Ekibin amacı, her yıl memleketine yaptığı yolculukta lorda pusu kurmaktır. Özellikle 45 dakikalık ustaca kurgulanmış, yaratıcı final aksiyon sahnesiyle hatırlanan 13 Suikastçı’nın senaryosu, Miike’nin çektiği Ölüm Provası’nı da yazan Daisuke Tengan tarafından kaleme alındı. 13 Assassins, 43. İstanbul Film Festivali kapsamında seyirciyle buluşacak.
7. Sayara
Can Evrenol‘un 43. İstanbul Film Festivali’nde ilk gösterimini yapacak yeni filminde Göçmen Sayara, İstanbul’da lüks bir spor salonunda çalışmaktadır. Ablası Yonca, yasak ilişki yaşadığı spor salonunun sahibi Barış ve onun üç arkadaşı tarafından tecavüze uğrayıp öldürülür. Barış’ın babası milletvekilidir. Göstermelik bir mahkemede olayın intihar olduğuna kanaat getirilerek Barış ve arkadaşları delil yetersizliğinden tutuksuz yargılanmak üzere salıverilir. Ülkedeki sayısız benzer davadan biri gibi unutulup gideceği düşünülür. Ancak Sayara’nın bir sırrı vardır. Babası Türkmenistan’ın en güvenilir derin devlet figürlerinden biri ve Sovyet sambo şampiyonlarından Şamil Bazarov’dur. Şamil, Sayara’yı dövüş konusunda bir ajan gibi eğitmiştir. Sayara o gece kendi adaletini kendi infaz etmeye ant içer. Sayara, 43. İstanbul Film Festivali kapsamında ilk kez seyirciyle buluşacak.
8. Tereddüt Çizgisi
İdealist bir ceza avukatı olan Canan’ın hayatı gündüzleri adliye, geceleriyse hastanede solunum cihazına bağlı annesi arasında mekik dokuyarak geçmektedir. Uzun süredir emek verdiği bir cinayet davasının karar duruşması gününde Canan annesi, hâkim ve sanığın hayatını etkileyecek ahlaki bir tercih yapmak durumunda kalır.
9. Yurt
90’lı yılların sonu Türkiye’sinin siyasi kutuplaşma atmosferinde geçen Yurt, 14 yaşındaki lise hazırlık öğrencisi Ahmet’in yaşadıklarına odaklanıyor. Babasının zoruyla, erkeklerin kaldığı bir dini yurda yerleştirilen Ahmet, alıştığı sıcak aile ortamından koparılmanın çaresizliğini yaşar. Bir yandan babasının beklentilerini karşılamanın ağırlığı altında ezilirken, bir yandan da okul ve yurt arasındaki ikili hayatında izolasyon ve baskılarla karşılaşır. Aidiyet duygusunu hepten yitiren Ahmet’in tek sığınağı, yurdun tecrübeli öğrencisi Hakan olur ve birlikte kuralları çiğnedikleri bu genç adamın yarattığı heyecan ve özgürlük onu ilk kez kendi seçimlerini yapacağı bir yola sürükler.
10. Pet Shop Days
Julian Schnabel’in oğlu Olmo Schnabel’in adrenalin dolu, şaşırtıcı ve sarsıcı bu ilk filmi, iki bohem delikanlının New York’ta fesatlık, türlü belalar ve ölümcül aile sorunlarıyla bezeli büyüme hikâyelerini anlatıyor. Fevri kara koyun Alejandro, bir suça bulaşınca çaresizce Meksika’dan New York’a kaçar. Burada, hayatta bir amacı olmayan, evcil hayvan dükkânında çalışarak zaman öldüren yirmi yaşındaki Jack ile tanışır. Zengin ailelerince şımartılmış, ahlaki bir dayanak arayışı içindeki ikili, Manhattan’ın ışıltılı yeraltı dünyasının uyuşturucu ve ahlaksızlık çukurlarını uğrak edinen fırtınalı bir ilişkiye başlar. Peter Sarsgaard ile Maribel Verdu’nun da oyuncu kadrosunda yer aldığı, Michel Franco ile Martin Scorsese’nin yürütücü yapımcılarından olduğu Pet Shop Days, 16 mm filme çekilmenin grenli estetiğiyle bir yandan 1990’ların bağımsız sinemasını bir yandan Andy Warhol ya da Larry Clark’ı anımsatıyor. Pet Shop Days’in prömiyeri Venedik Film Festivali’nin Ufuklar Extra bölümünde yapıldı. Pet Shop Days, 43. İstanbul Film Festivali kapsamında seyirciyle buluşacak.
11. Dying
Lunies ailesi uzunca bir zamandır aile bile sayılmaz. Lissy, demans hastası kocası bakımevine alındığı için kendince memnundur. Ancak yeni özgürlüğü fazla sürmez, çünkü diyabet, kanser ve böbrek yetmezliği yüzünden onun da fazla zamanı kalmamıştır belli ki. Kırklı yaşlarının başındaki oğulları Tom bir orkestra şefidir ve halen “Ölmek” başlıklı bir beste üzerinde çalışmaktadır. Tom’un kız kardeşi Ellen’ın evli bir adamla ilişkisiyse neredeyse tamamen alkol bağımlılığı üzerine kurulmuştur. Ölüm nihayet kapının eşiğinde belirdiğinde, birbirine yabancı aile fertleri nihayet yeniden bir araya gelir. Yönetmen Matthias Glasner, duygu ya da sefalet sömürüsünün zekice üstesinden gelen; yaşam, ölüm ve aradaki her şey hakkındaki bu acımasız ve harika komedi-dramda, işlevsiz bir aile üzerinden yaşamın bir parçası olan ölümü ele alıyor.
12. The Promised Land
18. yüzyıl Danimarka… Gururlu, hırslı ve yoksul savaş kahramanı Yüzbaşı Ludvig Kahlen (Mads Mikkelsen), görünürde hiçbir şeyin yetişemediği geniş, çorak bir araziyi yaşanır hale sokmaya kararlıdır. Güzelliği yabanıllığında yatan bu koca arazi, kibri zulmüyle yarışan asilzade Frederik De Schinkel’in hakimiyetindedir. De Schinkel ile Kahlen’in çatışması, en az kişilikleri kadar şiddetli ve yoğun geçecektir. Toprak Uğruna, dünya prömiyerini Altın Aslan için yarıştığı Venedik Film Festivali’nde yaptı, Danimarka’nın Oscar adayı oldu ve kısa listeye kaldı.
13. Alice in the Cities
Wim Wenders’in “Yol Filmi Üçlemesi”nin ilk filmi olan Alice Kentlerde (ki Wenders bu filmden sık sık “ilk filmi” olarak bahseder), yazar tıkanıklığı yaşayan Philip adında Alman bir gazeteciyi izler. Philip’in tesadüfen karşılaştığı Lisa, küçük kızı Alice’i kendisine emanet eder ve sonra ortadan kaybolur. Alice ile Philip, Lisa’yla yeniden buluşabilmek için New York’tan Münih’e uzanan ülkeleraşırı bir arayışa girerken birbirleriyle de beklenmedik ve dokunaklı bir bağ kurarlar. Wenders’in imzası niteliğindeki siyah-beyaz görüntüler, uzun sekanslar ve manzaralara odaklanan film oyuncuların performansları, melankolik güzelliği, Avrupa ile ABD üzerinde duruşu ve insancıl bağları inceleyişi ve sinema tarihinde yol filmi türüne etkisiyle 50. yıldönümünü kutladığı 2024’te bile hâlâ önemini koruyor.
14. Anselm
Wim Wenders, Anselm’de çağımızın en yenilikçi ve önemli ressam ve heykeltıraşlarından Anselm Kiefer’in portresini çiziyor. Film, sanatçının edebiyat, şiir, felsefe, bilim, mitoloji ve dinden esinlenerek insan varoluşunu ve tarihin döngüsel doğasını araştıran çalışmaları üzerine sinematik bir deneyim sunuyor. Wenders, iki yılı aşkın süre boyunca Kiefer’in anavatanı Almanya’dan halen yaşadığı Fransa’ya uzanan yolunun izini sürerek hayatının evrelerini elli yılı aşkın süreye yayılan kariyerinin temel mekânlarıyla bağdaştırdı. Prömiyerini Cannes’da Özel Gösterimler kapsamında yapan Anselm’de geçmiş ve bugün iç içe geçerek sinemayla resim arasındaki çizgiyi dağıtıyor. “İzleyicinin Anselm deneyiminden ne almasını mı umuyorum?” diye soruyor Wenders, “kalıplarını ve fikirlerini geride bırakmalarını, sanatın ne olabileceğine ya da neyi başarabileceğine dair her türlü önyargıdan vazgeçmelerini, sadece büyük Alman romantik, şair, düşünür ve vizyoner Anselm Kiefer’in çarpıcı dünyasına girmelerini bekliyorum.”
15. Stop Making Sense
Tüm zamanların en iyi konser filmi Stop Making Sense, Talking Heads’in Aralık 1983’te Hollywood Pantages Tiyatrosu’ndaki efsanevi performansını beyazperdeye taşıyor. Başta David Byrne, Tina Weymouth, Chris Frantz ile Jerry Harrison ve onlara eşlik eden usta müzisyenlerin en coşkun hallerini Kuzuların Sessizliği ve Philadelphia ile tanıdığımız ünlü sinemacı Jonathan Demme yakalıyor. Tüm şarkıları yenilenmiş versiyonlarıyla içeren bu 4K restorasyon, filmin 40. yıldönümü vesilesiyle yapıldı. Byrne’ün ayaklı bir lambayla düetinden Noh tiyatrosuna selam niteliğindeki “büyük takım elbisesine” kadar pek çok ikonik sahnesiyle dans edilecek, hatırlanacak bir film; Talking Heads’in “Naive Melody”, “Psycho Killer”, “Burning Down the House”, “Once in a Lifetime” ve “Genius of Love” gibi harika şarkılarıyla gerçek bir hazine.
16. Gloria
Yaşamın mutlu tınılarıyla dolu bu müzikal, tarihi yeni baştan hayal ederek 18. yüzyıl İtalya’sında manastırda pop müziği icat eden bir grup genç kadın müzisyenin hikâyesini anlatıyor. Gloria! Venedik’te bir manastırın yatılı kız okulunda geçiyor ve çağının ötesinde bir müzik yeteneğine sahip dilsiz bir genç kadın olan Teresa’yı izliyor. Teresa öncülüğündeki küçük bir grup olağanüstü müzisyen kadın, birlikte yüzyıllar ötesine sıçrıyor ve hem isyankâr hem de hafif ve modern bir müzik türü icat ederek köhne sisteme meydan okuyor. Ortaya çıkansa pop! Kadınların müzik tarihindeki soluk izlerine haykırarak selam gönderen; neşe, müzik ve dümeni kendi eline almış güçlü, yıldız kadınlarla dolu bu film, besteci Margherita Vicario’nun yönettiği ilk uzun metrajlı film. Filmin müzikleri de Vicario’nun kendi özgün bestelerini içeriyor. Gloria! prömiyerini Altın Ayı için yarıştığı Berlin Film Festivali’nde yaptı.
17. The Empire
Opal Sahili, Fransa’nın kuzeyi. Tablodan fırlamış gibi görünen sessiz ve sakin bir balıkçı köyünde nihayet bir şey olur ve özel bir bebek dünyaya gelir. Bu çocuk öyle eşsiz ve tuhaftır ki, gezegenler arası imparatorlukların şövalyeleri arasında gizli bir savaş başlar. Epik müzikal Jeanne, P’tit Quinquin ve Hadewijch gibi her zaman şaşırtıcı filmlere imza atan Bruno Dumont, bilimkurgu türünü kendine has üslubuyla ele alıyor, iyi ile kötünün mücadelesindeki boşlukları keşfediyor ve gişe rekortmeni uzay destanlarını alaya alıyor: “Ciddi Avrupa sinemasını eğlenceli sinemayla birleştirmek istedim. Gördüğünüz manzaralar kuzey Fransa değil, içimizin manzaraları. Uzay gemisi kalplerimizde. Zamanın başlangıcından beri film böyle bir şeydir.”
18. Dahomey
Berlin Film Festivali’nin en iyisi seçilerek Altın Ayı’yı kazanan Dahomey, yirmi altı yağmalanmış sanat eserinin 2021’de Fransa’dan Benin’e iade ediliş sürecini konu alıyor. Eserlerden birinin bakış açısından anlatılan Dahomey, bir yandan sömürgeciliğin mirasına değinirken bir yandan da nesnelere özellik kazandıran ışıltılarını inceliyor. 1892’de Dahomey Krallığı’ndan Fransız sömürge birlikleri tarafından yağmalanan binlerce parçalık hazinenin yirmi altı parçası, 2021 Kasım’ında bugünkü adıyla Benin Cumhuriyeti’ne iade ediliyor. Peki, kadim atalar vatana döndüğünde nasıl karşılanmalılar? Abomey-Calavi Üniversitesi öğrencileri, tartışmalarında bu konuyu ele alıyorlar. Politikle şiirseli dengelemeyi başaran Mati Diop, Atlantique ile 2019’da Cannes’da Büyük Ödül’e layık görülmüştü.
19. Michel Gondry, Do It Yourself
Méliès’in bir oğlu olsaydı, o kesin Michel Gondry olurdu. Rüyalara, zamana ve anılara dalan bir görüntü sihirbazının dünyasına hoş geldiniz! Yönetmen François Nemeta, “Michel Gondry gençliğinde Méliès’in hayalini kuran bir serseriyken otuz yılda hayranlık uyandıran, büyüleyici, kusurlu bir çalışmalar bütünü ördü” diyor ve ekliyor: “O bir dünya. Uzun soluklu bir röportajdan, heyecan verici arşiv görüntülerinden ve yapıtlarında yer alan sanatçıların tanıklıklarıyla örülmüş; hayal, zaman ve hafızanın üzerinde yürüyen bir ip cambazının marjinal, zanaatkâr evrenine hoş geldiniz. Betimlediği rahatsız dünyayı gururla içine alan bir film bu”. Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan Michel Gondry, Do it Yourself!, on yıl boyunca Michel Gondry’nin yardımcı yönetmenliğini üstlenmiş, (Biolay, Souchon, Modjo ve Bruni’ye video klipler çeken) François Nemeta’nın imzasını taşıyor.
20. Seven Veils
Kanadalı auteur Atom Egoyan’ın yazıp yönettiği Seven Veils, Salome operasını yeniden sahneleme görevini üstlenen (muhteşem Amanda Seyfried’in canlandırdığı) ciddi tiyatro yönetmeni Jeanine’i izliyor. Eski akıl hocasının en ünlü yapıtının gölgesi, karanlık ve rahatsız edici anılarla birlikte bu süreçte Jeanine’in peşini bırakmıyor. Atom Egoyan 1996’da Salome operasını sahnelemişti; yıllar sonrasında bu yapıtın günümüz kültüründe ne anlama geldiğini sorguluyor. Filmdeki tüm kurgusal karakterler için arzu, hırs, güç açlığı gibi kavramlardan esinlenildi; opera sanatçıları ise kendilerini oynuyor. Egoyan’ın operayı gerçek hayatta yeniden sahneleyişinin görüntülerini de içeren Seven Veils, prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yaptı.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterbox aracılığıyla takip edebilirsiniz.
İstanbul Film Festivali Musikişinas ve Köprüde Buluşma: Dizi Seçkisi Açıklandı!
Berlin Film Festivali’nden filmler 43. İstanbul Film Festivali’nde!
Yorumlar