İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından N Kolay sponsorluğunda düzenlenen 43. İstanbul Film Festivali 19 Nisan Cuma itibariyle, üçüncü günüyle devam ediyor.
Bu yazıda sinema yazarı Haktan Kaan İçel, 43. İstanbul Film Festivali kapsamında izlediği Testament, Cottontail, Dahomey, Black Tea ve Firebrand‘i değerlendirdi. İyi okumalar.
Testament
Testament politik doğruculuğun artışından kaynaklı cancel kültürü ve yeni neslin ezbere bakış açısını eleştirirken, politikanın ikiyüzlülüğünü mizahı tonlarla vermeyi tercih ediyor.
Huzur evini merkezine alan bir film olması sebebiyle farklı karakterlere gereksiz yan hikayeler ekleyerek filmin komedi filmi hürriyetini zenginleştirmek istese de, gereksiz hamleler olarak akılda kalıyor. Ana karakterinin varoluşçu sayıklamalarını müdireyle yakınlaşması vesilesiyle direksiyonunu komediden, romantik komedi sularına kırıyor. Birkaç başarılı gönderme dışında genel hatlarıyla antidepresan bölümünün fazla hafif kaçan filmlerinden biri olarak akılda kalıyor.
Cottontail
Cottontail geçmiş duyguların kefaretini yalın ve duygusal bir üslupla seyirciye ulaştırıyor. Lily Franky‘nin alkolik karakterinin buhranı tüm ruhunuzu çevreliyor. Onunla geçmişe gidip, onun acılarına ortak oluyoruz.
Japonyadaki aile içi yakınlığın pek belirgin olmaması sebebiyle oluşan sevgisizlik hastalığını filmin genelinde görüyoruz. Ailelerin travmalarını çocuklarına aktarmalarını ve sınıfsal mirasın etkilerini iyi yansıtan bir film ortaya çıkartılmış. Tek sıkıntım, Japonya bölümleri daha zengin bir içerikle sunulabilirmiş.
Dahomey
Fransa’nın sadece Afrika halkını değil, sanatlarını ve kültürlerini de sömürdüğünün belgesi olan Dahomey, gösterişsiz görsel yapısıyla anlatısını görüntüleriyle sunmayı tercih eden bir belgesel olarak öne çıkıyor. Ancak yapımın temel sorunu görüntülerin o kadar da etkili ve akılda kalıcı olmaması denilebilir.
Filmin en cezbedici tarafı sanat komisyonun yarattığı alandaki tartışmalar oluyor. Böylece halkın bakış açısını yansıtması açısından belgesel değerli konuma yükseliyor. Ancak sadece iyi konuya sahip olmak Altın Ayı için yeterli midir? Kesinlikle hayır. Bu kadar profesyonel bir ortamda amatöre kaçan bir sinematografi karşımıza çıkıyor. Daha iyi çekilmiş tanıtım filmleri izledim dersem pek de yalan olmaz.
Black Tea
Hayatımda izlediğim en estetik ama aynı zamanda da en anlamsız film olabilir. Bir yandan kederi yüksek bir melodram, bir yandan kırık kalpler ve melankoli temalı bir film oluyor.
Öte yandan film Çin’deki Afrikalıların hayatını resmediyor ve siyah çayın romantizmle buluşmasını anlatan ritüeller ve çeşitli sahneler koyulmuş. Kurguda anlam verilemeyen birkaç sahne daha var. Her şeyden biraz var ama hiçbir şeyden tam olarak yok diyebiliriz. Black Tea senaryosunu o kadar dolandırıyor ki, ana temasının ne olduğuna karar veremiyor. Böylece karşımıza odak noktası belirsiz bir film çıkıyor.
Firebrand
İngiliz tarihinin en çarpıcı hikayelerinden biri olan Kral Henry’nin paranoyak dönemini altıncı karısının gözünden izliyoruz. Uçuruma sürüklenen bir saltanatın, ölüm kokan son anları ve yenilecek İngiltere Krallığı’nın çökül anlarına tanıklık ediyoruz.
Bu tip dönem filmlerinden bekleyeceğimiz üzere saray entrikaları ve bolca katliamın içinde yer aldığı kanlı tarihin parçalarını görmek tarih meraklıları için cennet olsa da, filmin gerçekten de heyecan verici bir senaryosu olduğunu düşünmüyorum. Yönetmen mizansenlerini çiğ ve gösterişsiz kılarak bir dönem filminden alınabilecek maksimum performansı yeterince alamıyor. Alicia Vikander ve Jude Law başarılı performanslar sunarken, dinin reforma doğru gidişini belgeleyen olaylar zincirini sunduğu için belli ki yönetmenin ilgisini çekmiş.
Haktan Kaan İçel’in, diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar