0

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından N Kolay sponsorluğunda düzenlenen 43. İstanbul Uluslararası Film Festivali, 25 Nisan Perşembe itibariyle, dokuzuncu günüyle devam ediyor.

Bu yazıda sinema yazarı Haktan Kaan İçel43. İstanbul Film Festivali kapsamında izlediği Magyarázat mindenre, The King of Algeirs, Anselm, 8×8 ve Beraber filmlerini değerlendirdi. İyi okumalar.


Magyarázat mindenre

Siyasetin her alanda nasıl bir çığa dönüşüp insanları yok edebileceğinin kanıtı gibi bir film ortaya çıkmış. Bir öğrencinin kendini kurtarmak adına ateşe attığı öğretmeninin idealist tavırlarından kaynaklı ortaya çıkan alev topunu andıran milliyetçilik etkileri, farklı düşüncelerdeki insanların sonunu hazırlar nitelikte oluyor. Eskiden komunizm, sonrasında Nazilerden sonra yıllar içinde
insanların faşistliğe varan düşüncelerinin değişmemesi ise toplumların içindeki ironiyi temsil ediyor.

Macar halkının politikadaki karşıtlıkları dahi bizim ülkenin politik iklimiyle epey benzerlik taşıyor. Belirli yerlerde metaforik unsurları ustaca dokunuşlarla hissettirmeden film sunmayı beceriyor. Periyodik giden hikayesi biraz dikkat istese de, film bittikten sonra detayları daha berrak hissedebiliyorsunuz. Bu yılın seçkisinin en iyi filmlerinden biri.


8×8

İstanbul Uluslararası Film Festivali Günlükleri: 9. Gün

8×8 gerilim anlamında zayıf bir deneme olarak akılda kalıyor. Film adını aldığı satranç tahtasındaki üçlü bir satranç oyununun içine bizi davet ediyor. Ancak hikayedeki belli hamleler, hikayenin ilerlemesini engelliyor ve kendi içinde epeyce tekrara düşmesine neden oluyor. Yer yer harika replikler duyuyoruz ama iyi replikler filmin genelini kapsamıyor. Ece Yüksel ve Halil Babür‘ün kimyası filmde pek tutmamış. O yüzden de biraz inandırıcılık sorunları çekiyor. Özellikle oyuncuların sıradışı durumlardaki tepkileri biraz fazla teatral kaçabiliyor.

Kıvanç Sezer sanki bu filmi biraz gönülsüz çekmiş hissi seyirciye geçiyor. Sanki boş zamanımızda bir film çekelim de, ne olursa olsun gibi bir acelecilik filmin genelinde karşımıza çıkıyor. Sezer gibi bir yönetmenin önceki filmlerindeki özenli çalışmalarına geri dönmesi temennimiz oluyor.


The King of Algeirs

Düşmüş gangsterlerin yeniden doğmaya çalışma hikayesi epey klişe bir konu kabul ediyorum. Ancak yer yer ilginç bir şekilde romantik komediye dönerken, bir yandan sert ve şiddeti öven bir stile bürünüyor. Ana karakterlerinin bir komedi filminden çıkarcasına neşeli ve komik olmaları, şiddet sahnelerinin sanki bir pasta savaşı masumluğunda sunulması her anlamda şaşırtıcı denilebilir. Özellikle karakterlerin değişimleri üzerine kafa yorulsa da, aslında hikayenin sürekli dolanan ama bir noktaya varamayan bir dengesizliği var.

Gece hayatı, çeteleşme ve uyuşturucupazarıyla bataklığa andıran Cezayir’de garip bir şekilde umut dolu bir film yapılması bile yönetmenin kafasının karışık olduğunun kanıtı gibi. Ya da bu durum Cezayir mizahından başka bir şey değil.


Anselm

Anselm sanatçının ruhunu atmosferine yaymayı başaran ve çalışmalarını mercek altına alan gözlemci bir çalışma olmuş. Anselm‘in çocukluğunu manevi olarak hissettirmeye çalışan bir belgesel, görsel imgelerini özenle seçerek modern sanat müzelerindeki arthouse videolara benziyor. Wim Wenders çok yorum katmaktan kaçınıyor.

Anselm’in çalışırken varlığını deneyimlemek bile belgeseli hayranları için değerli kılıyor. Oldukça meditasyonu andıran ruhani atmosferi de insanları düşündüren cinsten bir deneyimin kapılarını açıyor. Tabii filmin tam anlamıyla yenilikçi olduğunu söyleyemeyiz.


Beraber

İstanbul Uluslararası Film Festivali Günlükleri: 9. Gün

Fakir-zengin ayrımını bir kez daha suçlu çocuklar üzerinden anlatan Beraber, fazla duygusunu seyirciye geçiremese de temelinde bir yas filmi da görülebilir. Yamakasi‘nin yerli şubesi olmaya aday başrol oyuncusunun maharetleri filmi tek başına sırtlamaya yetmiyor. Genel oyuncu kadrosunun performansları çiğ kalıyor. Özellikle bir çetenin ekip üyelerinin tek tek karakterlerine dahi girilmemesi, onlarla empati yapmamızı güçleştiriyor.

Ana karakterin gurbetçi bir ailenin çocuğu olması sebebiyle
uyum sorunları yaşaması ve kendi kalıplarının dışına çıkmak için fakir gençleri seçmesinin de tam bir nedeni yok gibi. Senaryo üstünde belki iyi görünebilecek hikayenin son derece klişe unsurlar içermesi filmin albenisini düşük tutuyor. Ancak teknik anlamda temiz bir iş olduğunu da belirtmek lazım.

Haktan Kaan İçel’in, diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.

İstanbul Uluslararası Film Festivali Günlükleri: 8. Gün

İstanbul Uluslararası Film Festivali Günlükleri: 7. Gün

Challengers: Verilen Sözler, Varılan Sonlar

Previous article

İstanbul Uluslararası Film Festivali Günlükleri: 10. ve 11. Gün

Next article

You may also like

Comments

Comments are closed.