0

“İşte 10 yıl sonra… Aslında tam olarak 12 yıl sonra buradaydım. 12 yıllık yokluğumun ardından… Tüm korkularıma rağmen, onları ziyaret edecektim. Hayatta, kimsenin sebep olmadığı arkanıza dahi bakmadan gitmenizi gerektirecek birtakım nedenler vardır. Ve bir o kadar da, dönmenizi gerektirecek nedenler… Aradan geçen bunca yıl sonra gittiğim aynı yoldan geri dönmeye karar verdim. Ölümümü haber vermek için bu seyahate çıkıyorum. Bunu konuşmayı yüz yüze yapıp diğerlerine ve kendime, son bir kez daha ömrümün sonuna dek kendi hayatımın efendisi olduğum illüzyonunu göstereceğim. Bakalım nasıl gidecek…”

Xavier Dolan, henüz 25 yaşında olmasına rağmen 2014 yılında “Mommy” filmiyle Cannes Film Festivali’nde dakikalar boyunca ayakta alkışlanır. Genç yaşta böylesine büyük başarılara sahip olan yönetmen şimdiden altı uzun metraj filme sahip. Fransız Sineması’nın “Queer” temsilcilerinin en büyük isimlerinden birinin olmasının yanı sıra filmlerindeki aile ilişkileri -özellikle anne ile çocuk- dramatik yönden kusursuz nitelikler taşıyor. Laurence Anyways ve Mommy filmleri ise filmografisinde en ön sırada yer alan filmler.

Başrollerini Gaspard Ulliel, Vincent Cassel, Nathalie Baye, Léa Seydoux ve Marion Cotillard‘ın paylaştığı, dev oyuncu kadrosuyla iddialı bir film olacağının sinyalleri aylar önce verilmişti. Ancak ilk gösterimini Cannes Film Festivalinde gerçekleştiren It’s Only the End of the World, izlendikten sonra yuhlandı. İşin garip yanı ise aynı zamanda Cannes Büyük Ödülü’nü ve Cannes Ekümenik Jüri Ödülü’nü kazanır. Oscar’da Kanada’nın Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde temsilcisi olur.

Fransız halkı ve birçok eleştirmen filmin fazlasıyla kötü olduğunu düşünüyordu. Fakat değerli bir kadro ve filmografisine güvendiğimiz Xavier Dolan bu kadar da kötü bir eser çıkartmış olamazdı diye düşünüyordum. Ne yazık ki izledikten sonra özellikle diyalogların çok zayıf olduğu kanaatinde olduğum için It’s Only the End of the World, Dolan’ın filmografisinde yer alan en güçsüz film.

Jean-Luc Lagarce‘ın tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanan It’s Only the End of the World, Kanadalı kostüm tasarımcısı “François Barbeau Anısına” yazısıyla bitiyor. Kendisi, Xavier Dolan’ın 2016’da hayata veda eden bir iş arkadaşı.

Louis, tam on iki yıl önce ailesinin yanından ayrılır. O süre zarfında onlarla hiç görüşmez. Kendisi başarılı bir yazardır ve ailesi -özellikle kız kardeşi (Léa Seydoux)- tarafından takip edilir; yazdığı her yazı okunup saklanır. Ailedeki her ferdin doğum gününde kısa bir not ile kartpostal yollayan Louis’in gönderdiği her şey hepsi tarafından arşivlenir. Aile bir nevi Louis’e karşı bir hayranlık duymaktadır fakat aynı zamanda yılların biriktirdiği bir kızgınlık da vardır.

Abisi (Vincent Cassel) normal hayatında huysuz, sinirli, kırıcı bir karakter de olduğu için onunla en ufak sohbetlerinde dahi iğneleyici laflarını esirgemez. Kız kardeşi onsuz büyümüş olmanın acısını yaşamaktadır. Onunla biraz olsun vakit geçirebilmek ister. Ve en büyük kırgınlığı aslında annesi (Nathalie Baye) yaşamıştır. Onun yıllar önce bir anda çekip gittiğinin nedenini anlayamaz. Bunu o on iki yılın her günü boyunca düşündüğünü her haliyle belli eder. Ama sonunda gelmiş olmasına sevindiği için hislerini saklamanın peşindedir. Ta ki olaylar gün yüzüne çıkana dek. Kısacası ardında bıraktığı insanlar onun yüzünden büyük bir yıkıma uğramıştır. Zaten aile fertlerinin her biri birbirine yabancıdır.

Louis’in asıl gelme sebebi ise ölümcül bir hastalığa yakalanmış olmasıdır. Durumunu ailesine söyleyip bir daha gelmemek üzere gitmeyi planlamaktadır. Bunu söylemek sanıldığı kadar kolay değildir ve söyleyebilmek için ortam dahi hazırlamaya çalışır. Cereyan eden farklı meseleler olduğu için Louis amacından sapmak zorunda kalır.
Senaryosunu oldukça zayıf bulduğum filmin en noksan yanı diyaloglar. Bunda tiyatro oyunundan uyarlanmış olmasının etkisi büyük olabilir. Fransız sinemasının en önemli isimlerinin bulunduğu bir film olduğunu da düşünürsek keşke senaryo iyileştirilseydi diyemeden geçemiyorum. Karakterlerin çoğu ufak detaylardan büyük sohbetler çıkartıyor. Bunun böyle yapılmış olmasının aile içindeki kaosa, söylenemeyen birçok şeyin patlak verecek olmasına bağlandığı aşikar. Yalnız bir süreden sonra detaylar saklananlara bağlanmaya çalışırken ortaya komik bir resim çıkıyor. Kimi kısımlarda durup düşünüp kendi içinizde tartabiliyorsunuz fakat bu yine diyalogların genel zayıflığını gideremiyor.

Louis aynı zamanda eşcinsel bir karakter. Gitme sebeplerinden birinin bu olabileceğini düşünebiliyorsunuz. Ancak ailenin durumu olağan karşılaması sizi bir yandan ters köşe ediyor. Xavier Dolan’ın genellikle filmlerinde işlediği eşcinsellerin toplum tarafından dışlanması, ötekileştirilmesi bu filmin meselelerinden biri değil gibi görünüyor. Aksine her şeyi kabullenmiş ve olağan bir şeymiş gibi davranan bilinçli bir tablo çizilmiş. En azından suyun görünen yüzü öyle.

“Mutsuzsun çünkü böylesi daha kolay.”

Filmin en naif anları Louis’in çocukluk zamanındaki anılarını kafasında birer imgeye dönüştürmüş olup onları hatırlaması: İlk aşık olduğu adamla sevişme anı, ailesiyle yaptığı piknik, kısacası belki de hayatının en mutlu anları. Hepimiz kötü hissettiğimiz zamanlarda teselliyi geçmişimizdeki anılarda ararız. Çünkü en saf zamanlarımız onlardır ve omuzlarımıza hiçbir sorumluluk yüklenmemiştir. Ölümcül bir hastalığı olan Louis de en iyi anlarını en kötü zamanlarında hatırlama ihtiyacı duyuyor.

Xavier Dolan’ın imza niteliğinde olan imgesel görüntüleri özellikle filmin son karesinde kendisini belli ediyor. Louis, evden uçup giden bir kuş iken bir zaman sonra kuşun eve dönüp uçmayı unutması ve sonunda da ölmesi tam olarak onu özetleyen bir arketip. Yıllar önce gitmesinin sebebinin ise filmin başında söylediği gibi nedensiz olduğunu düşünüyorum. Bazen gitmeniz gerekir ve bunun hiçbir sebebi yoktur. Tek nedeni ortada görünen bir problem olmamasına rağmen mutsuzluğunuzdur.

The Salesman – Film Analizi

Previous article

Cadı Büyüleri Yapan Müzisyen: Lorn

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply