0

Yazgının Peşine Takılanlar

Türkiye’nin en çok dillere dolanan iki yönetmeninden biri olan Zeki Demirkubuz, Kor filminden beri sessizliğini koruyordu. Yıllar sonra Hayat filmiyle Filmekimi kapsamında prömiyer yaparken sevenlerine nefes aldırdı. Miray Daner ve Burak Dakak’ın başrollerini paylaştığı film, Demirkubuz’un geçmişte yazdığı bir senaryo ile gezileri sırasında esinlediği hikayelerinin bir karışımı olarak 193 dakikalık uzun süresiyle seyirciyle buluştu.

Demirkubuz sinemasının en önemli temalarından biri olan “kader” teması üzerinden yine hikayesini şekillendirdiği Hayat, filmin isminde olduğu gibi hayatın içinden çıkan son derece gerçek karakterleriyle dikkat çekmeyi başarıyor. Karakterler hayatın karmaşıklığında kendi yazgılarına sıkışıp kalmış insanlardan oluştuğundan durumlarını değiştirmek için uğraşmak yerine kaçınılmaz sona doğru ilerleyen ve bu ilerleyişi kabullenmiş kişilerden oluşuyor.

Söylenemeyen Sözlerin Mahkumiyeti

Filmin başrolünü paylaşan Rıza ve Hicran karakterlerini düşünelim. Rıza kendi rutininin içinde sıkışıp kalan ve toplumsal baskılar yüzünden bu duruma adapte olmak zorunda kalan bir karakter olarak aklımızda yer alıyor. Ona biçilen rolü oynaması istendiğinden dolayı, görücü usulü olarak yakıştırılan kişiyle hayatını devam ettirmeye razı biridir. Ancak Hicran’ın yok olması sonucunda kendi içindeki boşluğu fark eder. Neden toplumun ona layık gördüğü kişi, kendisini ona layık görememiştir. Aslında bu noktada temel nokta Rıza karakterinin neden ve sonuçlarından öte kendisine ters gelen miraca karşı bilendiği bir noktadır.

Öte yandan Hicran da hedeflerinden çok, hayatın ona biçtiği durumlara razı görünen, toplumun içinde pek çok gördüğümüz hedefsiz, yönetilmeyi bekleyen ve güçlüyü sevdiği için kendini istismar eden kişiyi bile görmekten yoksun bir karakterdir. Hayata dair düşüncelerinden çok, başkalarının dediklerini ve ona uygun gördüğü senaryoya itaat eder. Bu yüzden de hayat enerjisi çekilmiş ve ruhsuz bir insana dönüşmüştür. O da Rıza gibi koşulsuz kaderine boyun eğer ve başkaldırmaz.

Demirkubuz sinemasında pek çok böyle karakterlerle karşılaşırız. Hepsi hayatımızın bir köşesinde tanıklık ettiğimiz ve ailemizin fertlerinden bir tanesidir. Hep yaşamın klişelerini kullanıp, basit kısır döngüleri içinde hayatlarını kurtaracak mucizeyi beklerler. Ancak bu mucizeyi gerçekleştirmek için hiçbir eylemde bulunmazlar. Bu yüzden de iç dünyalarındaki kaosa mahkum olmuş karakterlerdir. Yapamadıkları şeyleri kıskanırlar. Hırslarını başkalarından çıkarırlar. Yaptıklarının yanlış ya da doğru olup olmadığını umursamazlar. Çünkü dönüm noktasına gelebilecek yüzleşmelerden kaçınırlar.

Yüzleşmeler ve Katarsisler

Hayat filminin içerisinde iki ana karakterin de dönüm noktaları bu yüzleşmeler sayesinde olur. Çünkü yüzleşmeler bilinç altımıza hapsettiğimiz ve içimizi çürüten sorunlar ve dertlerdir. Bu dertleri unutmak için günlük rutinimize devam ederiz. Filmin içinde Cem Davran’ın canlandırdığı Orhan karakteri de bu noktada konuyu aydınlatmak açısından önemli bir yan karakterdir. Hayatı boyunca sevgiye aç kalmış ve varolanla yetindiği için toksikleşen diğer insanlardan biri haline gelmiştir. Hayatını değiştirmek için sürekli farklı bir şehre taşınma hayalleri kurar. Ancak kendisi de farkındadır ki, ne yaparsa yapsın kendi döngüsü değişmeyecektir. Zaten Orhan’ın Hicran ile yemek masasındaki muhabbeti de bunun dışavurumunun özetidir. İlişkisindeki nesil farkından dolayı karşı tarafla bağ kuramaz. Bunun varlığına ancak alkollüyken ve masada Hicran ile yüzleşirken fark eder. Yine de bu durumu değiştirmek adına bir şey yapmaz.

Hayat filmindeki herhangi bir karakter bu tahlilde hep aynı noktada yer alır. Alın yazılarına razı ve toplumun kurallarına sıkışmış topluluğu önümüze serilir. Toplumun dışladığı insanlarla, mutsuz insanlarla karşılaşırız. Kimsenin doğrunun ne olduğundan haberi yoktur. Hepsi paçayı sıyırmanın bir yolunu arar. Çünkü bu durum nesilden nesile geçen bir çürümüşlük durumudur. Bu yüzden Demirkubuz’un kadınları az konuşur. Çünkü konuştukları anda erkek şiddetine uğrayacaklarını bilirler. Konuştuklarında da isyan şeklinde haykırırlar. Sıkıştıkları bataklıkta nefes almak o kadar zordur ki, hayatın içinde cehennemi yaşarlar. Nedeni de basittir. Demirkubuz erkekleri toksik erkeklik egolarının içine hapsolmuş, varoluşlarını yanlış yorumlayan insanlardır. Bu yüzden de hep hatalı olanı seçerler.

Yenilenen Eski Demirkubuz Sineması

Bu anlamda Hayat filmine tipik bir Zeki Demirkubuz filmi diyebiliriz. Her filminden parçalar içeren ve tanıdık sahnelerle dolu bir kurgu izleriz. Bu filmin diğer filmlerinden farkı ise Zeki Demirkubuz bu filmde daha çok mizaha yer verdiğini görüyoruz. Filmin finali de diğer filmlerine nazaran daha pozitif bittiğini söyleyebiliriz. Bana göre o mizah sahnelerinin çoğu ne kadar iyi tasarlanan sahneler ve metinler olsa da, filmin senaryosuna hizmet etmeyen sahneler oldukları için çıkarılmaları daha iyi olabilirdi. Ana hikayeye zerre hizmet etmeyen yan hikayelerin varlığı filmin süresini uzatmaktan başka yeni bir şeye yaramıyor.

Bir diğer nokta ise rüyalar… Genelde Zeki Demirkubuz sinemasında çok fazla görmediğimiz birbirini tamamlayan rüya sahneleri bu filmde kullanılmış. Karakterlerin bilinçaltlarının yansıması bu sahneler, filmin içeriğinde farklı bir estetik oluştururken, yönetmenin sinemasına zenginlik katmış. Yönetmen söyleşide Macar filmi “On Body and Soul”’dan bu konuda biraz etkilendiğini ayrıca belirtti.

Karakterler Gerçek Hayatın Birebir Yansıması

Sonuç olarak Zeki Demirkubuz, Yeraltı filminden bu yana beklediğimiz en iyi filmini sonunda çekmiş olarak gözüküyor. Demirkubuz sinemasından her tür done bu filmde de bulmak mevcut. Melis Birkan bana göre filmin yıldızı konumunda bulunuyor. Bu kadar gerçek bir karakter yarattığı için takdiri hak ediyor. Miray Daner de kritik noktalarda duygu değişimlerini çok başarılı bir şekilde seyirciye sunuyor. Çoğu kişi Cem Davran’ı ön plana çıkarsa da, bana göre Cem Davran’a yazılan metin onun öne çıkmasına neden oluyor. Cem Davran karakterine ekstra bir artı katmıyor. Ona ayrılan rol iyi olduğu için parıldıyor gibi gözüküyor. Caner Cindoruk’un sahnesi direkt kurguda atılmalıydı.

Ülkemizde yaşanan yüzlerce travmadan birini yine erkek toksik bakış açısıyla karşımıza sunuluyor diye tepkiler gelecektir. Ancak yaşadığımız hayatın içinde maalesef bu karakterler var. Biz de nazik, barışçı, insan saygısı, sevgisi olan karakterleri isterdik. Ancak Demirkubuz “Hayat” kadar gerçek karakterleri yine karşımıza çıkartıp, yüzlerini görmek istemediğimiz kişilerle yeniden yüzleşmemizi sağlıyor. Sevsek de sevmesek de, maalesef gerçek olan bu karakterlerle yaşamak zorunda olmaya devam edeceğiz. Bu hikayeler toplumlar düzelmedikçe yazılmaya devam edecekler. Belki de bu durum toksik bir toplum olmanın bedeli… Bu yüzden de Demirkubuz filmlerini seven seyircinin memnun olarak filmden ayrılacağını düşünüyorum.

Haktan Kaan İçel’in, diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Bizi TwitterInstagram, Discord ve Letterboxd aracılığıyla takip etmek için tıklayınız.

İnsan Olmanın Yorucu Karamsarlığı: Kuru Otlar Üstüne

Asla Bitmeyen Bir Dadaist Mizah: Daaaaali!

Arthouse Tarzı “Kim Yaptı?” Hikayesi: Anatomy of A Fall

Previous article

Anormal Deneyimlere Normal Bir Tepki: Society of the Snow

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply