0

İlk gösterimini Cannes Film Festivali’nde yapan Martin Scorsese‘nin yeni filmi Killers of the Flower Moon ülkemizdeki prömiyerini ilk olarak Filmekimi’nde yaptı ve 20 Ekim 2023 tarihinde vizyondaki yerini alıyor. Biletinial’ın düzenlediği ön gösterimde izlediğimiz Killers of the Flower Moon filmini sizler için inceledik.

Bir Düşman Çok, Yüz Dost Azdır

20. yüzyıla yaklaşırken Birleşik Devletler’de hayatta kalabilmiş bir avuç Amerika Yerlisi’ne yurtlarını boşalttırıp uzak arazilerden toprak satan hükümet, sürülen kabilelerden birinin petrol cennetine düşeceğini tahmin edememiş. Demirel‘in de dediği gibi “Demokraside çare tükenmez” diyen yetkililer, zenginleşen yerlilerin varını yoğunu gasp edebilmek için katı miras kanunları çıkarmışlar. David Grann’ın Dolunay Katilleri: Osage Cinayetleri ve FBI’ın Doğuşu kitabından uyarlanan film bu süre zarfında Kansas’da işlenen soykırımı (Federal Araştırma Bürosu deyimiyle seri cinayetleri) odağına alıyor.

Bir Kızılderili atasözü vardır, “Beyaz adam, annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar“. Fakat bu söz unutulmuşa benziyor. Filmin henüz başlangıcında Osage kabilesi lideri “Kendi yolumuzu unutacağız, Beyaz Adam gibi giyinecek, onlar gibi eğitim alacak ve giyineceğiz” dediğinde son derece samimi olmalı.

Korkuyla Sürüneceğine Ölü Bir Kartalın Uçan Tüyü Ol

Beyaz adam, eğer zenginse Kızılderili ya da Afroamerikan ile de arkadaş olur. Fakat bu kovboyların arkadaşlığı da düşmanlığı kadar tehlikelidir. Gün içinde yan yana çalıştıkları, beraber güldükleri komşularının gece olduğunda yollarını kesip hırsızlık yapıp mezarlarını patlatarak birlikte gömüldükleri mücevherleri çalar. Osageler’in paylaştığı zenginlikle güzel hayatlar yaşayıp para için evlendikleri Kızılderili kadınlardan sanki bir attan bahseder gibi “safkan” diye söz etmekle kalmayıp erkenden ölümlerine sebep olup servetleriyle yaşamanın planlarını yaparlar. “Sırtımızdaki battaniyeler bizi hedef yaptı” diyor Mollie (Lilly Gladstone) fakat aslında naif ve iyi niyetli oldukları için hedef tahtasına konuluyorlar.

Sinema dünyasında, kötünün insani yönlerini gösterebilme konusunda ustalık belgesi olan Sayın Martin Scorsese, William “King” Hale‘i (Robert De Niro) bizlere anlatırken çok keyif almıştır eminim. Tüm katliamın sorumlusu olan King, yerlileri sevdiğine herkesi o kadar inandırmış ki öldüğünde cenazesine Osage Kabilesi’nden katılanlar olmuş. Çıkarcılığının üstünü başarılı bir biçimde örtmeyi başarmış. Kendisi bile aç gözlü biri değil, bir yol gösterici hatta peygamber olduğuna inanıyor.

Toplumların ömrü olduğuna, medeniyetlerin gelip geçici olduğuna ve Osage Kabilesi’nin zamanının dolduğuna inanan Hale, yerlilerin zenginliklerini elde etmek için her türlü alçaklığı göze alıyor. Bu gözler pek çok oportünist gördü fakat Hale öyle bir adam ki Niccolo Machiavelli bu arkadaşı tanısa sözlerini “Amaca giden her yol o kadar da mübah değildir, azıcık insan olun” şeklinde düzeltirdi. Yavaşça zehirleyerek hasta ederek öldürdüğü insanların başında yerlilerin dilinde şifa duaları etmek herkesin midesinin kaldırabileceği bir kötülük değildir.

Senin Vicdanın Senden Başkasını Temsil Edemez

Hale, savaştan henüz dönmüş yeğeni Ernest Burkart‘ı (Leonardo Di Caprio) “Sen gazisin ağır iş yapamazsın evladım” diyerek taksilerinden birine şoför yapıyor. Genç Ernest‘i “Kadınlarla aran nasıl yeğenim?” “Senin de evlilik vaktin gelmiş, baş göz edelim” “Bu Osage milletinde inanılmaz para var” gibi sözleriyle manipüle eden Hale, hali hazırda güzel Mollie‘ye gönlünü kaptıran Ernest‘in yuvasını kuruyor. Mollie ve ailesinin başına kara bulut gibi çöken Hale‘in kurduğu plan saat gibi işlerken bizler de ne yazık ki bu mukaddes milletin acılarına şahit oluyoruz.

Scorsese‘nin cinayeti sinemada işleme yöntemi takdire şayan. Başka yönetmenler gibi ölümü dramatize ederek on beş dakikasını buna ayırmak yerine elinde silah olan bir adamın suç ortağına “şunu dik tut” diyerek birini soğuk kanlılıkla, tereddütsüz katledişini yalnızca beş saniyede anlatması cinayetin ne denli soğuk ve korkutucu olduğunu çok iyi aktarıyor. Bu filminde de diğer tüm işlerinde olduğu gibi olayı, seyirciyi yormadan çok basit bir şekilde aktarıyor. Bizlere “Bakınız Kansas’da insanlar şüpheli bir şekilde öldürülüyor” cümlesini bir-iki siyah beyaz fotoğraf ve arkasında anlatıcının kurduğu üç ya da dört cümle ile anlatması yalnızca iki dakika sürdü. İyisinden kötüsüne herkesin niyeti filmin başından sonuna son derece belli.

İzlerken durum üzerine en ufak bir soru işareti oluşmuyor, buna rağmen finali inanılmaz merak ettirmeyi başarıyor. Bu imzadan sebeptir su gibi akan hikaye üç buçuk saat sürse bile kendini izletiyor. Tam hikayeden kopacağınızı sandığınız noktada kapı arkasından yarım yüzle bakan De Niro ve Di Caprio‘nun muhteşem kareleri sizi filme yeniden bağlıyor. Bu film çok mu uzun diye düşünmeye fırsat bulmadan yanan bir çiftliğin kırmızı ışıklarını kurduğu dünyayı öylesine yansıtıyor ki, keşke sahne bir saat sürse de izlesek diyorsunuz.

Killers of the Flower Moon Film İncelemesi.

İlkbaharda Usul Usul Yürü, Toprak Ana Hamiledir

Killers of the Flower Moon kitap uyarlaması olduğundan mütevellit son derece başarılı ve risksiz işlenmiş. Hikaye Scorsese ile Forrest Gump, Munich, The Curious Case of Benjamin Button gibi başyapıtlarda yazarlık yapmış Eric Roth tarafından kaleme alınmış. Kurulan sette ise There Will Be Blood ve The Revenant gibi dönem filmlerinden tanıdığımız Jack Fisk‘in imzası var.

Oyuncu kadrosu baştan aşağı kusursuz. Filmde yer alan Amerikan yerlilerine gerçek Osage üyeleri hayat veriyor. Yalnızca Lilly Gladstone ve birkaç istisna isim başka kabile kökeninden gelme. Filmin geri kalanı Scorsese‘nin eski filmlerinden de hatırladığımız yüzler. The Irishman‘den hatırlayacağımız Jesse Plemons ve Louis Cancelmi yanısıra Scorsese ile onuncu filmine imza atan usta aktör Robert De Niro ve The Departed, The Wolf of the Wall Street‘de birlikte çalıştıkları Leonardo Di Caprio, Certain Woman filmindeki performansıyla parlayan Lilly Gladstone ile muhteşem bir ekip kurmuşlar. Akademi ödüllü Brendan Fraser‘ın son dakikalarda karşımıza çıkması da çok hoş bir sürprizdi.

İnce işçiliğine gelecek olursak, Martin Scorsese‘nin yöntemlerinin ve işçiliğinin tartışmaya açık olmadığı kanaatindeyim. Usta, kendisinden beklenilen titizlikle muhteşem bir iş ortaya çıkarmış. Kurgu ise üç buçuk saatlik bir hikayede izleyicinin bir an bile kopmamasını sağlayacak kadar başarılı. Filmin makyajı o denli iyi ki, salondan çıktığımızda Di Caprio‘nun burnunu ne güzel kalınlaştırmışlar dediğimde Arakat ekibinden aldığım yanıt “Burnunu mu kalınlaştırmışlar?” oldu. Velhasıl aynı yöntemlerle, aynı anlatımlarla farklı filmler çekmenin basit olduğunu savunanlara, The Wolf of the Wall Street filminde yüz tane burjuvanın havuz partisiyle, petrol bulan altı Kızılderili’nin sevincini aynı yöntemle izleten Scorsese, Killers of the Flower Moon ile muhteşem bir yanıt veriyor.

Killers of the Flower Moon Film İncelemesi.

Gözün ile Değil, Yüreğin ile Hüküm Ver

Yapımda Leonardo Di Caprio‘nun payı yadsınamaz. Elinde David Grann‘in kitabı ile Scorsese‘nin kapısını çalan aktör çekim öncesi bugünün Osageler’i ile yapılan toplantılarda da büyük rol sahibi. Ayrıca hikayeyi, Mollie‘nin Washington ziyareti sonrası (tahmini ikinci saatin ardından) dahil olan FBI ajanı Tom White üzerine kurmak isteyen Scorsese‘yi, öyküde Ernest‘in Mollie ile olan evliliğini odak noktası haline getirmeye ikna eden de kendisi.

Bu şekilde yerlileri ve yaşam tarzlarını çok daha iyi aktaran film olması adına yaptığı katkılarından dolayı Leonardo Di Caprio‘ya şükranlarımı sunuyorum. Her daim bir western filmi çekmek istediğini söyleyen Scorsese‘nin merceğinden bu hikayeyi izlemiş olmak muhteşem bir ayrıcalık. Mehmet Tezcan’ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Bizi TwitterInstagramDiscord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.

Hayatta Hepimiz Yalnızız: All of Us Strangers

Feminist Frankenstein Başyapıtı: Poor Things

 

product-image

9

Beyaz adam, eğer zenginse Kızılderili, Afroamerikan ile de arkadaş olur. Fakat bu kovboyların arkadaşlığı da düşmanlığı kadar tehlikelidir. Gün içinde yan yana çalıştıkları, beraber güldükleri komşularının gece olduğunda yollarını kesip hırsızlık yapıyor, mezarlarını patlatarak birlikte gömüldükleri mücevherleri çalıyorlar. Filmin kabası kitap uyarlaması olduğundan mütevellit son derece başarılı ve risksiz işlenmiş. Hikaye Scorsese ile Forrest Gump, Munich, The Curious Case of Benjamin Button gibi başyapıtlarda yazarlık yapmış Eric Roth tarafından kaleme alınmış. Kurulan sette ise There Will Be Blood ve The Revenant gibi dönem filmlerinden tanıdığımız Jack Fisk'in imzası var. Usta kendisinden beklenilen titizlikle muhteşem bir iş ortaya çıkarmış. Kurgu ise üç buçuk saatlik bir hikayede izleyicinin bir an bile kopmamasını sağlayacak kadar başarılı.

Hayatta Hepimiz Yalnızız: All of Us Strangers

Previous article

Toz Olup Giden Yıllar: Strange Way of Life

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply