* Bu yazı 2023 senesinde yeni bilgilerle beraber güncellenmiştir.
Film yapımı üzerine ahkam kesebilecek biri değilim. Ahkam kesebilmek için belirli bir yaşa gelinmesi ve tecrübe edinilmesi gerektiğine inanıyorum. Bir amatör, yani bağımsız sinemacı olarak birçok kısa film, müzik klibi ve çeşitli videolar çektim. Şöyle dönüp bugüne kadar yaptıklarıma baktığımda, kendi yaptıklarımdan çok başkalarının projelerinde yer aldığımı gördüm. Tabii böyle olunca da çekim hakkında çok fazla şey öğrendiğimi, belirli bir deneyime ulaştığımı farkettim. Kendim de bir kısa filmci olmama rağmen daha çok başkalarının projelerine yardım eden biri oldum hep. Haliyle hep işin içinde olmam sebebiyle insanların nerede hata yaptığını, neyi beceremediğini artık daha iyi görüyorum. Kendim de bu hataları çok yaptım. Berbatlığından dolayı yayınlamadığım, tarihin tozlu raflarına kaldırdığım birçok çalışmam oldu. Hem başkalarına yaptığım eleştiriler hem de kendime yaptığım öz eleştirilerimden gelen aydınlama ve izlediğim onlarca kısa film sonrası dedim ki, kısa filmlerde yapılan hatalar hakkında bence artık birkaç kelam edebilirim. Evet, ortaya bugüne kadar herhangi doğru, kaliteli bir iş çıkaramamış olsam da, bu işleri neden çıkaramadığımı, nerede hata yaptığımı çok iyi biliyorum. Bu hataların hepsini kendim de yaptığım için filmcilikle yeni ilgilenenlerin neler hissettiğini, nerede sıkıntı yaşadıklarını biliyorum. Bu sebeple de ileride kısa film çekmeyi düşünenler ya da çektiği projeleri beğenmeyenler için birkaç madde çıkardım ve düştükleri hataları tek tek sıraladım:
– Müzik Klibi Çekmeyin –
Sessiz sinema döneminde bile filmlerin bazı yerlerinde yazılar çıkıyor veya yan tarafta, filmde geçen konuşmaları okuyan ya da filmde yaşananları anlatan bir konuşmacı oluyordu. 1927 yılında, The Jazz Singer filmi ile sinema, sesli filmlere geçiş yaptı. Bu sebeple diyalogların, konuşmanın önemi arttı. Filmler, kurgunun ve görüntünün gücünü kullanarak derdini anlatmaya çalışıyordu. Ama sesin sinemaya gelmesiyle, mesajın diyalog vasıtasıyla da aktarılabileceği anlaşıldı. Hatta bu sebeple 1927’den sonra diyalog yazarlığı büyük bir önem kazandı. Bu sürece kadar çekilen filmlerde müzik, sahnenin duygu durumunu desteklemek için kullanılıyordu. Lakin filmciliğe yeni giren birçok yönetmen, gerek diyalog yazma korkusu, gerek mikrofon olmayışı, gerek de kolaya kaçma isteği yüzünden diyalogsuz, ses kaydı olmayan, müzik klibi tadında filmler çekiyorlar.
Burada maalesef ciddi bir hata yapıyorlar. Bazı yönetmenler kolaya kaçarken bile abartıp 5 dakikalık filmde 5 farklı müzik kullanıyor. Sözleri olan müzikler kullananları zaten esefle kınıyorum! Filmler ilerliyor ama içinde hiç diyalog olmadığı için bir yerden sonra Yalın’ın kliplerine benzemeye başlıyorlar. Müzik her daim görüntüyü desteklemek, duyguyu arttırmak için kullanılmıştır. Siz de müziği bunun için kullanın. Sizi duyar gibiyim, evet. Size yegane önerim: Sesi kaydetmekten korkmayın. Kameranızın ses kaydedicisini, en olmadı telefonlarınızın ses kaydedicilerini kullanın. Hiçbirini yapamadınız mı? Dublaj yapın, ama müzik klibi çekmeyin. Sinema tarihi, dünden bugüne dublaj olduğu aşikar olan filmler ile doludur. Çoğu da çok sevilen filmlerdir. Diyalog dublajı, ciddi şekilde sırıtıyor olsa da izleyici, hikayeye odaklandığı için bu gibi teknik detayları es geçiyor, es geçecektir.
– Kadrajlama Sorunları –
Yönetmenin 2 ana görevi vardır: Kameranın nereye konacağını belirlemek ve oyunculara direktif vermek. Yönetmenliğin en zevkli yanlarından biri zaten kameranın nereye konacağıdır. 1 santimlik bir kayma bile bambaşka görüntüler, anlamlar oluşturabiliyor. Fakat birçok kısa film yönetmeni, oyuncusunu kadraja tam oturtma çabasına düşerek ciddi bir hata yapıyor. Sinemanın ilk yıllarında, yani 1900’lerde yönetmenler bunu yapardı; kameralarını oyuncularını tamamen görecek şekilde konumlandırırdı. Lakin aradan 100 yıl geçti. İşler çok değişti. Bir sürü kamera ölçeği, açısı, hareketi çıktı. Bu kamera ölçeklerinin de kamera açılarının da birbirinden farklı anlamları var. Alt açının vereceği etki ile, üst açının vereceği etki aynı değildir. Yakın plan çekim ile uzak plan çekim, sahnenizin havasını baştan aşağı değiştirir. Mükemmel mekanlarınız olmayabilir, imkansızlıklar sebebiyle kendi evinizde dahi film yapıyor olabilirsiniz. Bunu yapan ilk kişi değilsiniz, sizin gibi milyonlarcası var. Zaten yönetmenlik antremanınız tam olarak burada başlamış oluyor. Güzel bir kadrajlama ile kötü olan yerler güzel gösterilebilir. En olmadı hiç göstermez, tamamen dar açılar kullanırsınız. En büyük hatalardan biri de hep şudur: Vücut kadrajdadır ama kafa kadrajdan çıkar.
Kenarlarda ya da üst tarafta büyük ve gereksiz boşluklar. Kadrajdan çıkan eller kollar; nereden girdiği belli olmayan mobilya yarıları. Bu gibi hataların yarısı, kadraj bilgisinin eksikliğinden yarısı da marjinal olma kaygısından doğuyor. Kadrajın, doğru ve hikayenizi destekleyecek şekilde dizayn edilmesi gerekir. İçeriği her daim amacınız doğrultusunda doldurun. Kadrajı ayarlamadan önce, ben bu kamerayı niye buraya koyuyorum diye kendinize sorun. Sahnenizdeki duygu durumunu düşünün ve kadrajlamayı ona göre yapın. Şartlarınız eğer uygun değilse, çekim tarzınızı şartlarınıza göre uyarlayın. Tekrarlıyorum, bu şartlarda çalışmak zorunda kalan ilk kişi siz değilsiniz.
– Planlar Arası Geçişteki Ses Sorunu –
Ses, kısa filmcilerin en büyük korkularındandır. Bu yüzdendir ki amatör yönetmenler sessiz film çekmeyi tercih ederler. Ses kaydetmek aslında kolaydır. Telefonlar, ses kaydedicileri hatta çekim yaptığınız kamera bile ses kaydeder. Ama her ses kayıt cihazı, kaliteli bir ses kaydı garantisi vermez. Özellikle basit ses kaydedicileri, “ortam sesi” dediğimiz sesi fazlasıyla kaydeder. Dikkat ederseniz videonuzdaki o ‘tıııssss’ sesi arkada bir yerde saklanmaktadır. Ortam seslerinin kaydolması, kurguda bazı sorunlar doğurur. Özellikle planlar arası geçişlerde, ses değişimi yüzünden filmin bütünlüğü bozulabiliyor. Hele ki filminiz, hoparlör sistemli sessiz bir ortamda gösterilecek ise, bu geçişler arası ses değişimi çok belli olacaktır.
Örnek vererek anlatayım. Bir oda düşünün. 2 karakter var. Biri pencerenin, öbürü ise kapının yanındadır. Pencerenin orada yaptığınız çekimdeki arka plan sesi ile kapının orada yaptığınız çekimdeki arka plan sesi bir olmayacağından, planlar arasında geçiş yaptığınızda, bir dengesizlik, yani sesin yükselip alçalması gibi bir sorunla karşılaşacaksınız. Görüntünüzün iyi olmasına, planlar arası devamlılığın da başarılı olmasına karşın sesin sürekli değişmesi sizi ‘olmamış’ düşüncesine itecektir. Sakın pes etmeyin. Aslında doğru yoldasınız.
Sadece teknik bir sorun yaşıyorsunuz. Eğer böyle bir sıkıntı yaşıyorsanız, yapmanız gereken, filmin sesini kapatıp, sahnenizi bir de öyle izlemektir. Az önce şüpheye düştüğünüz filminiz, ses kapandığı zaman gözünüze oldukça hoş gelecektir. Arka plan sesleri her zaman sıkıntıdır ve profesyonel mikrofonlar olmadığı sürece de başınıza bela olacaklardır. Zaten bunun için shoutgun mikrafonlar üretilmiştir. Peki bu sorundan eldeki imkanlar ile kurtulmanın bir yolu var mı peki? Tabii ki. Adına Noise Reduction deniyor. Harika bir çözüm değildir ama en azından, çözümdür.
– Fazla Fazla Planlar –
Yönetmen oldum, harika açılar bulayım da rüştümü ıspatlayayım diye kendinizi hırpalarken aslında işin özünü kaçırmış oluyorsunuz. Sahnenize gerektiği kadar çekim yapın. Daha net bir mesaj olamazdı. Havalı açılar bulayım, biraz da şuradan çekeyim derken filmi bölük pörçük ediyorsunuz. Ya da sırf bu da güzel duruyor diyerek sahnenin özünü elimizin tersi ile itip aslında güzel gibi duran kötü kadrajlar çıkartıyorsunuz. Bu sorunun ana sebebi, filmleri artık dijital çekiyor olmamız. Eski sinemacıların fazla fazla çekim yapma şansları yoktu. Bobinler ile çalıştıkları için, belirli bir sınırları vardı, eldeki film metresine göre çekim yapıyorlardı. Bu sebeple de planlı şekilde çekim yapmaları gerekiyordu.
Lakin dijital, size yüksek bir hafıza sağladığı için dur şunu da çekeyim, gün batımı ne güzelmiş onu da çekeyim demenize sebep oluyor. Mesaj çok net: Fazla fazla plan kullanmaktan uzak durun. Zaten senaryonuza baktığınızda filmin neye ihtiyacı olduğu az çok bellidir. Fazla plan kafa karıştırır ve daha kötüsü amatörlüğe iter. Akıcı planlar her zaman ilgi çekicidir.
– Klişeler –
Mümkün mertebe yapmamamız gerekirken inatla yapmaya çalıştığınız şeylerin tamamı. Filme uyanarak başlamak, yüz yıkama sahnesi, geriye akan saat, ayak çekimleri, anlamsız planlar, patlayan silahlar vesaire. Eğer güzel bir film çıkarmak istiyorsanız bütün klişeleri not edin ve mümküse hiçbirini yapmamaya çalışın. Hikayeniz gerektirmediği sürece de bunlardan uzak durun. Hatta hikayenize bile bu sahneleri koymamaya çalışın. Bazı yönetmenler, hikayenin akışını kafalarında tam kuramadıkları için, araları doldurmak için bu klişelere başvuruyorlar. Filmin üçüncü dakikasında vereceği mesaj için filmi uzatması gereken yönetmen önce yüz yıkama sahnesi sonra da ayak sahneleri koyarak vakit çalıyor. Fakat işin özünü burada kaçırıyor: O yüz yıkama sahnesi orada neden var? Kendinize bunu sorun. Bu planı neden çekiyorsunuz? Çıkartırsanız filminizden bir şey eksilir mi?
– Jenerik –
Jeneriğin değeri maalesef birçok ülkede anlaşılamamıştır. Birçok toplum jeneriği izlemez. Halbu ki film kaç dakika diye sorduğunuzda aldığınız cevaba jenerik de dahildir. Jenerik de filmdir. Hele ki adını duyurmak isteyen sizler için jenerik, akademik bir değer taşır. Fakat bazı yönetmenler, bu jenerik işini oldukça abartıyorlar. 3 dakikalık film için bir o kadar jenerik hazırlıyorlar. Çektiğiniz amatör filme sanki çok büyük bir isimmişsiniz gibi uzun uzun jenerikler eklemek mantıklı değil. Jeneriğinizi olabildiğince kısa tutun ve öz olun. Ama eklemeyi de asla ihmal etmeyin.
– Geçişler Yanlış Kullanılıyor –
Transitions, yani geçişler. Çok sevdiğim hocalarımdan biri bana, bir yönetmenin yazmaktan, çekmekten ve kurgu yapmaktan anlaması gerekir demişti. Çok haklı. Birçok yönetmen, ne çekeceğini kağıda dökse de maalesef çekeceklerini nasıl birleştireceğini kafasında kuramıyor, daha da kötüsü, kurmadan planlama yapıyor. Bu sebeple de geçişlerin çoğunu ya crossfade ya da fade-in/fade-out ile geçiştiriyorlar. Günümüz sinemasında fade-in/fade-out, ciddi bir zaman atlaması olmadığı sürece artık pek kullanılmıyor. Crossfade zaten 80’lerde kaldı. En fazla dizilerde görebilirsiniz. Yönetmenlerin çoğu, maalesef kurgu bilmediği, filmi çekmeden önce de kurgudan anlayan biri ile konuşmadığı için, çektikleri filmin sahneleri hatta planları arasında geçişlerde ciddi atlamalar ve kopukluklar oluyor. Filminizi çekmeden önce mutlaka geçişlerini de hesaplayın. Zaten kurallı bir şekilde yazılmış senaryoda geçişler mutlaka yazar. Geçişler hakkında sağlam bir kaynak için Edgar Wright’ın filmlerini izlemenizi öneririm.
– Sabit Çekim Zorunluluğu –
Bir kamera ve bir tripod ile film çekilebilir. Yeter de artar. Fakat o kameranın tüm film boyunca tripod üstünde durması gerekmiyor, değil mi? Omuzluk alacak paranız yoksa başvurabileceğiniz bir çok teknik var. Tripodunuzu peçete ya da sehpaya koyup kaydırarak dolly etkisi verebilir, ortasından tutup göbeğinize dayayarak Steadycam’e çevirebilir, omzunuza koyarak omuz kamerası etkisi verebilirsiniz. Yönetmenler, bütün filmi sabit çekme daha da kötüsü bütün hareketleri tripod üstünde yapmak gibi bir hataya düşüyor. Bu da tabii ki yine amatörlüğün verdiği korkulardan doğan bir tercih. İzlediğiniz filmlerde kamera yağ gibi akarken sizin kameranız 70’ler Fransa’sından fırlamış bağımsız sinema filmlerindeki gibi tir tir titreyince, hevesiniz kaçıyor. Kaçmasın. Alın elinize kameranızı ve korkusuzca çekin filminizi. Biraz dikkatli olduğunuzda, titremeyi azaltabilirsiniz. Ufacık titremeler de kimseyi rahatsız etmez, etse bile artık titreşimi engelleyen programlar var.
– Renklerden Korkmayın –
Kısa film yönetmenlerinin düştüğü en ‘kült’ hata siyah beyaz film çekmektir. Siyah beyaz dönemi biteli çok oldu arkadaşlar. Siyah beyaz artık anlatılan filmin duygu durumuna uygun ise kullanılıyor. Birçok yönetmen, maalesef ışık ve renk korkusundan dolayı da bu klişeye başvuruyor. Gördüğünüz gibi yapılan hataların hepsi neredeyse imkansızlık ve korkulardan doğuyor. Korkmayın arkadaşlar. Çok basit bir çözümü var: Filminizi bol ışık alacak, renkli yerlerde çekin. Gerekiyorsa senaryonuzu ona göre yazın. Sokak lambasının altında duran elinde sigaralı karizmatik adamı çekmeyi istediğinizi ben de biliyorum ama elinizdeki malzeme bu sahneye izin vermiyorsa, karizmatik adamın sigarasını öğle vakti içmesi gerekiyor. Sırf renk ve ışık ayarı yapamayacaksınız diye siyah beyaza başvurup herkes gibi olmayın. Yukarıdaki birçok maddede de dediğim gibi, film tasarımında renklerden sesleri her şeyin bir anlamı vardır.
– Senaryo Sorunları –
En büyük hatalardan biri de filmde neyin anlatıldığının belli olmamasıdır. Bu da sinema eğitiminde avrupa sinemasına maruz kalmış öğrencinin sıkıntısıdır. Sonra basit bir mesaj verebilmek adına 15 dakikalık filmler tasarlıyorsunuz. Olay örgüsünün olmadığı, sürrealist görünümlü anlamsız, ne anlattığı belli olmayan filmler. Ünlü bir yönetmen der ki, eğer seyirci filmi anlamadıysa, sorun sizdedir. Ne anlattığınız belli olsun arkadaşlar. Sürrealist de olsanız, ne anlattığınız belli olsun.
Bir diğer sıkıntı da kendinizi Tarkovsky ya da Godard sanmanızdır. Hiçbir anlamı olmayan görüntüler ve sözler ile doldurduğunuz filminizi ‘aşırı anlamlı’ bir şekilde pazarlamaya çalışıyorsunuz. Ama siz de haklısınız, seyirci bu tarz filmlere meraklı. Gereksiz sahneler ve planlar ile dolu filme anlam yüklemek ancak amatör ve ne yaptığını bilmeyen bir yönetmenin işidir. Çektiğiniz ya da yazdığınız her kelimenin ne anlama geldiğini bilerek yazın. Seyirci gördüğü her noktaya anlam yüklemeyi sever. Siz siz olun, orada onu demedim diyebilme cesaretine sahip olun. Eğer ki siz de seyirci gibi, yapmamış olduğunuz şeyi yapmış gibi anlatıyorsanız, vay halimize.
Bir de şunu çok yapıyorsunuz: Anlatmak için anlatmak. Şöyle ki; kadın hakları şu anda önemli bir konu, hadi film yapalım. E tamam da sen bunu ne kadar önemsiyorsun? Bu konuyu gerçekten anlatmak istiyor musun? Konu hakkında fikrin ve bilgin var mı? Afrika’daki açlık da çok önemli ona bakarsak. Anlatmak istediğiniz hikayeleri senaryolaştırın. Size dert olan hikayeler üzerine odaklanın, anlatmak için anlatmak istediğiniz hikayeler yazmayın. İçinizden geçenleri film yapın lütfen. Sizi ne rahatsız ediyorsa, neyi dert ediyorsanız onu filme çevirin. Güzel bir konu buldum, hadi filmini yapayım mantığı ile yola çıkınca hüsrana uğruyorsunuz.
– Abartılı Oyunculuklar –
Bağımsız bir kısa filmcinin oyuncu seçenekleri şunlardır: Arkadaşları, kendisi ve oradan buldan bulduğu oyunculuk eğitimi almış biri ya da tiyatro yapan arkadaşları. Maalesef ki kısa filmcilerin düştüğü en büyük hatalardan biri de karakter yaratma sorunudur. Olay örgüsünü bile tam çıkarmamış kısa filmci karakter oluşturmak için zaten uğraşmaz. Bu da gereksiz cümleler kuran, abartılı ya da eksik oyunculuk yapan birine sebep olur. Yukarıda da yazdığım gibi, yönetmenin ikinci işi, oyuncu yönetimidir. Oyuncunuzu doğru yönetebilmeniz için de, filminizi yazarken karakterinizi de yazmanız gerekir. 1 sayfa dahi olsa yazdığınız karakterler hakkında biz özgeçmiş hazırlayın. Filmin ortasında oyuncunuza “Şu sahnede sen şöyle şöyle yapıyorsun çünkü şu şu” dememek için mutlaka bir karakter tasarımı yapın. Bu hazırlayacağını ufak dosya ile oyuncunuzu da rahatlatmış olursunuz. Nasıl bir karakter olacağını bilerek önceden prova yapabilir, kendisini filme daha çok verebilir.
– Netleme Problemleri –
Ana problemlerden biri de maalesef netleme problemidir. Otomatik netlemesi olmayan kameralarla çekim yapan yönetmenler, görüntüsünü netlediğini zannederken aslında flu görüntüler çekerler. Kameranın LCD ekranında her şey güzel görünebilir ancak bilgisayarda baktığınızda esasında tam da istediğinizi yakalayamadığınızı fark edebilirsiniz. Bir diğer sıkıntı da, otomatik netleme ile çekim yaparken, karakterin hareketliliği yüzünden kameranın sürekli netlik değiştirmesidir. Kameranızın yanında sahne gereği zaman zaman netleme yapacak birinin durması gerekmektedir. Netliği sürekli bozulan film amatörlük belirtisidir. Eğer sizin için netleme yapacak biri yoksa en iyi çözüm, sahneyi önceden prova etmektir. Böylece oyuncunuza nerede durması gerektiğini söyleyebilir, içinde kalması gereken alanı iyi bilmesini sağlayabilirsiniz.
– Maskeleme Başarısızlıkları –
Bir şey öğrendim hemen yapayım: Maskeleme. Maskeleme, efekt dünyasının en önemli parçalarından biridir. Montaj ve maskeleme yapmayı bilen biri, ortaya kısmen başarılı efektler çıkarabilir. Yalnız bunları biliyor olmanız efekt yapmanız gerektiği anlamına gelmiyor. Maskeleme yapmak epey zahmetli ve özen gerektiren bir iştir. Daha kameranın kadrajını düzgün seçmeyen biri için maskelemedeki kadraj-ışık mükemmelliğini yakalamak abeste iştigaldir. Maskeleme için iyi bir ışıklandırma ve kadrajlama gerekir. Mümkün mertebe -bence- maskelemeden uzak durun. İlla yapacağım diyorsanız bu konuyu iyi bilen insanlar ile iletişime geçin, onlardan icazet almadan çekim planı oluşturmayın.
Yorumlar