0

Yönetmenliğini Maryna Er Gorbach’ın yaptığı Klondike, 2022 yılında izlediğim en sansasyonel film diyebilirim. Özellike son 20 dakikası çok konuşulacak, uzun yıllar hatırlanacak filmin anlatmaya çalıştığı şeyler ve çıkış noktası kesinlikle üzerine konuşulası. Gösterildiği festivallerde epey bir ilgi çeken film soruları da beraberinde getirmiş. Fakat işin bu kısmı ironik. Yönetmene, bu filmi neden çektin diyor olmaları aslında yönetmenin çıkış noktasının ne kadar da doğru olduğunu gösteriyor. Ukrayna’nın doğu sınırında 2014’ten beri devam eden işgal, yüzlerce hatta binlerce insanın hayatını baştan aşağı değiştirse de avrupa, yaşananlara münferit olaylar olarak baktı, ciddiye almak istemedi. Öyle ki filmin Türkiye’deki ilk gösteriminde bile bir seyirci, olayların bu kadar ciddi olduğunu bilmiyordum dedi. Sırf bunun için yaşananları baştan sarmamız gerektiğini düşünüyorum. Ancak o zaman filmi çok daha iyi anlayabiliriz.

Ukrayna, 1991 yılında bağımsızlığını ilan ettiğinde, Rusya bu durumdan rahatsız oldu ve 30 yıl boyunca Ukrayna’nın haklı bağımsızlığının üstüne bir karanlık gibi çöktü. Ukrayna, bu süreçte ne kadar ayağa kalkmaya, güçlü bir ülke olmaya çalışsa da Moskova’nın baskıları yüzünden bir türlü aradığı huzura ve refaha erişemedi. Taraflar birçok kere karşı karşıya gelmiş, Rusya, Ukrayna parlementosuna yerleştirdiği hatta başkanlık koltuğuna bile oturttuğu isimlerle amacını politik yöntemlerle çözmeye çalışmıştı. Bu konuda da uzun yıllar başarılı oldular. Fakat halk, bu politik savaşlardan sıkılıp ayaklandı. Politik oyunlarla artık çözüm üretemediğini farkeden Moskova, B planını sahneye sürdü: İç Savaş. Meydanlarda korkunç hikayelerin yaşanmasına sebep olan bu karşılaşmayı da Ukrayna kazandı. Sonucunda da Moskova’nın kuklası Yanukoviç Rusya’ya kaçtı. Yeni bir seçime giden Ukrayna, batılı düşünceyi benimseyen Zelensky’yi %70’in üzerinden bir oyla seçerek mesajını açık ve net bir şekilde verdi. Lakin bu mesaj, Rusya’nın hiç hoşuna gitmedi. Böylelikle  Rusya, son kozunu sahneye sürdü: İstila. Hala devam eden istilanın ateşi 2014’ten beri közleniyordu. Aradan geçen 8 senelik süreçte, avrupa, ancak Putin neredeyse yaşayan herkesi tehdit etmeye başlayınca “bir şeyler oluyor” diyebildi. İstila, hala tüm dünyanın konuştuğu, ister istemez her ülkenin ekonomisi etkilediği bir olay. Dikenin ucu herkese değince, insanlar ciddiyeti anladılar. Lakin Maryna Er Gorbach’ın da dediği gibi, bu yaşananlar yeni değil, uzun süredir varlar. Görmüyor olmanız, olmadığı anlamına gelmez.

Kısaca filmin konusuna değinelim… 2014 yılında Ukrayna’da iç savaş çıkar. Ülkedeki Rusya yanlısı taraflar, Rusya adına savaşmaya başlar. Rusya da kendi ordusunu Ukrayna’ya sokarak resmen savaş ilan eder. Biz de bu süreçte Donbas sınırında yaşayan bir çiftin evine konuk olarak onların yaşadıklarını izliyoruz. Çocuk bekleyen çift, bu savaşın hiçbir şekilde parçası olmak istemese de seçim onların elinde değildir. Daha düne kadar beraber vakit harcadıkları komşuları üzerlerine bomba atacak kadar taraf olmuştur. Ordu git gide evlerine yaklaşmaktadır. İsteseler de istemeseler de, taraf olmak zorunda kalacakları bir ikilemin içinde boğuşmak zorunda kalırlar.

Klondike, üzerine konuşulacak çok şey veriyor. Lakin öncelikle filmin teknik tarafına değinmek istiyorum. Maryna Er Gorbach, uzun süredir izlediğim en özel sinematografilerden birini sunuyor. Filmi izlerken kendimi Cannes’da Nuri Bilge Ceylan izleyen bir eleştirmen gibi hissettim. Kamera kullanımdaki “döngü” seçimi, geniş planlardaki enfes kadrajlama, şahane manzaralar ve özellikle bulutların gölgeleri enfesti. Amacı, iç savaşın mikro sonuçlarını anlatmak olan bir filmin böylesine etkileyici bir sinematografiye sahip olması şaşırtıcı. Ciddi bir artı olduğu aşikar.

Filmin amacı aslında belli. Ukrayna halkının içine düştüğü bataklığı göstermek. Lakin filmin içerisinde, özellikle sosyoloji ve politika ile ilgilenenler için bir sürü detay var. Konudan bağımsız izleyen biri sadece çatışma ortasında kalmış bir aile görecektir. Fakat Klondike, bu çatışmadan çok daha fazlası. Birkaç gözüme çarpan detaydan bahsetmek istiyorum. Yönetmenin de zaten bu detayları özellikle kullandığına eminim. Uzun süredir ne yaptığını bu kadar iyi bilen bir yönetmen görmemiştim açıkçası.

İlk olarak Sanya karakterine odaklanmamız gerek. Sanya, Irka ve Tolik’in komşusu. Putin, Ukrayna’da rusçuları gaza getirdiğinde, binlerce kişi tekrar Rusya vatandaşı olabilme aşkı ile bir iç savaş başlattı. Sanya da bu iç savaşın taraflarından biri, yani başlatanlarından. Filmde, Sanya’nın kurduğu bir cümle var ki, politik olarak bataklığa batmış ülkelerin hepsinde bu cümle ile karşılaşabilirsiniz.

“Rusya’ya geçtiğimizde krallar gibi yaşayacağız.”

Türkiye de dahil olmak üzere birçok toplum, gelecekte ulaşılacak refahlar ile kandırılıyor. Sanya da Rusya’nın Ukrayna’yı alması ile herkesin refaha erişeceğini düşünüyor. Fakir bir ülkede yaşamanın verdiği sıkıntılardan bıktığı için böyle bir inanışa sahip. Lakin Rusya’nın gerçekleri ortada. Bugün Kırım tarafını tamamen ele geçirmiş olan Rusya’nın Kırım’ı ihya etmesini bırakın, hali hazırda olan düzenini de bozduğu, ekonomisine zarar verdiği gün gibi ortada. Hayalleri krallar gibi yaşamak olan halkın maalesef gerçeklerden uzak bu inançları, Putin gibi diktatörlerin en kıymetli silahlarından biri.

Bir diğer detay ise Tolik karakteri ve onun vasat bir birey olması. Andrey Zygyntsev, filmi Loveless’da, Rusya’daki erkeklerin ve kadınların farkını anlatmaya çalışmıştı. Rus erkeklerinin pasifliği yüzünden kadınların verdiği radikal kararlar ve bu radikal kararlar arasında heba olan çocuklar anlatılıyordu. Aynı durum Ukrayna’da da mevcut. Erkeklerin, kadınların yanında oldukça pasif kaldığı bir gerçek. Zaten yönetmenin filmi kadınlara adıyor olması, filmin sonunda dünyaya bir kız çocuğunu geliyor olması da bu sebepten. Tolik’in kafasına bombalar yağarken bile alkol ve seksi düşünüyor olması, Irka yönlendirmeden yerinde sayacağı gerçeği filmde ayan beyan gözüküyor. Tam olarak bu sebeple de filmin sonunda bir kız çocuğu dünyaya geliyor. Her türlü zorluğa ve erkek baskısına rağmen savaşı kazanıyor ve dünyaya geliyor. Burada ufak bir ironi de var aslında. Ukrayna’yı batılı yapacağını iddia ederek gelen Yanukoviç’in yanında Yulia Timoşenko vardı. Timoşenko, ülkedeki illegal işlere meydan okuyup rüşveti bitirmek istedi. Lakin Yanukoviç’in engeline takılan Timoşenko üzerine hapse atıldı. Yıllar sonra da, Yanukoviç Rusya’ya kaçtıktan sonra hapisten çıktı.

Bir diğer ilgimi çeken detay ise askerler. Politika ile ilgilenen ve istila sürecini iyi takip edenler bilir ki Rusya adına savaşanların büyük bir kısmı Çeçenler. Filmin sonunda, Irka ve Tolik’in evine gelenler de Çeçenler. Savaşmayı kutsal olarak görmesiyle bilinen Çeçenler, Irka ve Tolik’e insan muamelesi yapmıyor. Medeniyetten uzak birer hayvan oldukları kurdukları her cümlede gözüküyor. Savaşı, Putin ve Rusya için devam ettiren bu milletin bugünkü istilada da büyük bir rol oynadığı, konuyu takip eden herkes biliyor ve görüyor.

Film, herhangi bir mesaj içermiyor. Çözüm de önermiyor. Sadece evinde huzurlu bir şekilde yaşamak isteyen bir ailenin, nasıl da istemleri dışında savaşa dahil olduklarını gösteriyor. Süreç, onların iradelerinin dışında ilerliyor. Taraf tutmaya zorlanıyorlar. Kaçmak isteseler de yollar tutulduğu için kaçamıyorlar. Öyle ya da böyle, çoğalmakta olan alevin bir parçası olmaları gerekiyor. Ki biz filmde, sadece bir aileyi izliyoruz. Bu yangın, binlerce aileyi böyle böyle içine alıp ya yok etti ya da hayatını baştan aşağı değiştirdi. Maalesef bu olaylar başka bir ülkenin iç politikalarına 30 senedir karışan bir devlet yüzünden çıktı. Birgün uyandıklarında, komşularının düşman olduklarını gördüler. Birbirlerine silah çekip, sıkmak zorunda kaldılar. Bu savaşı başlatanlar, bittiğinde krallar gibi yaşayacaklarını zannederek yola çıktılar. Bugün ise kralın kendisi bile düşmek üzere.

Sözün özü… Klondike, 2014’ten beri devam eden ve bugün bütün dünyanın etkilenmesine sebep olan Ukrayna’daki işgalin ilk günlerini, çekirdek bir aile üzerinden anlatan, özellikle son 20 dakikası ile oldukça sansasyonel bir film. Hiçbir şekilde yönlendirme yapmadan sadece gerçekte yaşananlar alatılıyor ki filmin başında hikayenin gerçek bir hikayeden esinlenerek yola çıktığı yazıyor. Keskin hikayesinin yanında Nuri Bilge Ceylan vari görselleriyle de büyüleyen film, görsel ve anlatımsal olarak şahane bir film. Sadece anlatmaya cesaret ettiği hikayesiyle değil, tasarımıyla da bütün övgüleri hakediyor.

9

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

Dehşete Düşüren Bir Flört Hikayesi: Fresh

Previous article

Cesur Şair, Korkak Aşık: Cyrano

Next article

Yorumlar

Yorumlar kapatıldı.

You may also like