0

Yönetmenliğini Natasha Kermani’nin yaptığı Lucky, South by Southwest festivalinde prömiyerini yaptığı için ilgimi çekmişti. 75 metascore’u iyi bularak izlediğim filme 75’in çok bile olduğunu fark ettim. Ama yanlış anlaşılmasın, aslında güzel bir şey diyorum burada. Genel izleyicinin yaptığı yorumları okuduğumda, çoğunun filmi, filmin tam olarak ne anlattığını anlayamadığını gördüm. Ya da anlamak istememiş olabilirler de diyebiliriz. Yüzeysel bir şekilde yaklaşmışlar. Belki de gerçek hayattaki bakış açılarıyla bakmaya devam ediyor ve görmüyorlar. Çünkü filmin aslında anlatmaya çalıştığı şey oldukça basit. Mesajı net ve bunu gözümüze soka soka da veriyor. Normalde metafor filmlerini pek sevmesem de Lucky, özellikle günümüzde çok daha fazla konuşulmaya başlanan bir konuyu, oldukça boğucu bir şekilde anlatarak ilgimi ve takdirimi kazanmayı başardı.

Kısaca konusuna değinelim… May’in her gün evine bir katil dadanmaktadır. İstisnasız, her gün. Her gün evine birinin zorla girmeye çalıştığını polise ihbar etse de katil bir türlü yakalanamaz. Polisten fayda gelmeyeceğini anlayan May olayı kaba kuvvetle çözmeye karar verir. Eve tekrar gelen katili öldüren May, tam rahatladım derken katil bir sonraki gün tekrar ortaya çıkar. Bir sonraki gün tekrar gelir. Ve bir sonraki gün de. Her gün evine biri girmeye onu öldürmeye çalışmaya devam eder.

Film başladığında hikayenin sıradan bir ev istilasını anlattığını düşünseniz de katilin ikinci gün de, üçüncü gün de ortaya çıkması ile filme olan ilginiz artıyor. Zamanla farkediyoruz ki, May aslında her gün, aynı güne uyanıyor. Ya da farklı bir güne uyansa da aynı şeyler oluyor.Klasik bir Groundhog Day teması gibi. Ama biraz farklı. Loop filmlerinde genelde karakterler günü yaşar ve bittiğinde her şey başa sarar. Fakat bu sefer her gün peşinizde olan bir katil var. Kim bu katil? May’den ne istiyor? Nasıl oluyor da kimse eve zorla giren bu kişiyi fark edemiyor? Bir önceki gün yaşananı sonraki gün May hariç kimse hatırlamıyor.

Katilin her gün gelmesi, bir döngüyü gösterse de yaşananlar her defasında farklı. Bir ara acaba bir akıl hastasının sanrılarını mı izliyoruz desek de filmin sonlarına doğru, yönetmen hikayenin hikayenin tam olarak ne anlattığı belli haykırarak söylüyor: Kadın Düşmanlığı. Ya da yönetmenin deyişiyle “Daily Misogyny“. Film boyunca her gün katiller ile mücadele etmek zorunda kalan kişinin sadece May olmadığını öğrendiğimizde, sokaktaki her kadının katiller tarafından rahatsız edildiğini fark ettiğimiz anda, filmin aslında bir kadın düşmanlığı metaforu olduğunu net bir şekilde anlıyoruz.

Otopark sahnesi ve filmin final sahnesi aslında Natasha Kermani’yi tebrik etmem için yeterli. Defaatle düşünülmüş, zekice tasarlanmış sahneler. Uzun bir “anladım” çekmemle filmi anlamam bir oldu. Evet, kadınlar her gün, dünyanın farklı noktalarında, her an, belki şuan bile istisnasız bir şekilde erkek şiddetine maruz kalıyor. Neredeyse her alanda farklı bir sebeple de olsa erkekler tarafından hor görülüyor, aşağılanıyor; bir seks objesi olarak tasvir ediliyorlar. Hatta; sempatik, iyi niyetli dediğiniz erkeklerin büyük bir bölümü, yanlarından ayrıldığınız anda sizi ve kadınları aşağılamaya başlarlar. Ağızlarından birbirlerini onaylarcasına “kadınlar da şöyle” cümleleri hiç düşmez. Erkeklere göre zaten kadınlar hizaya getirilmesi gereken bir varlıktır. İlla ki erkek altında olmalıdır. Erkekten asla önde olamaz; güçlü zaten olamaz, bu kaldırılamaz. Eğer erkekten bağımsız bir kariyeri varsa ya da zenginse sadece şanslıdır. Ki filmde de bu şans kısmı üzerinde özellikle duruluyor. May’in film boyunca hakkını kimse vermiyor, elde ettiği “başarılı” yazarlık kariyerin de şans olduğu sürekli olarak dile getiriliyor. May ne kadar başarısını hakederek kazandığını söylese de özellikle erkekler bunu duymazdan geliyor, konuyu ya eşine ya da şansa bağlıyorlar.

Yönetmenin de tanımıyla film gerçek hayatta bir Twilight Zone gibi. Korku, sıklıklar söylerimbunu, konusunu “gerçekten” aldığı zaman daha etkili oluyor. Uzaydan gelen canavarları izlemek ürkütücüdür, iyidir, hoştur fakat günlük hayatınızda karşılaşabileceğiniz şeyler çok daha korkunçtur. Hayal etmesi daha kolaydır. Salondan çıktığınız anda başınıza gelebilir. Düşünün ki bu korkuyu kadınlar her gün yaşıyorlar. Bazen, özellikle ülkemizde, sokakta yürümek bile güvenli olmayabiliyor. Bunu bir erkek olarak söylüyorm, ben bile kimi semtlerde yürürken çok tedirgin oluyorum. Düşünsenize, sokakta yürürken bir gerilebiliyorsunuz. Çok basit bir şey aslında. Lucky, kadınların neredeyse her gün yaşadığı bu korkuyla olan mücadelesini anlatıyor. Her gün, onları aşağı çekmeye çalışan birileriyle savaş veriyorlar. Kimisi bu mücadeleyi kazanabiliyorken kimisi bu mücadeleye eninde sonunda yeniliyor. Kazananlar da zaten aslında bir şey kazanmıyor. Katil, bir sonraki gün ya da ondan sonraki gün yine geri dönüyor.

Filmin özellikle sonu gerçekten etkileyici ve anlatmak istediğinin altını kalın bir şekilde çizerek bize mesajını net bir şekilde veriyor. Film boyunca düşmanının maskesini çıkarmak isteyen May bu şansa ancak finalde ulaşabiliyor. Maskeyi çıkarttığı anda, görüyoruz ki katil, bir kişi değil. Katil, aramızdan biri. Herhangi bir tanıdığınız bile olabilir. Bir arkadaşınız da olabilir, iş yerinde arka masanızda oturan biri de olabilir, sokakta karşılaştığınız, metroda yanınızda oturan biri bile olabilir. Tek bir gerçek var; o da katilin kesinlikle erkek olduğu. İlk paragrafta dediğim gibi, filmin bir metafor hikayesi olduğu maalesef anlaşılamamış. Ya da anlaşılmak istenmemiş. Günlük hayatta birçok “erkek” bu yaşananları sıradan hatta olağan görüyor. Bu sebeple anlatılan kabul edil-e-memiş olabilir. Fakat kabul edin ya da etmeyin, Lucky, kurmaca bir film değil, gerçek ve her gün yaşanan bir kitlesel bor sorunun sadece filmleştirilmesidir.

8

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

The Batman: Yalanlar ve Oyunlar

Previous article

CODA: Sessizliğe Empati

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply