Son başyapıtı Under the Skin‘in ardından 10 yıl kadar sinemaya ara veren Jonathan Glazer, The Zone of Interest ile geri döndü. Zamanımızın en yetenekli yönetmenlerinden Glazer‘ın yeni filmi, çoğu eleştirmen tarafından “kariyerinin en iyi filmi” olarak taçlandırıldı. The Zone of Interest‘in birçok dalda Oscar adaylığına ise kesin gözüyle bakılıyor.
Caniliğin Monoton Portresi
The Zone of Interest, Auschwitz komutanı Rudolf Höss ve eşi Hedwig’in, esir kampının yanındaki lüks ev ve bahçelerindeki “rüya gibi” aile yaşamlarına ve orada hayat kurmaya çabalarına odaklanıyor. Filmin sağladığı perspektif, çoğu birbirine benzeyen Nazi filmleriyle karşılaştırdığımızda, onlardan daha ilgi çekici duruyor. Glazer, bize caniliğin monoton portresini çizerken, bir Nazi ailesinin gündelik yaşamından sunduğu kesitlerle izleyicilerin sabrına dokunmayı başarıyor.
Glazer, kampta yaşanan barbarlığı ise göstererek değil, duyurarak vermeyi tercih ediyor. Oradan gelen çığlık, silah ve yardım seslerini, evin içerisindeki kişilerin duruma gösterdiği umursamazlığı ön planda tutarak veriyor. Böylelikle Glazer, soğuk kanlılıkla sinirleri alt üst edecek bir yapı kuruyor.
Senaryo İçeriğin Konseptinde Eksik Kalıyor
Glazer‘ın The Zone of Interest ile izleyicinin vicdanına, dönemin vicdansızlığına işitsel imgelerle yaklaşırken birçok konuda başarı sağladığını söylemek mümkün. Özellikle aile içerisinde olup biten hiçbir şeyin umursanmadığını ve sadece iyi bir yaşamın peşinden koşulduğunu görmek, bunu Nazi perspektifinden deneyimlemek karmaşık duygulara sürüklüyor. Böylelikle filmin konsepti, vurucu olduğu anları izleyiciye geçirebiliyor fakat genele yayılmasında sorunlar olduğunu söylemek mümkün. Çünkü belli bir yerden sonra senaryonun aynı tekrarlara düştüğünü görebiliyoruz.
Aç gözlü bir kadın ve başarıyı her şeyin önüne koymuş bir adamın evli yaşamları, onların çocuklarının üzerindeki psikolojik baskı ve dönemin politik mevzuları filmin tamamına sağlıklı biçimde yayılamıyor. İçeriğin etkisi üzerine düşündüğünde elbet size geçebiliyor fakat film bittiğinde şunu sormadan edemedim: Ya The Zone of Interest 15 – 20 dakikalık bir kısa film olsaydı? Rahatlıkla söyleyebilirim ki, bende etkisi daha fazla olurdu. Madalyonun iki yüzünü, iki farklı dünyanın ayrımını işleme fikri kreatif açıdan takdir görülesi olsa da, Glazer‘ın yaratıcı ve orjinal zihnini göze aldığınızda hikayenin aynı yerde sıkışıp kalması hayal kırıklığı yaratabiliyor.
Oyuncu Performansları Banal İşlenişi Kurtaramıyor
Filmin merkezindeki ailenin izleyiciye geçişi, aralarındaki kimyanın etkisi sayesinde rahatlıkla sağlanıyor fakat onlar da bir yerden sonra tıkanıp kalıyorlar. Sandra Hüller‘in insanın sinir uçlarına dokunan karakter oyunculuğu ve Christian Friedel‘in ülkesine ve ideallerine bağlı komutanı hayata geçirişi fazlasıyla iyi olsa dahi, senaryodaki bir yerden sonra banallığa düşen işlenişi kurtaramıyorlar.
Özellikle bunaltan diyaloglar ve ciddi manada abartıya kaçan durgunluk, filme dair tüm ilginçliği azaltıyor. Evet, bazı filmlerin hızlı bir ritme sahip olmasına gerek yok, The Zone of Interest de onlardan biri ama o bahsettiğim durgunluk fazlaya kaçınca da, önüne geçilemeyecek bir ilgi kaybına yol açıyor. Bu bağlamda, özellikle son yarım saatte filme olan tüm alakamın kaybolduğunu açıkça söylemem mümkün.
Yine de Jonathan Glazer İyi ki Döndü
The Zone of Interest‘in beni hayal kırıklığına uğratması üzüldüğüm bir kaçınılmaz gerçek olsa da, yine de Jonathan Glazer iyi ki döndü diyebilirim. Çünkü her anlamda, 21. yüzyılın belki de en kendine özgü yönetmenlerinden biri. Yakaladığı planlar ve sahne yönetimi sayesinde her zaman göze hitap eden bir ikram sunuyor.
The Zone of Interest için de bunu söylemek mümkün. Jonathan Glazer, gerek Łukasz Żal ortaklığında sunduğu sinematografik ziyafet, gerekse de Micachu‘nun ürkütücü müzikleriyle yakaladığı büyü ile benim açımdan en hayal kırıklığı yaratan filmde dahi, akılda kalan anlar bırakıyor. Bir sonraki Glazer filmi için umarım yıllarca beklememize gerek kalmaz.
Ferit Doğan‘ın tüm yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterbox aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar