Mike Flanagan, özellikle The Haunting of Hill House sonrası ciddi bir yükselişe sahip. Bir korku canavarı olarak kendisini uzun süredir takip ediyorum ve gelişimini takdir ediyorum. Oculus, Absentia, Ouija, Before I Wake ve özellikle Hush ile Gerald’s Game, izlemeye değer filmler. Filmografisine baktığımızda, yönetmenin Ouija sonrası kendisine yepyeni tarz benimsediğini görebiliriz; bu tarz da referansını Stephen King’den alıyor. Gerald’s Game ve Doctor Sleep’in direkt olarak King uyarlaması olması zaten yönelimini ortaya koyuyor. Fakat yönetmen bu sefer, King’i referans olarak kullanmak yerine ve bizzat King olmaya karar vermiş. Eminim ki Stephen King, Midnight Mass’i izlerken ya çok kıskanmış ya da çılgınlar gibi gurulanmıştır. Sebebini anlatacağım…
Kısaca konusuna değinelim… Riley, yaptığı trafik kazasından ötürü uzun bir süre hapishanede kalır. Çıktığında da gideceği hiçbir yer olmadığı için başladığı yere yani ailesinin evine, denizin ortasında bir ada olan Crockett Island’a geri döner. Onun dönüşüyle beraber de adada ilginç olaylar yaşanmaya başlar. Adanın çok uzun yıllardır pederi olan Monsignor Pruitt’in ana karaya ani gidişi ve yerine gelen Peder Paul’un gelmesi de, yaşananları hızlandırır. Ada, geri dönüşü olmayan bir değişime doğru gitmektedir ve kimse bunu farketmemektedir.
Mike Flanagan; tam anlamıyla bir King hikayesine imza atmış. Sadece konuyu okurken bile bu bir King hikayesi mi diye kendi kendinize soruyorsunuz. Diziyi izlerken bir ara IMDB’ye girerek yoksa bir şey mi kaçırdım diyerek King hikayesi olup olmadığını kontrol ettim; değilmiş. Flanagan, bu sefer King uyarlaması yapmak yerine sıfırdan King hikayesi yazmayı tercih etmiş. Hikayenin kısık ateşte pişmesinden, kasaba yapısına; sorunu oluşturan şeyden finalinde yaşananlara kadar neredeyse her şey, King hikayesiyim diye bağırıyor. Eğer Stephen King, Jeepers Creepers’ı yazmış olsaydı, tam olarak böyle bir hikaye olurdu. Flanagan’ın Jeepers Creepers’tan esinlenip esinlenmediğini bilmiyorum ama Storm of the Century’nin ana referans kaynaklarından biri olduğuna eminim.
Stephen King dizi ve filmlerini ne kadar sevsem de, hikayelerinin kısık ateşte pişmesini sevmiyorum. Özellikle dizilerinin tamamı, sadece finali yaşatmak için varlar. Midnight Mass de tam olarak bunu yapıyor ve finaldeki kaos için 5 bölümlük bir hazırlık yapıyor. Dizide neler olduğunu anlayana kadar kasabalıların “ah eski günler” temalı sohbetlerini dinliyoruz ki bu sohbetlerin neredeyse hiçbirinin hikaye ile alakası yok. Şöyle bir benzetme yapayım hatta: Mike Flanagan, dizi süresince peder görevini üstleniyor ve 7 bölüm boyunca bize pazar konuşması yapıyor. Biz de kilisede kuzu kuzu oturan izleyiciler olarak karakterlerinin tüm dizi boyunca attığı tiradları dinliyoruz. Ne kadar lazım olsalar da olmasalar da, bütün karakterleri dinliyoruz. Özellikle Bev Keane karakteri dizi boyunca bizi İncil’in pasajları ile resmen boğuyor ve yoğuruyor.
Tiradları bir köşeye bırakıp, varmak istediğimiz noktaya gelirsek, dizi King eserlerinde olduğu gibi zihnini rasyonel tüm düşüncelere kapatmış halkın ulaştığı sonuçları anlatıyor. Dini yol gösterici olarak seçen ve niyeyse mucize bekleyen halk, Peder Paul ile istediği cevabı alıyor. Ama yaptıkları tercihin ne kadar gülünç olduğunu dizi başarılı bir şekilde vurguluyor. Diziyi, kötülemememdeki tek sebep de bu vurgu diyebilirim. Leeza ve Ali’nin yaratığın inine girdiği sahne bu vurgunun tam olarak yapıldığı yer. Vampir, kan emmeye o kadar odaklı ki, yanında duran 2 kişinin varlığını neredeyse görmüyor. Hatta aciz bir şekilde, sarhoş bir halde elini “gidin” diye savuruyor. İronik kısım da burası zaten; tanrının bir mesajı olarak görülen ve “melek” olarak kabul edilen bu yaratığın kan görünce iradesiz, tam bir vahşi hayvan gibi davranması gerçekten gülünç. Vampir, kendisini öyle kaptırmış, gözü görmeyecek şekilde “beslenmeye” odaklanıyor ki bu kadar basit ve acınası bir varlığa dönüşmeyi istemek, ancak insan gibi “aptal” bir varlığın isteyeceği şey olabilirdi.
Dizi; yönetmenlik, oyunculuk ve tabii ki efektleri ile oldukça başarılı. Hill House ve Bly Manor’ı hiç sevmemiş biri olarak Midnight Mass’a daha yakın olduğumu söyleyebilirim. Ne kadar dizi boyunca bitmek bilmeyen tiradlara maruz kalsak da ve hikaye çok yavaş ilerlese de sadece kilisedeki kaos için bile dizi izlemeye değer bence. Bev Keane üzerinden koyduğu politikacı din eleştirisi ve mucize bekleyen insanın hazin sonu da benim diziye sıcak bakmama yetti. Hatta sonunda herkesin yediği haltı anlaması da koca bir oh çekmeme sebep oldu.
Sözün özü… Mike Flanagan; bu sefer Stephen King uyarlaması yapmak yerine yazarın hikayelerinden yola çıkarak ortaya King eserlerini aratmayacak bir hikaye çıkarmış. Jeepers Creepers ve Storm of the Century’nin karışımından ortaya çıkan 2021 model bir inanç eleştirisi de diyebiliriz dizi için. Son 2 bölüme kadar dayanılabildiği zaman dizi, anlatmak istediğini ve kısık ateşte pişirdiği konusunu doğru bir şekilde verebiliyor. Öve öve bitirebileceğim bir proje olmasa da dediğim gibi, son 2 bölümde yaşananlar için bile dizi izlemeye değer diye düşünüyorum.
Yorumlar