0

Bildiğimiz Perili Köşklerden Ne Farkı Var?

Mekanlara ya da kişilere musallat olmuş hayaletlerin pek de yeni bir fikir olduğu söylenemez. Edebiyatı bir kenara bırakıp sadece sinemaya odaklansak bile Tobe Hooper’ın klasikleşmiş Poltergeist’ıyla başlayıp onlarca örneğini sayabileceğimiz bu alt tür, ailece izlenebilecek korku filmleri yapmak için de iyi bir fırsat. Genellikle gürültülü sesler ve etrafta nedensizce hareket eden objelerle ilişkilendirdiğimiz poltergeist, pekala korkunç olabileceği gibi, afacan bir çocukla uğraşıyormuş hissi de verebilir (ÖhhööhhöCasperÖhhöhöm). Kaldı ki açıldığı günden bu yana tüm ziyaretçilerin favorilerinden biri haline gelen Disney’in Haunted Mansion’ı da tam olarak bu hissi yaratmaya odaklanıyor. İlk kez 9 Ağustos 1969’da Disneyland’de kapılarını açan Haunted Mansion, bugün  Hong Kong Disneyland hariç tüm Disney parklarında ahmak fanileri içeri davet ediyor.

Disney parklarındaki Haunted Mansion’ın popülerliği, 3 farklı Haunted Mansion (Perili Köşk) filmi görmemizi sağladı. Başrolünde Eddie Murphy’nin oynadığı 2003 yapımı ilk uyarlama, korkunç olmaktan bir hayli uzak olsa da ürkünç ve eğlenceli bir aile filmi olarak hayranların takdirini kazandı. 2021 Cadılar Bayramı’nda Disney+’ta yayınlanan Muppets uyarlaması, parklardaki Haunted Mansion’a dair hemen her şeyi, Muppets mizahıyla harmanlayarak izleyicilere sundu. Şimdi de Disney, yıldızlar geçidinden oluşan bir oyuncu kadrosunun yardımıyla, kendi açısından görece sakin geçen yaz döneminde iyi bir gişe yakalamayı umut ediyor.

Park Aktivitesinden Filme?

Burada aklınıza “Eğlence parkındaki bir aktivitenin film uyarlaması için milyonlarca dolar harcamak mantıklı mı?” gibi bir soru gelebilir, bu sorunun cevabı Pirates of the Caribbean adında toplamda birkaç milyar dolarcık gişesi olan bir film serisi. Aslında parktaki aktivitelerin uyarlamalarını yapmak teoride gayet iyi bir fikir. Herbirinin günde onbinlerce kişi tarafından deneyimlendiği düşünülürse, sadece filmin adının bile geniş bir izleyici kitlesini çekeceğini söylemek mümkün. Üstelik Pirates of the Caribbean örneğinde gördüğümüz üzere, sadece temayı benimseyip tamamen orijinal bir hikaye anlatma fırsatı da elinizde! Pek de kötü bir fikir gibi duyulmuyor, değil mi?

Yo ho, yo ho, a pirate’s life for me!

İçeriye Adımını Atana Kadar…

Hakkını vermek gerek, ilk perdesinde oldukça iyi bir iş çıkarıyor Haunted Mansion. Hikaye dünyasını yaratışı, ana karakterlerini tanıtışı ve temel açmazı sunuşu tam da olması gerektiği gibi. Sonunda geri döneceği temayı da bu kısımda tanıtan film, PG-13 ratingine rağmen ürkünç ama eğlenceli bir ton yakalamayı başarıyor ilk perdesinde. Her daim havada asılı olan tekinsizlik hissi ve izleyiciye parçalar halinde sunulan açıklamalar ilginizi diri tutuyor. Rosario Dawson ve Chase Dillon’ın canlandırdığı anne-oğul ikilisi kolaylıkla sempati kurulabilir karakterler olduklarından, hikayenin içine girmekte hiç sorun yaşamıyorsunuz.

Fakat maalesef filmin başarılı olduğu tek kısım da ilk perdesi. Filmin kalanında ayrı yollardan ortak bir amaç için çabalayacak ekip kurulduktan ve Jared Leto’nun canlandırdığı(?) ana kötümüz Hatbox Ghost (filmdeki adıyla Crump)  ortaya çıktıktan sonra tüm tempo bir anda düşüyor. Anlamsız bir MacGuffin avına dönüşen ikinci perde, izleyiciyi öylesine sıkıyor ki başta karakterle kurduğunuz duygusal bağı unutuyor ve dramatik olması gereken finalde esnerken buluyorsunuz kendinizi. Sanki senaryo yazılırken işlenmek istenen tema, karakterlerin arka plan hikayeleri, açılış ve kapanış yazılmış da tüm bunların arasının nasıl doldurulacağı hakkında yeterince kafa yorulmamış gibi.

Kaçırılmış Fırsatlar

Filmi izlerken, sorunun senaryoda olması iyice canınızı sıkacak çünkü gerçekten iyi bir oyuncu kadrosu var karşımızda. Köşke yerleşen anne ve oğulu canlandıran Rosario Dawson ve Chase Dillon üstlerine düşeni fazlasıyla yerine getirse de esas takdiri LaKeith Stanfield hak ediyor. Kaybettiği sevdiğinin acısını asla yüreğinden atamamış eski astrofizikçi Ben, filmin duygusal yükünü tek başına üstlenen ve izleyici olarak en rahat bağ kurabildiğimiz karakter. LaKeith Stanfield filmin finali de dahil olmak üzere duygusal etki gerektiren her sahnede elinden geleni yapıyor, fakat senaryo yazımındaki pürüzler performansının etkisinin izleyiciye tümüyle geçmesini engelliyor.

(Soldan Sağa): Travis rolünde Chase Dillon, Gabbie rolünde Rosario Dawson, Ben rolünde LaKeith Stanfield, Peder Kent rolünde Owen Wilson, ve Harriet rolünde Tiffany Haddish.

Owen Wilson ve Tiffany Haddish yan rollerde parlayarak filmin mizahi tarafına en büyük katkıyı sağlasalar da bu sefer diyalog akışının yazımındaki tutukluk şakaların satılmasını zorlaştırıyor. Parks & Recreation’dan tanıdığımız ve sevdiğimiz senarist Katie Dippold, tıpkı 2016 çıkışlı Ghostbusters filminde olduğu gibi burada da aynı anda korkunç ve komik olabilecek bir ton yakalamayı başaramamış. İkinci perdedeki MacGuffin görevi tümden hikayeden çıkarılsa ve yerine ekibin köşk içinde çeşitli zorlukların üstesinden gelmesini gerektirecek, bunu yaparken de birbirleriyle bağlarını sağlamlaştıracak ve karakterlerine derinlik katacak daha kısa bir sekans eklense, filmin izleyicide bırakacağı etki çok daha farklı olabilirmiş.

O Eski Halinden Eser Yok Şimdi

Filmin belki en çok eleştireceğim kısmı, CGI’a olan aşırı bağlılığı. Jared Leto’nun canlandırdığı karakterden bahsederken parantez içinde bir soru işareti kullandığımı fark etmişsinizdir. Bunun nedeni, Hatbox Ghost ya da filmdeki adıyla Crump’ın son haline baktığınızda Jared Leto’nun performansına dair hiçbir şey göremiyor oluşunuz. Tümüyle CGI olan karakterin seslendirmesinde Leto‘nun da alabildiğine sıradan bir performans ortaya koymasıyla birlikte, filmin korku yükünü üstlenmesi gereken kötü karakterimiz jenerik bir kötü adam olmanın ötesine gidemiyor. Benzer şekilde Jamie Lee Curtis’in Madame Leota performansı da gereksiz bir CGI perdesiyle gölgeleniyor. Bu iki karakterin, Disney parklarında Haunted Mansion’ı deneyimlemiş ziyaretçiler için en önemli karakterler olmalarına rağmen filmin en az akılda kalıcı karakterleri oluşu bir şeylerin yanlış gittiğini belli ediyor zaten.

Aşırı CGI kullanımından etkilenen yalnızca bu karakterler de değil maalesef. Filmin finalindeki doruk noktası da sırtını tamamiyle CGI’a dayıyor. Haunted Mansion’ı uyarlayacak bir hikayenin sonunda böyle bir final olması gerektiğini düşünebilirsiniz, fakat bu finali tercih etmek görsel efektlerde farklı bir yaklaşım benimsenemeyeceği anlamına gelmiyor. Özellikle parklardaki Haunted Mansion(lar)’ın tümüyle animatroniklere, pratik görsel efektlere ve optik illüzyonlara bel bağlayan bir deneyim olduğunu düşününce, geleneği devam ettirmeyerek kolaya kaçma kararları daha da rahatsız edici bir hal alıyor. Tabii bu durumun büyük oranda projeye ayrılan zamanın kısalığıyla ilişkili olduğunun da altını çizmek gerek. Ayrıca set tasarımında ve sanat yönetmenliğinde gayet iyi bir iş başarılmış. Yönetmen Justin Simien’de Disney’in detaylara gösterdiği özenden ve tüm malikaneyi set olarak inşaa etmesine izin vermelerinin öneminden övgüyle bahsediyor zaten.

Cadılar Bayramı Bahanesiyle İzlenir Mi?

Justin Simien’in üçüncü ve belki de en zayıf uzun metraj filmi olan Haunted Mansion, içinde kaliteli parçalar barındırsa da aynı kaliteyi bütününe taşımayı maalesef başaramıyor. Eğlenceli bir aile filmi olarak şans verirseniz muhtemelen mutsuz ayrılmayacağınız film, korkunç ya da komik olmasını bekleyerek izlediğinizde sizi hayal kırıklığına uğratacaktır. Parklardaki Haunted Mansion’ın hayranları için tatmin edici anlar yaşatıyorsa da, orijinal materyalle bir bağı olmayan herkes için geçilebilir bir film.

Tuncer Haydarlar’ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Kıskançlık ve Öfkenin Bir Gecesi: Mukavemet

Daha Genç Daha Orijinal: Ninja Kaplumbağalar : Mutant Kargaşası

Tuncer Haydarlar
Bilimkurgu, fantazya ve korku edebiyatı tutkunu. Sinema sever. Çizgi roman çevirmeni, editörü ve okuru. Çakma YouTuber.

Kıskançlık ve Öfkenin Bir Gecesi: Mukavemet

Previous article

Ne Yalnız Ne De Yanlış: Heartstopper 2. Sezon

Next article

You may also like

Comments

Comments are closed.