Alice Oseman‘ın kaleme aldığı 4 ciltlik Heartstopper (Kalp Çarpıntısı) adlı çizgi roman serisinden yine aynı isimle uyarlanan Heartstopper, Netflix‘te yayına giren 2. sezonu ile 1. sezonda izleyiciye hissettirdiği “ev” hissini devam ettirmekle kalmıyor, daha da ileriye götürüyor.
Dizinin Verdiği Hisler
İlk sezonla bize sadece neler sunabileceğinin haberini veren dizi ikinci sezonda o konforlu ve güvenli alanı yaratıp karakterleri aracılığıyla izleyicisini de o karakterlerden biri yapmaktan geri durmuyor. Söylemek gerekir ki; 2. sezonu izleyip bitirmenin bünyede bıraktığı his lisenizin herhangi bir arka sırasında sizi içine çekip geçirdiğiniz tüm okul zamanını daha katlanılabilir hale getirip size güç veren, size bir alan sunmakla kalmayıp aynı zamanda yoldaşlık da yapan bir young-adult romanını az önce bitirmenin verdiği hisle çok benzer.
Dizinin izleyiciyi böyle bir hisse bürümesinin elbette birden fazla katmanı var. Başlıklar olarak değinecek olursak, değinilen toplumsal, bireysel konuların çeşitliliği, kapsayıcılığı ve bir o kadar da spesifikliğiyle mutlaka izleyiciye kendisinden bir şeyler buldurabilecek olması bu katmanların en temeli.
Yazar aynı zamanda çizer Oseman‘ın çizgi romandaki niş hisleri anlatabilmek için kullandığı küçük detaylı çizimleri aynı çizim formatıyla dizinin içine de entegre edebilmiş. Aynı zamanda çizgi romandaki sahnelerin çizilme şekliyle birebir benzerlikte çekilen sahneler, kullanılan kamera açıları görüntü yönetmeninin adeta kamerasıyla çizim yaptığı hissini veriyor ki bu diziyi en büyülü kılan konulardan biri.
Oyunculuklar
Oyuncu seçimleri ise su götürmez bir başarıya işaret ediyor, Alice Oseman‘ın çizdiği karakterlere büyük bir sadakatle hareket edilmesi aynı zamanda okura da büyük bir saygı gösterisi. Ana karakterlerden yan karakterlere, hepsi özenle seçilen ve adeta bu rolleri oynamak için yaratılmış fiziksel özelliklere sahipken, oyunculuk yeteneklerinin iyiliğiyle yazılan karakterlerin kişisel özelliklerini yansıtma başarılarıyla da bunun sadece fiziksel bir benzerlikten ibaret olmadığını izleyiciye her sahnesiyle gösteriyor.
Heartstopper; kendine has, amacı olan insanlar tarafından yaratılmış, çekilmiş, çizilmiş, yazılmış ve sonuç olarak okuyucular ve izleyicilerle buluşturulmuş bir eser olduğunu en duygusal yol ve biçim ile kanıtlıyor.
2. Sezonda Neler Oluyor?
Karakterlerin Paris’e yapacakları yolculukla başlayan ikinci sezon, ilerleyen bölümlerde adeta bizi de o arkadaş grubundan biri yapacağının haberini verirken aynı zamanda Paris estetiğini de her noktada izleteceğinin temennisini vermekle başlıyor. Bu temenni asla altı boş kalmadan her bölümde kendisini kanıtlıyor.
Fakat bu 8 bölümlük yeni sezonun izleyiciye sunduğu tek şey estetik zevk olmakla kalmıyor, toplumun derdi olan birçok sorunu izleyiciye “yalnız değilsin” edasıyla, kör göze parmak biçimiyle değil de daha çok bir baş okşama, sırt sıvazlama hissiyle gözler önüne seriyor. Bu toplumsal sorunların her birini seçilen karakterler aracılığıyla izleyiciye aktarmalarıyla 1. sezonda çok yüzeysel bir şekilde kendini gösteren karakter iç dünyalarına 2. sezonda çok daha derinlemesine girebiliyoruz ve karakterlerle bağ kurabileceğimiz bir seviyede onları tanıma ve görme şansımız oluyor, bu yönüyle denilebilir ki kesinlikle 1. sezon 2. sezonun bir fragmanı.
Karakterlerin Hikayesi ve Verilen Mesajlar
Heartstopper, 30’ar dakikalık 8 bölüm gibi kısa bir süreye sahip olmasına karşın her bölümünde aceleye getirmeden ve acemi olmayan bir şekilde işlediği konuların büyüklüğü, derinliği ve önemiyle bu süreyi kullanabileceği en verimli şekilde kullanmış. Örneğin kitapkurdu olmasıyla ön plana çıkan Isaac karakteriyle birlikte aseksüellik ve aromantiklikle tanışıp, Isaac’in iç buhranlarına ve kendisini keşfetme, kabullenme yoluna onunla birlikte şahitlik ediyoruz. Her sahnesinde bize içine düştüğü tek başınalık hissini ve “acaba ben de bir sorun mu var?” sorusunun sancısını hissettiren Isaac, kendisi gibi hisseden ve henüz kendisini keşfetmemiş ya da keşfetme yolculuğunun başında olan insanlar için kesinlikle iyileştirici ve destekleyici bir karakter.
Kit Connor‘ın canlandırdığı Nick Nelson karakteri 1. sezonda keşfettiği biseksüel benliğinden sonra 2. sezonda da ne yazık ki kaçınılmaz olarak bifobiklikle tanışıyor. Hem heteronormatif dünyada hem de queer alanda karşılaşılan ön yargılara, yanlış ve düşmancıl tavırlara, kabullenilmiş doğru bilinen yanlışlara dikkat çekiyor.
Heartstopper, biseksüel erkeklere “gay olduğunu itiraf edemeyen erkek” gözüyle bakılırken, biseksüel kadınlara “heteroseksüel olduğunu gizleyen kadın” gibi korkunç normlarla bakılmasını, biseksüel+ insanlara “karar veremeyen, şımarık, dikkat çekmek isteyen, farklı görünmek için kendisini queer topluluklara sokmaya çalışan ve ilişki içinde güvenilmez” insanlar olarak bakılmasının homofobinin içerisinde ayrıca bifobi gibi bir alan açacak kadar büyük ve önemli yargıların varolduğunu izleyiciye gösteriyor. Bu sebeple de yine hem çok değerli hem de yine kendisini keşfetme ve kabullenme yolundaki yeni yetişkinlere “ne yalnızsın ne de yanlış” dercesine destek eli uzatmasıyla çok özel bir yere sahip.
Yalnız Değilsin
Joe Locke‘un canlandırdığı Charlie Spring karakteriyle birlikte hem biseksüel bir erkekle olmanın dışarıdaki gözler tarafından nasıl baskılara maruz kalınabileceğini görüyoruz hem de 1. sezondan farklı bir şekilde 2. sezonda Charlie’nin yeme bozukluğu gibi ciddi bir hastalıkla olan mücadelesine şahit oluyoruz. Yeme bozukluğunun bir noktada sebeplerine ve eşcinsel bir karakter olmasının baskıları bağlamındaki gelişimini izlemek, yine birçok insanın maalesef ki kendisini görebileceği yanlardan biri olmasıyla ön plana çıkıyor.
Lezbiyen genç bir kız rolüyle izleyiciyle buluşan Darcy (Kizzy Edgell) karakteriyle birlikte aile içi homofobiklik ve psikolojik şiddetten kaynaklanan kendini gizleme, ifade etmekte zorlanma ve bununla başa çıkma çabalarının hayatındaki insanlara nasıl yansıdığını ve nelere yol açabileceğini izliyoruz.
Özellikle Türkiye’de sık sık karşılaştığımız bu durum Türkiye izleyicisine hiç de yabancı gelmeyecektir ve böyle bir karakterin de dizide yer alması daha önce de özellikle üstünde durup değindiğimiz gibi dizinin izleyiciye “yalnız değilsin” diyerek uzattığı ellerinden biri. Aile içi ve akranlar arasındaki homofobi, bifobi ve psikolojik şiddet sadece tek bir karakterin hayatı üzerinden işlenerek geçilmemiş tabii ki, yer yer her karakterin hayatı üzerinden şahit olduğumuz bu durum bazen Nick’in 2. sezonla birlikte yeni tanıdığımız abisi ve babasıyla, bazen karakterlerin okuldaki kendi yaşıt arkadaşlarıyla da izleyiciye ulaşıyor.
Trans bir genç kız olan Elle (Yasmin Finney) karakteriyle birlikte ise kimlik rolleri, bir transgender olarak yaşadığı okul değişimini, hissettirdiklerini ve yaşamına devam ederken çevresi tarafından nasıl desteklendiğini izliyoruz. Kapsayıcılık adına dizinin olmazsa olmaz karakterlerinden biri.
Sinefil bir karakter olmasıyla ön plana çıkan Tao (William Gao) ile birlikte yine 2. sezonun yeni gelişmelerinden biri olarak aralarında filizlenen “friends with benefits” ilişkisiyle birlikte hem birbirlerini hem kendilerini hem de arkadaşlık – aşk ilişkilerini keşfetmeye ve geliştirmeye adım atıyorlar. Bu ilişki gelişiminde Tao’nun 1. sezonda görmediğimiz bir yanına daha şahit oluyoruz; küçük yaşında yaşadığı bir kayıp sebebiyle arkadaşlıklarında ve romantik ilişkilerinde yaşadığı kaybetme korkusuyla büründüğü kıskanç ve sahiplenici kişiliğinin alt sebeplerine iniyoruz ve daha bağ kurabileceğimiz bir karakter haline geliyor.
Diziyi parlatan onca şeyin yanında bir de Olivia Colman gibi bir duayeni Nick karakterinin annesi olan Sarah Nelson karakterinde izlemek seyir zevkini inanılmaz bir derecede arttırıyor ve oğlunu olduğu gibi kabul edip seven ve destekleyen bir anne rolünde olması izleyicinin içini sımsıcak yapıyor. Dizinin en güzel detaylarından biri kesinlikle Olivia Colman.
Bir Comfortzone Dizisi
Değinilen ve dert edinilen bu derin olmasına karşın bam teli gibi çok ince konuların tabiri caizse yara beresiz ve pot kırmadan işlenmesi yeni ergenliğe girmiş, benliğini yeni yeni keşfetmeye hazırlanan özellikle küçük yaştaki izleyiciler için neredeyse hayati bir önem taşıdığı bir gerçek. İçinde bulundukları durumlara çok benzer şeyleri böylesine incitmeden ve bir bakımıyla öğretici, iyileştirici yanlarıyla göstermesi; aile içinde destek görme şansı olmayan insanların da kendilerini yanlarında ailesi gibi hissedebildiği arkadaşlıklar kurabileceğini, kendi güvenli alanını kendi yaratabileceğini ve dayanışmayla, destekle bir arada kalarak sevgi, saygı ve güven dolu bir alan inşaa edilebileceğini göstermesi sebeplerinden ötürü izleyicinin Heartstopper‘ı bir comfortzone ve “iyi hissetme” dizisi olarak tanımlamasına hak vermemek imkansız.
Heartstopper‘ı Heartstopper yapan en özel yanlardan biri de kullanılan teknikler, görüntü yönetmenliği, oyuncu casting’i, değinilen ve işlenen çok önemli ve değerli konuların yanı sıra özenle seçildiğini her sahnede hissettiren müzikleri! Dizinin ruhuyla tamamen örtüşen, kullanılan sahnelerin duygusunu izleyiciye geçirmekte çok önemli olan bu soundtrack kesinlikle her bir parçasıyla diziyi özgün yapan en önemli parçalardan.
Dizinin Eksi Yanları
Kısmen kusur olarak adlandırabileceğimiz yanları da yok değil elbette. Bu yanlardan en göze batanı kesinlikle dizideki karakterlerin çok karikatürize edilerek işlenmesi denilebilir. Isaac karakterinin bir kitapkurdu olduğunu belli etmek için onu olur olmadık her sahnede kitaba gömülmüş olarak görmek gibi ya da Tara ve Darcy çiftinin dünya üzerindeki tek sıfatları lezbiyen olmalarıymış gibi başka hiçbir yanlarına değinmeden yüzeysel işlemeleri maalesef ki karakterlerle izleyicinin arasına kalın duvarlar örülmesine sebep oluyor ve bağ kurmak zorlaşıyor. Karakterleri sadece tek bir özellikleriyle işlemek dizinin en temel kusuru ve kesinlikle belli bir yaş üstü izleyiciyi tatmin etmeyecek seviyede.
Aynı yüzeysellik maalesef ki repliklerde de kendisini gösteriyor. Bu kusurlar da dizi ne kadar sevilse de onun muhteşemlik noktasına konulmasının önünde haklı ve çok yeterli kusurlar oluyor.
Son Olarak
Heartstopper‘a uygulanan sansürü ise anlayabilmek ne yazık ki imkansız çünkü özellikle küçük yaştaki insanlara yardımcı olabilecek özelliklere sahip olmasıyla onlara hitap edecek bir dizinin özellikle o yaş kitlesine karşı yasaklanması çok üzücü bir durum ve anlaşılabilir bir durum değil.
Her şeyiyle bu yeni sezonunda Heartstopper, vaat ettiği her şeyi kısa süresine rağmen izleyiciye sunabiliyor ve iyi zaman geçirterek ekran başından tatmin olmuş bir şekilde kalkmamıza sebep oluyor. Dizi, kapsayıcı, iyileştirici, özel ve kesinlikle izlenmeye değer yeni sezonuyla, şimdi Netflix’te izleyici için hazır!
Yorumlar