M. Night Shyamalan’ın hepimiz severiz. Sinemaya, özellikle de korku sinemasına ciddi katkıları var. Son zamanlarda tabii eski formunda değil bunu kabul etmek gerek. Robot Chicken zamanında dalga geçilen o çılgın twistleri artık olmasa da hala enteresan konuların yönetmeni olmaya devam ediyor. Her filminde yeni şeyler denemekten de çekinmiyor. Old, kendisinin filmografisine baktığımızda zayıf bir film olarak kalsa da filmi kendi içerisinde değerlendirdiğimizde o kadar da kötü bir film olmadığını söyleyebilirim. Her şey aslında beklentilerinize bağlı.
Kısaca konusuna değinelim… Guy ve Prisca, ayrılmadan önce çocuklarıyla iyi vakit geçirmek adına internetten buldukları bir otele tatile gelirler. Otel müdürü, ailenin enerjisinden etkilendiği için onlara gizli bir plajdan bahseder. Aile, plaja doğru tam yola çıkacakken bu gizli kaçamağa başka ailelerin de dahil olduğunu öğrenir. Plaj aynen bahsedildiği gibi güzeldir. Aileler güzel vakit geçirmektedir. Ta ki 6 yaşındaki Trent bir anda 11 yaşında görünmeye başlayana kadar.
Sandcastle adlı romandan uyarlanan Old’un konusu fena değil. Bir grup insan her saat 2 yıl birden yaşlanacak. Fikirde hoşuma giden şey, hastalıkların ve ileride çıkacak sorunların aslında DNA’mıza işlenmiş olduğu gerçeğini göstermesi. Zaman geçtikte ve karakterler yaşlandıkça hastalıkları da ortaya çıkıyor. Bu hastalıklar da filmin gidişatına yön veriyor. Aynı zamanda zamanın hızlı akmasından ötürü oluşan yaraların anında kaynaması fikri de gerçekten enteresandı. Abbey Lee’nin kolunu birçok defa kırdığı sahne bana göre oldukça yaratıcıydı. Filmin belki de en iyi bölümüydü.
Zamanın hızlı akmasından dolayı oluşan fast forward edilmiş ömür fikrini sevdim. Tüm filmi de merakla izlediğimi söyleyebilirim lakin filmdeki asıl sorun, yaşananların genel itibariyle havada kalması. Bir kitap olarak belki de oldukça çekici olabilecek olan fikir, filme döndüğü zaman gücünü kaybetmiş gibi. Korku veya gerilim unsuru oldukça zayıf. Merak uyandırıcı evet fakat sonuç o kadar da lezzetli değil. Normalde etik tartışmalar açan filmleri severim. Sonuçta sahte otel müdürümüz toplamda 730 insan öldürmüş olabilir ama amacı milyonlarca insanı kurtaracak bir ilaç üretmek. Burada kim haklı konusunu da tabii ki size bırakıyorum. Deney kısmı aslında filmin twisti. Fakat bu twist, belki de insan yararına olduğu için çok sevemedik. Sonuçta Shyamalan’ın filmlerindeki twistler genelde kötü sonuçlara açılır.
M. Night Shyamalan‘ın da gözcü ve şöför olarak arzı endam ettiği filmin kadrosu bu kadar güçlü olmasa belki de filme ait enerjim bu kadar yüksek olmazdı. Thomasin McKenzie, Eliza Scanlen ve tabii ki Abbey Lee’yi film boyunca izlemek keyif verdi. Oyunculukla beraber yönetmenlik de ilgi çekici, biraz da deneysel. Yönetmen, zamanda geçişleri kamerayı döndürerek yapmayı tercih etmiş ki bu tercihi filme gizem katmamış değil. Yer yer çok zorlama çekimler sunsa da hikayenin akmasını sağlayan yegane unsurlardan biri de tabii ki Shyamalan. Bu tarz ultra absürd durumlarda diyaloglar benim için çok önemlidir. Film, bu konuda yeteri kadar mantıklı kalmayı başararak filmden kopmaması sağladı diyebilirim.
Sözün özü… Old, fena olmayan bir fikri doğru bir şekilde işlemiş olsa da sonuç maalesef o kadar da etkileyici değil. Okurken çok çekici olabilecek olan Old, filme dönüşünce gizemini ve korkusunu kaybetmiş. Bazı fikirler, kulağa hoş gelse de maalesef perdeye yansıdığı zaman o kadar da güçlü durmuyorlar. Old da maalesef iyi bir fikir olmasına rağmen sonuç çoğu insanı tatmin etmeyecek cinsten. Keyifle izlenir, etkileyici sahneleri yok değil ama film bittiğinde bir daha izleme ihtiyacı duyar mısınız? Ondan emin değilim işte.
Yorumlar