0

Hayao Miyazaki. Son uzun metrajlı filmi The Wind Rises’ı çıkarmasından yaklaşık 10 sene geçti. Bu süreç zarfından beri emekli olacağını dile getirse bile buna hiçbir zaman inanmadım. Biliyordum ki Princess Mononoke’den beri emekli olacağını dile getirmeyi kendisine bir huy haline getiren birisiydi Miyazaki. Şaşırtmadı. Son bir defa masasının başına oturdu ve 60 kişinin elle çizdiği The Boy and the Heron ile yeniden bizlerle buluştu.

Ehil yönetmen Miyazaki, bu sefer kendi torununa ithaf ettiği otobiyografik esintiler taşıyan fantastik bir filmle bizi ağırladı. Bu tür kışkırtıcı özellikleri bulunan The Boy and the Heron’un Filmekimi seçkisi içerisinde kendisine çok özel bir yer bulduğuna inanıyorum. Gelin, sizinle beraber The Boy and the Heron’un dünyasını inceleyelim.

The Boy and the Heron Film İncelemesi.

Bir Avuç Kül Oluverdim

Keskin bir açılışla bizi ağırlayan The Boy and the Heron savaşın verdiği acımasız girdabın içinden bir aileyi konu alıyor. II. Dünya Savaşı’nın korkunç yıkıcılığıyla beyazperde aydınlanmaya başlıyor. Yavaş yavaş ölüm korkusunun verdiği yılgıyla alevlerin boğaz yakan dumanı iç içe geçmiş bir şekilde selamlıyor bizi The Boy and the Heron. Ölüm sessizliği ve odak bu perdede o kadar yükseliyor ki boğazınızın düğümlenmemesi elde değil. Bir animasyondan görülebilecek en yüksek çıkışı daha ilk sahnesinden bize gösteriyor. Ana karakterimiz Mahito’nun ilk sahneden adeta ölüme koşması ise bize filmin başından ne kadar güçlü ve yürekli olduğunun sinyallerini veriyor.

Filmin ilerleyen dakikalarında anlatı zaman sıçramasıyla bizi 2 yıl sonrasına bir sahil kasabasına götürüyor. Burada bizi daha sonradan Mahito’nun teyzesi olduğunu öğrendiğimiz Natsuko’yla tanıştırıyor. Babasının teyzesiyle birlikteliği bizi freudyen sularda dolandırıyor. Miyazaki’nin daha önceden bu tarz bir bakış açısı kullanmaması filmin bir son yapıt olacağına beni yeteri kadar inandırmayı başardı.

Düzgün Bir Hayat

Hislerimizi dinlememiz gereken bu anlatıda hayatın temel taşlarını bize aşırıya kaçmadan alegorik bir anlatımla sunuyor. Animasyonundan kullandığı müziğe kadar her şeyin ahenk içinde olduğu bu filmde hayatın tek gerçek iki parçasını yani yaşam ve ölümü her bir sekansta ustalık derecesinde işlemiş. Bu gerçekliğin içinden ölüme engel olma yani reddetme temasını; Natsuko’nun alternatif evrende Mahito’nun onu kurtarmaya çalışması,  pelikanların alternatif evrende insan tohumlarına saldırdığı sırada Himi’nin insan tohumlarını koruduğu gibi sahnelerde görebiliyoruz.

Reddetme temasını sadece ölüme engel olma olarak yorumlamayan Miyazaki hayatın gerçekliğine karşı direnen Mahito’nun büyük amcası üzerinden de anlatmak istemiş. Büyük amcası kendi alternatif evreninde dengeyi sağlayan ilahi bir formdayken doğup büyüdüğü evrendeki gerçeklikle bağını koparmış yalnız bir insan olarak çizilmiş.

Bunların dışında Miyazaki yarattığı karakterin gelişimine çok önem sarf etmiş. Mahito’nun annesinin ölümü üzerine yaşadığı bunalımlar, balıkçıl üzerinden anlatılmış. Miyazaki kurguladığı cesur ve yansıttığı kuvvetli yaklaşım ile Mahito’nun kendine zarar vermesini bizlere olgun bir karakter olmadığının göstergesi olarak sunuyor. Karakter tabiri caizse çarpık bir hayat yaşadığının emsali olmuş. Film boyunca yaşadığı deneyimler karakterimizi büyük amcasının işgal ettiği ilahi denge görevini alabilecek kadar düzgün bir hayata eviriyor. Bu şekilde Mahito karakter gelişimini gözle görülür bir şekilde tamamlıyor.

Son olarak Miyazaki’nin yakın dönem eserlerinden hiçbirine benzemeyen The Boy and the Heron bize alternatif evrenin külliyen yıkılması sonucunda yakın dönem eserleri arasındaki en büyük farkını ortaya koyuyor. Daha önceden kullandığı büyü ve sihir kavramlarını bir kenara bırakmak yerine bunu yapması ondan tamamen kurtulduğunun bir işareti. Buradaki alternatif evrenin içinde bulundurduğu doğaüstü unsurlarla birlikte çökmesi çok basit bir alegori aslında: ‘’Dükkanım bundan sonra kapalıdır, kalanlara selam olsun!’’

Kartaca Yıkıldı

Velhasıl kelam yaşattığı eşsiz hissiyatı ve inanılmaz görsel şöleni, Joe Hisaishi’nin müziği ve 60 kişilik çizer ekibiyle Miyazaki tutku dolu bir eser bırakıyor. Tamam, görsel anlamda daha gelişmiş bir Ghibli filmi olmasına rağmen geleneksel çizimlerden kurtulmayı başaramayan da bir eser. Geleneğe bağlı kalması ise çocuksu bir masumiyetle ele aldığı The Boy and the Heron’un her karesiyle bir sanat eseri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Yaşamın içinden ve gerçekliğin fantastik yansıması olan bu  film anlamak yerine hislerimizle izleyeceğimiz bir türden. Bu konuda tatlı karakterleriyle ölüm, yaşam ve değişim konularını yeteri kadar hissettirdiği kanaatindeyim. Bütün bunların yanısıra muhteşem bir karakter gelişimiyle organik bir film çıkarttığını söylemekte yanlış olmaz Miyazaki‘nin. Kısacası, The Boy and the Heron ile Miyazaki, Ghibli’nin büyülü dünyasına nur topu gibi bir film hediye ediyor. Ben filmden çok memnun kaldım umarım siz de benimle aynı hissiyatı yakalarsınız.

Ömer Faruk Edremit‘in diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Bizi TwitterInstagramDiscord ve Letterboxd aracılığıyla takip edebilirsiniz.

İllüzyonun Rengi: Perfect Blue

Giyotinden Önce Kırbaç Vardı: Castlevania: Nocturne

9

Ömer Faruk Edremit

Göçmen Hikayelerine Farklı Bir Bakış: Fremont

Previous article

Cadılar Bayramı Havasını Buram Buram Hissedeceğiniz 10 Oyun!

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply