Salona Girmeden Önce
Oppenheimer şüphesiz bu yılın en merakla beklenen filmlerinden biri. İzleyicileri dünyayı kurtarmak için onu yok etme riskini almak zorunda kalan esrarengiz adamın heyecan dolu paradoksuna iten ve yine IMAX® ile çekilmiş bir Christopher Nolan filmi.
Christopher Nolan, her filmini heyecanla beklediğim ve bütün filmografisini gördüğüm yaşayan en büyük yönetmenlerden biri. David Fincher, Martin Scorsese, Denis Villeneuve, Ridley Scott ve Michael Mann gibi usta yönetmenlerin yeni filmlerinin geleceği ve hepsinin birlikte yarışacağı 2023 sinema yılının ilk meyvelerinden olan Oppenheimer, 21 Temmuz itibariyle sinemalardaki yerini alıyor.
Türkiye’nin en iyi IMAX salonu olarak gördüğüm Akasya Acıbadem’de, basın gösteriminde izlediğim Oppenheimer’ı gelin birlikte inceleyelim.
Objektif ve Subjektif Birbirinden Farklı İki Anlatım Tarzı
Birkaç yıl önce şunu Nolan için şunu demiştim:
Bazı yönetmenler vardır; her çekeceği filmi bir sonraki filmi için bir merdiven olarak kullanır. Bir önceki filmde deneyimlediği şeyler aslında şu an izliyor olduğunuz filmden daha da iyi filmler geleceğinin, yönetmenin kendisinin şimdiki en iyi filmi olmadığının kanıtıdır.
Nolan, özellikle teknik anlamda yine yapabildiği ve kolayca üzerinden kalkabileceği en iyi işi yapmaya devam ediyor. Her filmiyle sinemanın olanaklarını ve teknolojilerini geliştirip bir sonraki projesini bambaşka bir şeye dönüştürüyor. 40 yıllık Dev IMAX kamerası insanların yüzlerine hiç bu kadar yakın olmamışken Robert Oppenheimer’ın karakteri, vicdani paradoksu ve hisleriyle sizi yüz yüze bırakıyor. Empati, ardından gelen kaygılar ve korkular. Hepsi bir arada. İnsan psikolojisine yeni ve devasa bir bakış.
Bir biyografiyi, objektif ve subjektif iki farklı düşüncede kendi stilinde anlatmayı ve onu yüceltmeyi başarıyor. Daha film başladığı anda sizi yıkıcı bir deneyimin içine atıyor. Oppenheimer’ı tüylerim diken diken izledim.
Oppenheimer’ın bakış açısından anlatılan, zaman zaman iç dünyasını sembolik olarak ifade eden kışkırtıcı, gerçek üstü görüntü kesitlerinin yer aldığı sahneleri renkli olmasını tercih ediyor. Robert Downey J.R.’ın canlandırdığı Strauss’un merkezde olduğu sahnelerin ise siyah beyaz. Renkli sahneleri 1. tekil şahısın gözünden yazmayı tercih eden Nolan şunları söylüyor;
”Garip bir tercih. Ama senaryoyu okuyan herkese izleyicinin bu yolculukta Oppenheimer’la birlikte olduğunu açıkça belirtmiş. Omzunun üstünden bakıyoruz, kafasının içindeyiz. Her yere onunla birlikte gidiyoruz.”
Bu doğru. Durum tam olarak böyle. Nolan buna benzer bir şeyi çoğumuz tarafından da çok sevilen Inception’da dolaylı yoldan da olsa yaptı. Durum yıllar sonra göz önüne çıksa bile. Michael Caine’in olduğu sahnelerin hepsi gerçek, onun olmadığı sahneler ise çoğunlukla bir rüyaydı. Bu da filmin finaline yeni bir bakış açısı katıyordu.
Yeni Uç Nokta
Yıllardır revaçta olan biyografi filmlerinde yeni bir uç noktanın eşiğindeyiz. Kubrick gibi her seferinde farklı türde filmler yapmaya özen gösteren Christopher Nolan, araştırmacı ve geliştirici yönlerini yeniden sinemaya adıyor. Bir yönetmenin kişilik özellikleri filme yansıdıkça film, seyirci için de çok başka bir deneyime dönüşüyor. Nolan, azimli gayretleri, ahlakı ve gururu konu alan, sıra dışı insanlar hakkında epik bir hikaye anlatıyor.
Kai Bird ve Martin J. Sherwin’in yazdığı Pulitzer ödüllü kitap American Prometheus’tan ilham alan Oppenheimer, atom bombasının babası J. Robert Oppenheimer’ın hayatını ve mirasını anlatıyor.
“Şimdi ben, ölüm oldum. Dünyaların yok edicisi.”
Geçmiş ve gelecek, şimdi ve sonra. Zamanın ve birbirine paralel onlarca sekansın içinde Oppenheimer gibi bir dahinin kaosla harmanlanmış zihninde bir yolculukta gibiyiz. Nolan, hikayesini kuruyor, kuruyor ve tekrar kuruyor. Hiç bitmeyecekmiş, sonu asla görmeyecekmişsiniz gibi. Bu da filmin süresini 3 saate kadar çıkarıyor. Yer yer yorucu bir deneyime dönüşebiliyor lakin hala filmin içindeyseniz sinematik tatminin sınırlarını yaşıyorsunuz. Interstellar’dan bu yana Nolan’ın en iyi ve en olgun filmiyle karşı karşıyayız. Artık yaşlandığının ve gerçek hikayeleri sinemaya aktarma üzerindeki gayretinin son bulmayacağının garantisini veriyor ve bizleri yeni kendisine hazırlıyor.
Oppenheimer izledikten sonraki güncel Christopher Nolan filmografisi sıralamam;
The Dark Knight | 2008 |
Inception | 2010 |
Oppenheimer | 2023 |
Interstellar | 2014 |
Prestige | 2006 |
Memento | 2000 |
Dunkirk | 2017 |
Tenet | 2020 |
Batman Begins | 2005 |
Following | 1998 |
The Dark Knight Rises | 2012 |
Insomnia | 2002 |
Büyük Patlama ve Sinematografi
Oppenheimer; Interstellar, Tenet ve Oscar adaylığı aldığı Dunkirk, sinematograf Hoyte van Hoytema ve Christopher Nolan’ın birlikte çalıştığı dördüncü film. Hoytema şunları söylüyor;
”Oppenheimer’daki en büyük zorluk Chris’le yaptığım diğer işlerden çok farklı olması. Interstellar, Dunkirk ve Tenet’te bir eylem vurgusu var. Oppenheimer ise daha çok bir psikolojik gerilim gibi. Karakterlerin yüzlerine yansıyor.”
Sadece Panavision 65mm ve IMAX 65mm kameralar ile çekilmiş Oppenheimer’da, netlik sağlanmak isteniyor. Nolan; izleyicinin tamamen hikayeye girmesine ve onlarla konuştuğu gerçekliği yaratmasına da olanak sağladığı düşünüyor. Ve bu planların hepsi filmde gerçekten doğru biçimde işliyor. Bir önceki paragrafta da belirttiğim gibi karakterlerle yüz yüze kalıyor ve kaygıların içinde boğulduğunuzu hissediyorsunuz.
Dedikodunun ve saçmalığın aksine Nolan, Oppenheimer için gerçekten bir atom bombası patlatmıyor. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan ve binlerce insanın ölümüne yol açan sahneyi de filmine koymayarak doğru bir tercih yapıyor. Test sahnesine gelecek olursak, ben beklediğimi aldım diyebilirim. Gergin bir ortam, orada bulunanların yaşadıkları hissediliyor, ardından büyük bir sessizlik. Doğru bir tercih. Ama filmin en ikonik anı bu değil. Olmamalı da.
Bilime Sadık Kalmak
Filmde Cillian Murphy ve Robert Downey J.R. kadar başarılı bir performans sunan Benny Safdie şunları söylüyor;
”Film bilime çok sadık kaldı ama aynı zamanda bilim adamlarına da öyle. Her biri karmaşık kişilikleri ve olağanüstü başarıları olan çok önemli karakterler.”
Bilim insanları, bilim üzerine çalışır. Geleceğe ve ondan sonra geleceklere katkıda bulunmak isterler. Binlerce hatta milyonlarca insanın üzerinde kararlar verenler ise devletlerdir. Filmin objektif ve subjektif anlatım tarzındaki tercih de bu durumu destekler ve Oppenheimer’ın nasıl biri olduğuna sizin karar vermenizi isteyerek biyografi filmlerinin tekdüze anlatımlarına göre başka bir deneyim sunar.
Ludwig Göransson’ın Besteleri Oppenheımer’ı Yüceltir
Bütün halde muhteşem bir filmi parça parça yazmak gerçekten çok zor. Ama her paragrafta da yazıyı birleştirici ve bütün halde tutmaya çalışıyorum. Oppenheimer için Göransson’ın müzikleri karakterlerin ve sahnelerin, Nolan’ın ve Hoytema’nın yarattığı atmosfer ile birebir iletişim içinde. Bu film gerçek bir hikayeden uyarlama ve duyguları da gerçek.
Oppenheimer’ın görsel dünyasına eşlik eden duygusal bir dünya inşa ediliyor. Karakterlerin duygusal ikilemlerine ve yüzleşmek zorunda bırakıldıkları durumlarla etkileşim içine sokuluyor. Nolan’ın Göransson’a başlangıç noktası olarak müziğin temelinde keman olmasını istemesi ise çok doğru bir tercih olmuş.
”Ahengi çok ince ve tamamen oyuncunun rolüne ve duygusuna bağlı. Bir an çok güzel olabilirken hemen sonra bir anda korkutucu ya da acı dolu olabiliyor. Yani bence müzikte Robert Oppenheimer’ın duygusuna ve zekasına uyan bir gerilim var.”
Müzikler filmin atmosferi için çok önemli. Ve bir müziğin yerini başka bir sahneye koyup öyle izlediğimizde filmdeki etkisinin nasıl gidebileceğinin de farkında olmak gerek. Filmin eleştirilmemesi gereken en önemli noktası da bu. Müzik çok iyi ve film ile birebir iletişim içinde.
Daha Fazla Uzatmadan
2023 yılının şu ana kadar gördüğüm filmler arasından şüphesiz en iyisi Oppenheimer. Ve bu filmin ölçeğinde bu yıl 3 film daha izleyeceğiz. Killers of the Flowers Moon, Dune: Part 2 ve Napoleon.
Christopher Nolan, bir kez daha oyuncuların, hikayesinin, karakterlerin büyüsüne güvenerek bambaşka bir filme imza atıyor. Ludwig Göransson’ın müzikleri filmin amacına ve insan psikolojisine birebir hizmet ediyor. Ve Hoyte van Hoytema’nın eşsiz görüntüleri, Nolan ile IMAX kamerasını direkt yüzlere konumlandırması Oppenheimer’ı bambaşka bir deneyime dönüştürüyor. Ne olursa olsun ses sistemi ve görüntüsü iyi muhteşem bir sinemada tadılması gereken bir deneyim. Şiddetle tavsiye.
Okuduğunuz için teşekkürler.
Sinemada görüşmek üzere.
[ays_survey id=”6″]
Umut Tiryaki’nin bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
İmkansızı Mümkün Kılmak: Mission: Impossible – Dead Reckoning Part 1
Yorumlar