0

Joon-Ho Bong, yıllar geçtikçe hayatımıza daha sıkı bir şekilde girmeye başladı. Önce Snowpiercer ardından Okja ile adından söz ettiren yönetmen, son filmi Parasite ile 2019 Cannes film festivalinde en iyi film ödülünü almayı başardı. Kore sineması her daim güçlü bir sinemaydı fakat Parasite’ın diğerlerinden farklı bir noktası var; neredeyse 10 yıl sonra tamamı Kore yapımı olan ilk film özelliğini taşıyor. Bunu, Kore sinemasının yükselişinin ve kalitesinin de bir göstergesi olarak da görebiliriz.

Kısaca konusuna değinelim… Kim Ki-taek ve ailesi bodrum katındaki evlerinde promosyon kovalarken şans yüzlerine güler ve oğlanları, zengin bir ailenin evinde aile kızına İngilizce öğretme fırsatını yakalar. Yakalar demek biraz yanlış olabilir çünkü aile olmayan gerçekleri var gibi göstererek bu zengin ama saf aileyi kandırmayı başarır. Evin durumunu ve annenin saflığını fark eden oğlan, zamanla ailesini yine bir takım numaralarla eve, bir bir çalışan olarak sokmaya çalışır.

Film, ismini sonuna kadar hak eden nadir filmlerden biri. Filmi izledikten sonra ismi düşündüğümde tebessüm ettim. Parazit gibi eve sırayla yerleşmeye çalışan ailenin muhteşem tiyatrosunu izlediğimiz film son dakikasına kadar heyecanını ve gerilimini korumayı başarıyor. Kore sinemasının filmleri her daim aksiyonu bol tutmayı başarır ama senaryo son yıllarda izlediğim en akıcı hikayelerden birini sunuyor. Ailenin evi ele geçirme çabası, kendi içinde planlar yapmaları, senaryo kurup evde tiyatro oynamaları seyirciye ne kadar gözü kara olduklarını ve bir o kadar manyak olduklarını fazlasıyla veriyor. En azından bana geçti.

Filmin çıkış noktalarından biri de yönetmenin deyişine göre bir evde gördüğü 2 bin dolar değerindeki çöp kutusu. Aradaki sınıfsal uçurumu göstermeye çalışan yönetmen alt tabaka insanlarının ne kadar zeki olabileceğini de ortaya koyuyor. Zorluklar içerisinde yaşayan insanların kafalarının ne kadar renkli çalışabileceğini gördüğümüz filmde gurur ve onur meselesine de değiniliyor. Sınıfsal farklılığın düşünce yapısının da farklı olacağını, olası durumlarda ne kadar farklı hareket edilebileceği de senaryoda büyük yer tutuyor. Gurur, onur ve önceliklerin sınıflara göre nasıl fark yaratabileceği; güvende yaşayanın düşünceleri ile her an tetikte olmak zorunda olanların düşünceleri arasındaki o kalın çizgi film boyunca karşımıza çıkıyor. Final kısmını ne kadar beğenmesem de sınıfsal farklılık üzerinden yaklaşıldığında, yaşananlar akla ve mantığa sığıyor. Sadece filmin geldiği noktada daha farklı bir final olmasını dilemiştim. Yoksa yukarıda bahsettiğim gibi sınıfsal farklılığın düşünce yapısına etkisi ve durumlara göre farklılık göstermesi iyi bir şekilde işlenmiş.

Parasite’ın Cannes’da en iyi film seçilmesi benim açımdan biraz ilginç oldu. Sebebi ise Cannes jürilerinin yıllara göre değişimi. Son 3 yıla baktığımızda Cannes’ı kazanan filmlerin hepsi, oldukça kurmaca bir yapıya sahipler. Parasite, gerçekçi bir yapıya sahip değil. Hatta Amerikan filmlerine yakın bir kurmaca yapısı var. Ondan önceki yıllarda kazanan Shoplifters ve The Square de aynı şekilde oldukça kurmaca yapılara sahiplerdi. 2017 öncesi kazanan I, Daniel Blake, Deephan, Kış Uykusu ve Blue is the Warmest Colour gibi filmlere baktığımızda Cannes’ın en iyi filmlerinde inanılmaz bir değişim var. Sanki sokaktan ayrılıp daha kurmaca bir gerçekçiliğe doğru yönelmiş gibiler. Parasite’ı oldukça beğendiğimi söylemekle beraber filmin fazlasıyla kurmaca olması, buna rağmen Altın Palmiye alması beni pek bir şaşırttı.

Sözün özü… Parasite, adını sonuna kadar hak eden, son dakikasına kadar heyecanını ve gerilimini koruyan; tam ne olacak derken yeni aksiyonlar çıkarmayı başaran oldukça başarılı bir film. Kore sinemasının uzun yıllar sonra tamamen kendi imkanları ile çektiği filmin Cannes’da Altın Palmiye alması da büyük bir olay aslında. Uzun süredir ödülünü -bana göre- bu kadar hak eden bir film izlememiştim. Burada karmaşıklığı önlemek için not düşeyim. Cannes jürisinin en iyi seçmesi şaşırtıcı fakat benim açımdan gerçekten de ödülü hak eden bir film. Kurmaca yapısının verdiği enerjisiyle film bence seyircisini üzmez, sinemadan mutlu ayrılmasını sağlar. Ki bu da güzel bir şey.

arakatmag

Hayat Acımasızdır: Dolor Y Gloria

Previous article

Canavar Ceketin Hikayesi: Jojo Rabbit

Next article

You may also like

Comments

Leave a reply