1995 yılında vizyona giren ve 96 yılında “en iyi film” ile “en iyi yönetmen” Oscar’ını alan Braveheart, Mel Gibson’ın hem yönetmenliği hem de muhteşem William Wallace oyunculuğu ile sinema tarihine altın harflerle yazılmıştı. İskoç kahramanı olan William Wallace, İngiliz Kralı Uzun Bacak Edward’a isyan etmiş ve büyük bir savaş başlatarak, arkasında İskoç ordusu ile önemli bir zafer kazanmıştı. Mel Gibson’ın çift kılıçlı dövüşleri, muhteşem konuşması, fakir bir çiftçi oluşu ve daha fazlasıyla Braveheart tam bir Hollywood sinemasıydı. Tamam, Hollywood gerçekleri çarptırmayı seviyor ama Mel Gibson sanırım bunu biraz fazla yapmıştı. Hadi biraz İskoç tarihine dalalım:
William Wallace, aslında Falkirk muharebesinin komutanı değildi. Esas komutan, Andrew adında bir şövalyeydi. Fakat kendisi savaşta öldüğü için İskoç koruyuculuğu William Wallace’a kalmıştı. Hakkını yemeyelim; ülkesi için çılgınlar gibi savaşmış. Ama bunu çift kılıçla yapan kaslı ve yakışıklı bir adam değilmiş. Savaş sonrası uzun bacak pes etmeyip yepyeni bir ordu toparlamış ve İskoç ordusuna gene saldırmış. Sayı farkından ötürü İngiliz ordusu İskoçları bertaraf etmiş; Wallace kaçmak zorunda kalmıştı. Kaçınca, İskoç koruyuculuğu ünvanı da elinden alınmıştı. Wallace, İngilizlere karşı mücadelesini her koşulda vermeye hazırken öldürücü darbeyi kendi içinden aldı. İskoç soyluları tarafından satılan William Wallace, kral Edward’a teslim edilmişti. Böylece İskoçya da İngilizlere boyun eğmiş oldu. Outlaw King ise tam olarak burada başlıyor. Wallace’ın teslim edilmesi ve İskoçların boyun eğmesi…
Braveheart filminde, Falkirk savaşında ihanet ettiği iddia edilen Robert the Bruce, filmimizin başrolü. Bu arada kaynaklara göre bir ihanet söz konusu değil… Chris Pine tarafından canlandırılan Robert the Bruce, İskoçların teslim olduğu ordunun bir askeridir. William Wallace, Edward tarafından öldürülür ve cesedi dörde bölünerek ülkeye dağıtılır. İngilizlerin zulmünden ve baskılarından sıkılan Bruce, William Wallace’ın da kopmuş bedeninden birini görünce baş kaldırmaya karar verir ve Wallace’ın yapamadığını yapmak için yola çıkar. Güçlükle toparladığı ordusu ile Edward’ın karşısına çıkan Bruce, 2 gün süren Bannockburn muharebesinden galip ayrılır ve Edward’ın askerlerinin kaçtığına şahit olur. Bu kaçış o kadar önemlidir ki İskoçya’da şarkılara konu olmuştur. Braveheart bize, İskoçya’yı bağımsızlığa kavuşturanın William Wallace olduğunu gösterse de asıl Outlaw King, Robert the Bruce’dur.
Tabii biz bu bilgilerin çoğunu, ilk olarak 1440-1492 yılları arası yaşamış Kör Harry adından bir şairden öğreniyoruz. William Wallace’dan ilk bahseden kişi Kör Harry’dir hatta. Fakat zamanla yapılan araştırmalar, yazdıklarında ne kadar doğrular olsa da yanlışların da olduğunu ortaya çıkardı. Zaten Kör Harry, Wallace’dan bahsettiği şiiri sırf barış istemediği, İngilizler ile İskoçlar arasında nifak tohumu ekmek için yazmıştı. Yanlı olması muhtemel.
En son Hell or high Water ile tanıdığımız David Mckenzie’nin yönettiği Outlaw King, son yıllardaki Orta Çağ filmi kıtlığını iyi bir şekilde dolduran, sıcakta içilen soğuk su gibi bir film. Florence Pugh gibi yükselen bir yıldızın da kadrosunda yer aldığı filmde, Douglas’ı canlandıran Aaron Taylor-Johnson dışında üst düzey bir oyunculuk yok. Douglas da ne Douglas ama. Viking delisi gibi… Özetle: Bir Mel Gibson kahramanlığı filmde mevcut değil.
Fakat film, özellikle akıcılık konusunda kendini hiç sıkmadan izlettiren, savaş sahneleri ile ekrana kitleyen bir yapıya sahip. Artısı senaryosunda. Özellikle Bannockburn savaşındaki çekimlerin üst düzey olduğu film, aranan o kör dövüşü gibi kılıç savaşlarını fazlasıyla veriyor. Kan, ölüm, çamur, karambol… Her şey filmde mevcut. Vahşet de bir dolu.
Robert the Bruce’un gerçek hikayesinin çok çarpıtılmadan anlatıldığı film, senenin işçilik bakımından en güzel işlerinden biri. Game of Thrones’un meydan muharebesinden bu yana iyi bir kılıç dövüşü izlememiş beni fazlasıyla tatmin etti. Orta Çağ filmlerini seviyor ve tarihe de merakınız varsa, Outlaw King benden size öneri olsun. İzleyin, izlettirin.
Yorumlar