Dünya prömiyerini Cannes Film Festivali‘nde yapan Just the Two of Us Türkiye’de de Filmekimi kapsamında izleyiciyle buluştu. Éric Reinhardt‘ın aynı isimli romanından uyarlanan Fransız yapımı film, Happening/Kürtaj (2021) filminin yönetmeni olarak tanıdığımız Audrey Diwan tarafından senaryolaştırıldı ve Valerié Donzelli tarafından da yönetildi.
İddialı Bir Beklenti Şöleni
Başrollerinde de yine bizi ünlü isimler bekliyor. Benedetta (2021), Revoir Paris (2022) ve Other People’s Children (2022) filmlerinde izlediğimiz Virginie Efira filmde unutulmaz bir başrol oyunculuğu sergilerken, A Summer’s Tale (1996), Laurence Anyways (2012), One Fine Morning (2023) ve yine bu yılki Filmekimi kapsamında incelediğimiz Jeanne du Barry (2023) filmlerinden tanıdığımız yetenekli oyuncu Melvil Poupaud da ona eşlik ediyor.
Fakat bu iki iddialı isme rağmen film kadrosunda görünce izleyiciyi asıl heyecanlandıran ve keyiflendiren detay, Eric Rohmer‘in ünlü The Green Ray (1986) filminden tanıdığımız, izleyen herkesin kalbinde tahtını sarsılmaz bir şekilde kuran Marie Rivière‘yi başrolümüz Blanche’ın annesi rolünde izlemek oldu. Bu iddialı isimlerden dolayı izleyiciyi büyük bir beklentiyle sinema salonuna sokan film, sahiden de izleyiciye kalp ağrısı yaşatacak türden unutulmaz bir hikaye sunuyor.
Filmin izleyiciye deneyimlettiği hislerin ağırlığına ve önemine geçmeden önce belirtilmesi gereken bir başka detay daha var ki o da Virginie Efra‘nın bu filmde çok başarılı bir başrol oyunculuğu sergilemekle kalmayıp aynı zamanda kendi karakterinin ikiz kardeşi rolünü canlandırma görevini de üstlenmesidir. Her iki karakteri aynı anda kusursuz bir şekilde oynayan Efra, bir noktada kariyerine de daima hatırlanacak türden bir yetenek gösterisi sabitlemiş oluyor.
“Gözyaşlarını dahi sevdim, ona döktürdüğüm…”
Klasik bir aşk hikayesinde olacak türden bir tanışma sahnesiyle başlıyor Just the Two of Us. Bir partide, önceden birbirlerine aşina olan bir kadın ve bir erkek, birbirlerinden etkilendiklerini saklamadan çekiliyorlar birbirlerine. Partinin sonunda birlikte geçirdikleri ilk gecede bir şiirden alıntı yapıyor erkek karakter: “Gözyaşlarını dahi sevdim, ona döktürdüğüm…”
Bu alıntı daha ilk duyduğumuz anda ilerde şekillenecek olaylara işaret ettiğinin hissini veriyor izleyiciye adeta. Fakat bu durumu alıntıdaki “sevmek” kelimesini kullanarak ifade etmek çok talihsiz olur. Zira bizi filmin ilerleyen dakikalarında bekleyen olaylar sevmekten çok uzak eylemler oluyor. Psikolojik dram türündeki film, ne yazık ki günlük hayatta çokça denk gelmemize karşın fark etmesi ve uzak durulması zor, ince ve hassas konulara değiniyor. “İkili ilişkilerde bir tarafın diğer tarafı manipüle etmesiyle başlayan sorunlar, aslında ilerde yaşanacak potansiyel tehlikelerin sinyalini kendi içinde barındırır” öğretisiyle ilk adımlarını atıyor film.
İlk Sinyallerin Sahip Olduğu Tehlikeli Potansiyel
Sonrasında psikolojik şiddet evrelerini bir izleyici gözüyle bakarken fark ettirmesine karşın ilişkinin içindeki karakterin algısıyla bakınca fark ettirmez sinsilikte hızlı hızlı tırmanıyor. Sonuç olarak psikolojik şiddetin yanına ileri seviye fiziksel şiddetin de eklenmesiyle gelişen olaylar bize bir harita çiziyor adeta. İlişkinin başında fark edilmeden verilen firelerin, masum görünen manipülatif davranışların ne denli ciddi bir tehlikeye evrilebileceği hakkında bir harita.
Bu sebepten ötürü “ne yazık ki” diyerek başladığımız paragrafı “iyi ki” diyerek bitirmek gerekir ki, böyle bir hikayenin sinema yoluyla izleyiciye ulaşması inanılmaz bir değer barındırıyor içerisinde. Çünkü senaryo, en can alıcı noktalarda, şiddete uğrayan tarafın “bir bahaneye, bir aklanmaya” ihtiyacı olmaksızın haklı olduğuna ve savunulması, kurtarılması gerektiğine çok doğru ve dikkatli bir şekilde parmak basıyor.
Yer yer tetikleyicilik düzeyi artan ve izleyiciyi hassas sahneleriyle zorlayan film, tam da bu sebeple izlenmesi gereken bir hâl alıyor. Sadece kendi hikayesini anlatmayı amaçlamakla kalmıyor, izleyiciye de adeta bir yardım eli uzatıyor. İzleyicinin gözünü açıyor. Bu yönüyle filmin feminist eline minnet duymamak imkansız.
Başladığı andan itibaren, gerçekçiliği ve dikkat çekilmesi gereken konuları işleyiş şekliyle, finalinde olayların vardığı noktayla diyebiliriz ki yönetmen hatasız bir iş çıkarıyor. Filmin senaristi Audrey Diwan yönetmenliğini yaptığı Happening/Kürtaj filmindeki çizgisini bu filmin senaryosuyla taçlandırmış. Yönetmenin ve senaristin bu başarısı oyunculukların kalitesiyle birleşince ortaya birçok noktadan önemli ve dikkate değer bir film çıkartmış. İkili insan ilişkileri üstüne düşünen ve bu konuda kafa yoran her insanın başvurması gereken kült bir eser potansiyeli taşıyan film, feminizm ve insan hakları ile ilgilenen insanlar için de önemli bir yapı taşı niteliğinde.
Şevval Sara‘nın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Yorumlar