Usta kadrosu ve hikayesi ile tüm dikkatleri üzerine çeken Şahsiyet dizisinin ikinci sezonu, seyircisi ile buluştu. Hakan Günday‘ın kaleme aldığı, Onur Saylak‘ın yönettiği dizi 2018’de yayınlanan ilk sezonun ardından izleyicilerin de yoğun isteği üzerine ekranlara geri döndü.
Usta oyuncuların göz dolduran performansları ve Onur Saylak‘ın başarılı yönetimi ile gündem olması beklenirken ne yazık ki hikaye unsurlarından başlayan ikilikler ve sosyal medyada dönen yoğun tartışmalar gündemde yer aldı. Yazarın her iki sezonda da Agâh Beyoğlu ve ailesinin hikayesini toplumsal sorunların çevresinde anlatması, diziye atılmış en önemli imzalardan biri. Şahsiyet Türkiye ve globaldeki başarısını biraz da bu cesarete borçlu. Öte yandan bu ikilik, alışkın olduğumuz “insanlara zorla izletilmeyen yapımlar hakkında istemeyenlerin izlememesi üzerine tartışmalar” meselesi de değil.
Bana soracak olursanız Şahsiyet ve dolayısıyla Günday‘ın anlatımları özellikle bahsedilen müşküllere aldırış etmeyen, yalanlayan ve hatta bunlardan keyif alan insanlar tarafından özellikle izlenip incelenmeli. Buna değinmeden incelemeye başlamak istemedim çünkü inceleme hikayenin konusundan ziyade yazım kısmında beni rahatsız edenler ve Türkiye’de popülerleşen üretim ve tüketim alışkanlığı ile alakalı olacak. Uyarmak isterim, yazı dizi ile alakalı spoiler içerecektir. Keyifli okumalar.
Çok İyi Bir Fikrim Var
Yerli filmleri ve dizileri izlerken hissettiğim hep şu oluyor; birilerinin aklına çok hoş bir fikir gelmiş (Mesela cenaze arabası ile gezen, derin devlet eskisi bir kötü karakter düşünüyorum.) önce fikri anlatmış etrafındakilere sonra hadi bir şeyler yazalım diyerek hikayeyi işlemeye başlamışlar. Son bölümde yaşananların onda sekizi sanki gidişatta düşünülmüş gibi geliyor bana. Çok iyi bir fikrim var, alzheimer hastası bir emekli katibin geçmişinde göz yumduğu kötülüklerle yüzleşirken bir seri katile dönüşmesi. Peki geri kalan kısımların başı ve sonu nerede?
Bu şekilde başlandığı zaman hikaye yazmaya, ilk bölümde boş zamanlarında DJ’lik yapan çapkın bir gazeteci, serüvenin sonunda idealist duruşu yüzünden katledilen birine dönüşüyor. Otuz saniye önce tanıştığı bir kadına “Hadi bana geçip bir şeyler içelim.” diyebilen bir lümpen yaratıp, 21. yüzyılın Uğur Mumcu’suna evriltmeye çalışıyorlar. Arada bir duvarındaki basın şehitleri fotoğraflarını gösterip “Ben de onlar gibi olmak isterdim.” dediğinde seyirci bunu yer mi? Maalesef yiyor. Ateş Arbay karakteri okullarda incelenmeli bence, karakter gelişimi nedir diye sorulduğunda gösterilip bu değildir denebilir.
“Bir yerli yapıma göre gayet başarılı.” cevabı sinirlerimi bozuyor. Sanki bizim senaristlerimizin, oyuncularımızın, yönetmenlerimizin ve set çalışanlarının bir engeli varmış gibi, Türkiye’deki sinema çalışanlarına topyekûn aptal muamelesi yapmaktır bu. Hayır efendim, yerli bir iş için gayet başarılı değil. Elbette inanılmaz parlayan yönleri var, Bilginer‘in ve Onur Saylak‘ın sanatı muazzam, çok özenildiği ve emek verildiği her halinden belli. Görsellik ve kostüm tasarımı da muhteşem fakat bunların hiçbiri yeterli değil. Dizi çok uzun ve yorucu, hikayenin bütünlüğü çok sık bozuluyor ve takip etmesi güç olan bir görsel şölene dönüşüyor.
Alışılmışın Dışında Olan Tek Şey
“Onu hiç böyle görmediniz.” gibi çok klasik bir magazin terimleri vardır. Klişe cümleler kullanmak istemezdim fakat Erdal Özyağcılar kırk yıllık oyunculuk kariyerinde gerçekten ilk kez böyle bir karaktere hayat veriyor. Yunus, kod adıyla bahsetmek gerekirse Kader, birkaç ufak pürüz dışında anlatımı son derece başarılı bir karakterdi. Erdal Özyağcılar üzerine yapışmış tansiyon hastası aile babası profilinden sıyrılıp korkusuz, acımasız, inatçı Kader’i isminin ağırlığına yakışır bir biçimde canlandırmış.
Kader küçük yaştan bugüne emir komuta zincirinde yaşamış, derin devlet adına insan katleden bir psikopat. Kan ve vahşete olan tepkisizliği ile insanın tüylerini ürperten biri. Özyağcılar‘ın gözlerinden Kader karakteri ile ilgili bilmemiz gereken her şeyi okuyoruz. İlk sezon performansıyla çok konuşulan, Dünya çapında takdir görüp ödül alan Haluk Bilginer‘in karşısında hiç dengeyi bozmamış. İki ustayı karşılıklı oynarken izlemek büyük bir zevkti.
Keşke Şahsiyet‘in devam sezonu yerine Kader ve ekibinin 90’lı yıllarda devlet eliyle işledikleri insanlık suçları, Kader’in yurtdışına kaçmak zorunda kalışı, en yakın dostu ve sevdiği kadın arasındaki formalite evliliği, kardeşinin intikamını almak için Türkiye’ye dönüşü ve senelerdir görmediği insanlar ile yaşadığı çatışmaları izlediğimiz apayrı bir mini dizi çekilseydi.
Şahsiyet’e Yakarışlarım
Elli dakika bir dizi bölümü için çok uzun bir süre olmasa da, düzenlense her bölümün yarım saate kadar düşeceğine inanıyorum. Bakınız sektördeki en büyük sorunlardan biri de bu; tutan işler düzenlenmiyor. Birkaç isim var Türkiye’de, yapacağı işin tutacağından o kadar emin ki yapımcılar en ufak müdahalede bile bulunmuyorlar. Halbuki editörlük bu sektörün en önemli kısımlarından biri.
Örnek vermek gerekirse Gibi dizisinin bölümleri, durum komedisi için bir hayli uzun. Fakat Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi‘nin işi zaten izlenecek deniyor ve herhangi bir düzenleme yapılmıyor. Onur Saylak, Berkun Oya gibi isimlerin işleri de bu şekilde ilerliyor. Şahsiyet II. Fasıl‘ın çoğu bölümünde bunu neden izliyorum dedirten kısımlar mevcut.
Dizi Tarihinin En Büyük Twisti: Sajan
Maymun delirdi de ne oldu? Finale iki bölüm kala Zuhal’in babasına içirdiği ilacın test aşamasında olduğunu ve ilacı test etmek için kullandıkları kobayların saldırganlaştığını öğrendik. Ben izleyici olarak çok tekinsiz bir Agâh izleyeceğimi düşünürken finalde daha akıllıca davranan ve sorunları şiddetle değil akılla çözen birini gördüm. Maymunların günahı neydi? Ayrıca Sajan’ın doktor değil de hademe olduğunu gördüğünde inanılmaz etkilenen, işte yazarlık budur diyen var mıdır çok merak ediyorum.
Ertan (İlker Aksum) ile ilgili çok büyük beklenti içindeydim. “Ben Beyoğlu ailesinin hikayesinde bir figüranım.” gibi iddialı sözler etsin, yedi bölüm boyu eşinin Sajan ile flört edişine tanık olsun, patlamaya hazır bomba gibi ortalıklarda gezsin, en sonunda Zuhal’in önünde diz çöküp sana aşığım desin ve sonsuza dek mutlu yaşasınlar. Ertan’ın öyküsü, Kader öldürse de yarım kalacaktı. Hayatta kalmış, ölmüş arada bir fark yok. Yazık edilmiş bir yan hikaye.
Hikayenin sonunda Agah’ın kızı ile oturup neden onu Kambura’dan uzaklaştırıp yatılı okula gönderdiğini anlattığı kısımda şunu düşündüm, madem biz bunu burada izleyecektik neden dizinin başında “Sen beni çocukken yatılı okula bıraktın ya baba, ben seni bırakmayacağım.” gibi gereksiz bir diyalog geçti? Hem de algısı kapalı dümdüz duvarı izleyen birine söyleniyor bu. Karakterlerin travmalarını kepçeyle ağzımıza sokmak yerine bizim anlamamıza müsade edin artık lütfen. Ayrıca Zuhal’e ne oldu? Ertan ve Deva’ya ne oldu? Bu isimlerin finallerini görmeyecektik madem, ben neden hikayede sık sık bu arkadaşları izledim? Gidişatı var sonu yok.
Efendim Katil Olduğunuza Emin misiniz?
Deli Yakup hariç, on yedi insanı gözünü kırpmadan katleden tetikçiler epey insancıl kişilermiş. O kadar sıradanlar ki içlerinden biri “Sen bizi ikna etmesen bizim politika ile ne işimiz vardı?” diyor. Sanki masum insanların kafasına çuval geçirip, kaçırıp, öldürmemişler de siyasi bir partinin gençlik kollarına üye olmuşlar. Albay ve Savcı’nın Kader’i Türkiye’ye getirmek için bu ekibi bir mafya babası aracılığıyla kullandığını biliyoruz. Peki bu çok iyi kalpli abilerimiz olayı neden hasıraltı etmek yerine Kader’e haber veriyorlar? Arada bir gözleri doluyor, geçmişe dair pişmanlıklar yaşanıyor, vicdan azapları çekiliyor, görseniz dersiniz ki bunlar derin devlet değil UNICEF gönüllüleri. Yalnızca televizyon dizileri kullanılarak sıradan insanlar radikalleşirken profesyonel kişiler tarafından sistematik beyni yıkanmış katillerin vicdan muhasebesi yapabileceğini inandırıcı bulmadım.
Kader ve ekibi kimseyi öldürmeden ölüp gitseler biraz garip kaçar deyip çözümü daha kim olduğunu bile anlamadığımız bir kızın ölümünde mi buldunuz gerçekten? Dört bölümde alelacele anlattılar kızı; çocukluk travmaları, alkolik aile, uçarı kişilik, oldu bittiye geldi ve finalde seyirciyi ölümüyle en az üzecek isim Kader tarafından öldürüldü. Kızla alakalı o kadar az şey anlattılar ki ismi bile aklıma gelmiyor. Deva’nın eşi olarak hafızamda kaldı. Derin devletin bir düzine tetikçisi Agah Beyoğlu ve ailesi ile bir savaşa girdi, tetikçiler Beyoğlu’nun gelinini kaçırıp vurabildiler. Beyoğlu ise her bölüm bir tetikçiyi ortadan kaldırdı. Bunu kabak tadı vermeyecek şekilde yedirmek için de Kurtlar Vadisi‘nden çıkma bir racon eklendi hikayeye, kırk günde birini vuracağız meselesi. Burhan Öçal Kartepe’ye aileyi vurmak için mi yoksa darbuka çalmak için mi gitti?
Biraz Ondan Biraz da Bundan
Devlet, Deli Yakup’u (Ömer Duran) kaçırıp, işkence edip sen yeni Kader olacaksın dedi. Yakup’u Kader’i öldürmek üzere görevlendirdi, sonuçta bu neye hizmet etti? Kader’i Nevra (Cansu Dere) vurdu, peki Yakup neden oraya gitti? Nevra’yı dahil etmişken Ateş Arbay meselesini de çözelim dediniz ve olayı savcıya yıktınız. Daha da gaza gelip hikayeye Tolga’yı (Necip Memilli) eklediniz, ne anladık biz bu işten? Karıştırdıkça dibi yanmaz mantığı ile hikaye yazılmaz, çorba yapılır.
Tüm bunların üzerine, keyif almış olsam da bu sezon için kusursuz bir iştir, en iyi yerli dizidir diyemem. Keşke bunlar sürekli söylenmeseydi de Şahsiyet‘in ne kadar güzel gözüktüğünden, oyunculukların başarısından bahsedebilseydik. Fakat sinema/dizi sektörünün üretim ve tüketim aşamasındaki sorunları görmediğimiz sürece daha iyi işler ortaya çıkmayacaktır. Ben Onur Saylak‘ın bir sonraki yönetmenliğinde daha ayakları yere basan bir hikaye deneyimlemek istiyorum. Bunun yolu da yapılan işlere methiyeler dizmek değil, göze batan eksikleri dile getirmektir. Takdir elbette kıymetli okuyucuların.
Mehmet Tezcan‘ın diğer yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Daha fazlası için bizi Twitter, Instagram, Discord ve Letterbox aracılığıyla takip edebilirsiniz.
Yorumlar