Gran Turismo oyun serisinin yeri benim için çok özeldir. İlk oynadığım simülasyon yarış oyunuydu. Ayrıca motor sporlarına olan tutkumun başlamasında çok önemli bir yeri vardır. E haliyle seriye sevgim bu boyutta olunca, film duyurulunca heyecanlanmıştım.
Playstation, artık oyunlarının daha fazla insana ulaşmasını amaçlıyor. Bunu yaptıkları film ve dizilerden hatta gelecek yeni projelerden de anlayabiliriz. Hal böyle olunca “Araba tutkunlarını da kendi efsaneleşmiş markamıza çekelim” diye bir düşünceyle bu projeye başlanmış. Filmin yönetmen koltuğunda ise District 9 filminden tanıdığımız Neill Blomkamp oturmakta. Şimdi sizlerle Jann Mardenborough isimli yarışçımızın, sanaldan gerçeğe uzanan hikayesine hep beraber bir bakış atalım.
Bir Efsanenin Doğuşu
Gran Turismo efsanesi nasıl doğdu ondan bahsedeyim biraz. Seri, profesyonel yarışçı olan Kazunori Yamauchi tarafından ilk defa 1997 yılında ortaya çıktı. Serinin bu denli başarılı olması da yapımcının hem iyi bir yarışçı, hem de iyi bir oyun tasarımcısı olmasından kaynaklı. Simülasyon hissiyatının başarısı sayesinde o zamanın yarış oyunları arasından kolaylıkla sıyrılıp adını yukarılara yazdırmıştı. O zamanlarda arcade yarış oyunlarının daha popüler olmasının da etkisi var tabi bunda.
Yıllarca başarılı oyunlar çıkaran Gran Turismo’nun başarısı bununla sınırlı da kalmayacaktı. Sunulan simülasyon hissiyatı o kadar yüksekti ki, Nissan ve Sony 2008 yılında bir ortaklık yaptılar. Bu ortaklık sonucunda GT Academy denen sürüş akademisini duyurdular. Amaç ise oyunu oynayan en yetenekli oyuncuları seçip, Nissan GT takımının yarış pilotu yapmaktı. Bu fırsatı elde eden kişilerden biri de filmimizin ana karakteri olan Jann Mardenborough’dü.
Sanaldan Gerçeğe Geçmek Gerçekten Mümkün mü?
Film aslında bunun cevabını arıyor seyirciyle beraber. Jann, ailesi tarafından sadece oyun oynayan, işe yaramaz bir evlat gibi görülüyordu. Jann’ın aksine kardeşi ise futbolda son derece başarılıydı ve babasının bütün takdirini kardeşi topluyordu. Sık sık ailesi tarafından “Gerçek bir şeylerle uğraşsana” gibi ithamlarla karşı karşıya kalıyordu. Kendisi ise en büyük hayalini gerçekleştirmekte son derece kararlıydı. Burada aile ilişkileri üzerinden de güzel bir dram yaratılıyor. Ancak filmin sonlarına doğru bu dramın iyice yok olduğunu görüyoruz o biraz benim canımı sıktı açıkçası. Jann’ın yükseliş hikayesi de her ne kadar tahmin edilebilir olsa da, izlemesi gerçekten son derece keyifli. Bunu da seyirciye sunduğu inanılmaz güzel ve heyecanlı yarış sekanslarıyla vermekte.
Film çok mu iyi dersek tabi ki değil hataları var. Yukarıda da belirttiğim gibi aile dramı, filmin bi noktasından sonra bıçakla kesilmişçesine yok oluyor ve Jann’ın tamamen yarış hayatına odaklanıyoruz. Aile dramı üzerinden bir noktada film tekrar yakalanıyor. Ancak aradaki boşluk çok büyük olduğundan şahsen benim gözüme biraz battı. Bir diğer sıkıntım ise Jann’ın asla oyundan çıkamamış olması.
Bu ne demek açıklayayım: Filmdeki yarış sahneleri, Jann’ın kafasında Gran Turismo oyunu gibi canlanıyor. İlk başlarda oyunları seven birisi olarak bu sahneleri görünce hoşuma gitmişti. Fakat bunu filmin tümüne yayınca beni şahsen rahatsız etti. Burada oyunun simülasyonunun gerçekçiliğine vurgu yapılmak istenmiş olabilir belki. Ancak motor sporları asla o kadar kolay bir şey değil. Buna en yakın olarak Cem Bölükbaşı’nı örnek verebiliriz. Her ne kadar sanalda başarılı olsa da (ki günümüz teknolojisi Jann’ın akademiye kabul edildiği zamana göre çok daha fazla gelişti.) gerçek deneyim bambaşka bir şey.
Yarış Tutkunları İçin Keyifli Bir Seyirlik
Motor sporlarının sadece yetenekten ibaret olmadığını; paranın, şöhretin ve nefretin bu sporda ne kadar önemli olduğuna açıkça ve güzel bir eleştiri de yapılıyor. Parasıyla bir yerlere gelmiş ancak yetenek ve karakter olarak onlardan çok daha fazla hak eden insanların sporda yer bulamıyor oluşu her ne kadar üzücü olsa da maalesef sporun acı bir gerçeği. Bunu güzel yansıtmış olmalarını beğendim. Bir de David Harbour’un canlandırdığı Jack Salter karakterini çok beğendim. Jann ile kurdukları bağ çok güzeldi bence ve aktör de rolüne çok yakışmış.
Yarış oyunlarından keyif alan ve motor sporlarına ilgili birisi için bence kaçırılmaması gereken bir film Gran Turismo. Sırf yarış sahneleri için bile izlemeye değer çünkü bu anlamda gerçekten çok iyi iş yapmışlar. O gerilimi ve heyecanı hissettiriyor sizlere. Ama dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmayacak hatalar da yok değil. Bu kadar temasa izin vermek, viraj kesmek ve arabayı bir simülatörde gerçektekinden daha iyi tanımak gibi “ciddi” izleyicilerin canını sıkabilecek şeyler de mevut. Şunu da söylemeden sonlandırmayayım, filmden bir Rush veya Ford v Ferrari havası bekliyorsanız film sizi birazcık üzebilir. O yüzden beklentilerinizi frenleyin ve keyif almak için gazları kökleyin.
Poyraz Akyol’un bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Yorumlar