0

Bugüne kadar birçok güzel anime izledim. Genel itibariyle beğenmedim dediğim bir anime olmadı. Hepsi birbirinden özel konuları anlatan başarılı işlerdi. Animelerin hepsinde bir bulmaca vardır ama sonunda hikaye bağlanır ve sorular cevaplarını bulur. Şimdi size ilk defa, gerçekten tam olarak ne anlattığını anlamadığım bir animeyi açıklamaya çalışacağım. Bu konuda da yalnız değilim çünkü izleyen herkesin animeden alacağı enformasyon farklı olacaktır. Birçok anime kafa karıştırmayı çok sever ama mindfuck tabirini en çok hak eden anime Serial Experiments Lain’dir.

Serial Experiments Lain, yazar Yoshitoshi Abe‘nin manga ve karakter dizaynını yaptığı, Chiaki J. Konaka‘nın görüntü yönetmenliği ve konsept dizaynını üstlendiği, Ryutaro Nakamura‘nın ise yönetmenliğini yaptığı, 1998 yılında 13 bölüm olacak şekilde yayınlanan bir Cyberpunk Anime‘dir. Şimdilerde ise anime, 2028’e kadar Youtube’da herkese açık bir şekilde seyircisini bekliyor.

Anime, 14 yaşındaki Iwakura Lain’in küçük bir Japon kasabasındaki hikayesini anlatıyor. Lain, sosyal açıdan toplumdan kopuk bir karakterdir ve ailesiyle de pek uyumlu değildir. Ablası ona nazaran daha sosyaldir. Annesi duygusuz bir kadınken babası sürekli çalışan, eve dahi gelmeyen bir adamdır. Lain’in toplumdan kopuk hayatı, bir gün kendisine gelen bir mail ile değişir. Mail, okuduğu okuldaki öğrencilerden birinden gelmiştir. Ama işin ilginç kısmı, bu kişi kısa bir süre önce intihar etmiştir.

Serial Experiments Lain

Lain, intihar etmiş bir kişiden gelen maili haliyle kafasına takar ve bunu araştırmaya başlar. Lain’in evreninde adını Wired koydukları bir internet sistemi vardır. Wired için tam olarak internet demek de mümkün değil. En doğru şekilde açıklamak gerekirse Matrix’e benzeyen bir yapısı var. İnsanlar çeşitli sebeplerden Wired’a bağlanarak içeride vakit geçiriyor. Fakat Lain, Wired içerisinde geçirdiği süreden sonra bazı şeyleri sorgulamaya başlar. Hatta kendisini ve içerisinde bulunduğu dünyayı bile sorgulamaya başlar. İlk olarak da fiziksel varlığın gerekliliğini sorgular. Sanırım animenin temeli de buradan geliyor. Günümüzde bizi birbirimize bağlayan internet sonrası fiziksel varlığımızın gerekliliği var mı? Bu bana, Black Mirror‘daki San Junipero bölümünü hatırlatıyor.

Lain’in varlığını sorgularken kurduğu bazı cümleler bana çok sevdiğim ve aslında pek de mantıksız konuşmayan bir filozofu hatırlatıyor: George Berkeley.

What isn’t remembered, never happened. Memory is merely a record.

Berkeley’e göre çevremizde gördüğümüz hiçbir şey somut değildir. Her şey soyuttur. Meşhur “bana bu sandalyenin olmadığını kanıtlayın” sorusunu bilirsiniz. Berkeley’e göre o sandalye hiçbir zaman olmamıştır. O sandalyenin orda olmasının sebebi bizim ona bakmamızdır. Arkamızı döndüğümüz anda o sandalye aslında yoktur. Sandalyeyi var eden bizim “sandalye var” düşüncemizdir. Buna verilebilecek en güzel örnek gülme emojisidir. Sırıtmak için kullandığımız “:)” ifadesini bizler gülmek olarak algılıyoruz. Özünde, 2 farklı sembolün yan yana gelmesidir. Fakat biz onları yan yana gördüğümüzde “gülmek” olarak algılıyoruz. Tamamen bizim atadığımız bir gerçeklik. Daha da kafaları karıştıralım. Bilimde, Double-slit experiment olarak geçen bir deney vardır. Deney sonucunda bilim insanları ışığı oluşturan fotonların, biz onlara baktığımız zaman farklı hareket ettiklerini ortaya koymuştur. Ama sebebi ise hala muammadır.

Anime içerisinde fiziksel varlığımızın aslında bir datadan ibaret olduğu söyleniyor. Gene meşhur bir söz ile açıklayayım: “Bugün seni hatırlayan herkes öldüğünde, hiç yaşamamış olacaksın.” Hafıza ya da anılar birer data’dır. Bizi var eden şey insanların bizi biliyor olmasıdır. Varlığımızdan haberdar olmalarıdır. Berkeley’in de dediği gibi, varlığımız bizi biliyor ve görüyor olmalarındandır.

But where is the real me? Oh, Right there is no real me. I only exist inside those people who are aware of my existence.

Lain, Wired içerisinde geçirdiği sürede fiziksel formundan çok daha öte bir varlık olduğunu anlamaya başlıyor. Öyle ki onun bu gelişimi, Wired içerisinde güçlü olan Knights adlı oluşumu harekete geçiriyor. Bu oluşum, Lain’i engellemeye çalışsa da Lain kendini geliştirip, Wired içerisinde kendisine tanrı diyen kişiyi bile yok ediyor. Burası işte biraz Matrix’ten ayrılıyor. Neo, sahte bir dünyadan kurtarılarak Matrix’ten uyandırılıyordu. Tam tersine ise Lain, Wired içerisinde geçirdiği süre içerisinde fiziksel gerçekliğinin gereksizliğini fark ediyor. Matrix, bilgisayardan gerçeğe dönüş üzerine kuruludur ve ilk filmin karakterlerinden Cypher, bu dönüşü şu cümlelerle eleştiriyordu:

You know, I know this steak doesn’t exist. I know that when I put it in my mouth, the Matrix is telling my brain that it is juicy and delicious. After nine years, you know what I realize? Ignorance is bliss.

Yine burada San Junipero’ya bağlanıyoruz ve o meşhur soruyu soruyorum: Tamamen bilinçsel bir yerde yaşayabiliyorsak, fiziksel dünyanın manası nedir?

Anime içerisindeki deney, San Junipero bölümüne benziyor. Kids Project‘in yanlışlıkla çıktığı nokta, San Junipero’nun ta kendisidir bile diyebiliriz. Aradaki fark ise Berkeley. Anime içerisindeki Wired, bir bilgisayar sistemi gibi görünse de aslında Matrix vari bir gerçekliktir. Kurulu değil, zaten vardır. İçerisinde yaşamaktayız ama aradaki perdenin farkında değiliz. Wired, bu perdeyi yırtmaya yarıyor. Berkeley’in savunduğu gibi aslında soyut bir sistemin içerisindeyiz. Arkamızı döndüğümüz anda arkadakine Wired diyebiliriz. Ya da Matrix.

Serial Experiments Lain

Animeden çıkarılacak bir mesaj var mı? Açıkçası bilmiyorum. Lain’i farklı bir Neo olarak bile anlatabiliriz diye düşünüyorum. Neo, ilk filmin sonunda gerçek dünya ile Matrix arasında durmayı başarıp farkı gözleriyle görebiliyordu. Lain de bölümler ilerledikçe Neo gibi iki tarafında farkına varıyor. Öyle ki Cyberia’daki adam sadece Lain’in gözlerine bakarak bile korkudan kendini öldürüyor. Onun farklı olduğunu ve bir şeylerin farkında olduğunu bir bakışta anlayabilmişti. Aradaki fark, perdenin hangi tarafında olmayı istiyor olmakta.

Animedeki en ironik kısım ise Lain’i kandırmaya çalışan tanrı. Onu, herhangi biri olduğuna inandırmış bir tanrı var. Burası komik. Acaba mesaj burası mı diye düşünmeden edemiyorum. Biz de Neo gibi Matrix’e mi inanıyoruz? Berkeley’in bahsettiği arkamızı hiç göremiyor muyuz? Bir şeye mi inandırıldık? Ötesine ulaşmamızın sınırı bir tanrı sanrısı mı?

Animenin en ilgimi çeken kısmı, ki izleyen herkesin ilgisini çekmiş: Anlatım şekli. Diğer animelere göre daha durağan bir anlatımı olan Serial Experiments Lain, yine birçok muadiline göre de daha karanlık bir havaya sahip. İzleyenin içini bunaltıyor. Sahne tasarımlarından karakter tasarımlarına kadar gotik bir karartı mevcut. Keza anime süresince havada gezinen gizem kokusu hiç bitmiyor, kendisini diri tutuyor. Korkutucu hiçbir öge içermemesine karşın Lain’in attığı her adım bazen insanı gerebiliyor. Yaşattığı duygular konusunda anime, örneklerinin çok ötesinde bir renge sahip.

Serial Experiments Lain’i izledikten sonra kafamda önce Matrix, sonra Berkeley; en sonunda da San Junipero oluştu. Okuyan sizlere bir şey katabildiysem ne mutlu bana. Yine de belirtmek isterim. Yazım, yatırım tavsiyesi değildir. Belki hiçbir şekilde doğru yazmamışımdır. Zaten doğru yazdığından emin olan kimseyi de görmedim. İzleyen herkes, anlayamamaktan ötürü etkilenmiş. Hatta zekice bile denmiş. Anlamayamadığımız bir şey ne kadar zekice olabilir ki?

Valerii Deshevkyh’nin bütün yazılarına ulaşmak için buraya tıklayınız.

ASOIAF: Westeros’un Fethi

Milenyuma Hoşgeldiniz: V/H/S99

Valerii Ege Deshevykh
Ukrainian Creative Director | Motion Picture Writer | Horror Freak

ASOIAF: Westeros’un Fethi

Previous article

Her Şey Ailem ve Dünya Barışı İçin: Fast X

Next article

You may also like

Comments

Comments are closed.

More in Anime